Mustalık Oğulları Savaşından Alınacak Dersler (III)

Abdullah b. Ubey’in münâfıklığına, münâfıkların liderliğini yapmasına rağmen, oğlu Abdullah son derece samîmî bir Müslümandı. Babasının yaptıklarından devamlı rahatsız olmasına, her zaman babasına karşı bir öfke duymasına rağmen, İslâm’ın emri gereği babası olduğu için Abdullah b. Ubey’e karşı kötü davranmaktan kaçınıyor; babasının kendisine yönelik aşağılayıcı sözlerini duymazlıktan geliyordu.
Ancak, Mustalık oğulları savaşı sonrasında yaşanan olay ve bu olayla ilgili babasının söylediği sözler Abdullah’ın sabrını taşırdı. Babasının Müslümanlara bu kadar zarar vermesini kabul edemedi. Rasûlullah’ın yanına gelip “Ey Allah’ın elçisi! Bana izin ver, babamı kendi ellerimle öldüreyim. Böylelikle hem bir düşman temizlenir hem de olur ki, Müslümanlardan birisi bu işi yapacak olursa kalbimde ona karşı kin beslememiş olurum” dedi. Ancak, Peygamber efendimizden istediği izni alamadı.[1]
Ordu bir süre dinlendikten sonra yoluna devam etti ve artık Medine’ye yaklaşıldı. Medine’ye girilmek üzereydi. Abdullah, devesini sürüp ordunun önüne geçti. Tam önünden geçerken kılıcını sıyırıp babasını durdurdu. Abdullah b. Ubey, bu duruma şaşırdı. Oğlundan bu davranışının sebebini sordu. Oğlunun cevabı son derece anlamlı ve açıktı. Sözlerinde babasının kuyu başındaki sözlerini tekrar etmiş ve şöyle demişti: “Bugün bu şehre ancak izzetli ve kuvvetli olanlar girecek; zelil ve aşağılık olanların girmesine izin verilmeyecek!”
Abdullah b. Ubey, oğlunun sözlerini duyunca daha da şaşırdı, oğlunu bu yaptığından vazgeçirmek istedi. Bu arada Müslümanlardan birçoğu etraflarını sarmış kendilerini seyrediyordu. Abdullah b. Ubey, bütün foyasının açığa çıktığını, rezil ve aşağılık konumuna düştüğünü, itibarının yok olduğunu gördü. Oğlundan rica etti. Kendisini bırakmasını istedi. Ancak, Abdullah kararlıydı ve kendisine ancak bir şartla dokunmayıp Medine’ye girmesine müsaade edeceğini söyledi: “İzzet ve kuvvetin kime ait olduğunu söylemeden ve Rasûlullah bana izin vermeden seni bırakmam!” Abdullah b. Ubey, işin ciddi olduğunu anlamıştı; “Şâhitlik ederim ki, izzet ve kuvvet Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere aittir” demekten başka çaresi yoktu. Gerçeği istemeden de olsa ifade etti. Böylelikle, kendisine yönelik saygı ve sevgi sahibi oldukları için oyununa gelenlere Abdullah b. Ubey’in ağzıyla bir hakikat ifade edilmiş oldu.
Ordunun önünde bunlar olurken, Rasûlullah (s.a.v.) ordunun gerilerindeydi. Kalabalığı fark etti ve niçin toplanıldığını sordu. Olanlar kendisine anlatıldı. Duydukları Rasûlullah’ı memnun etti. Müslümanlar arasındaki câhiliye fitnesinin münâfık baba ile Müslüman oğlu arasındaki bu olay ile kaybolup, asıl olması gereken iman bağının öne çıkmasına son derece sevindi. Abdullah’a yaklaşarak babasını serbest bırakmasını istedi. O da babasını serbest bıraktı.
Müslümanlar, Mustalık oğulları harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri câhiliye inanç ve eğilimlerin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Ayrıca, gerçekleşenlerle münâfıkların deşifre olmasını ve böylelikle münâfıkların bazı Müslümanlar üzerindeki etkisinin daha da azalmasını önemli bir kazanç olarak değerlendirdiler. Münâfıkların liderinin hepten aşağılık bir konuma düştüğünü ve çevresindeki kimseleri bundan böyle zor etkileyeceğini gördükleri için de sevindiler.
Peki, başında halifesi olmayan bugünün Müslümanları arasında çıkan veya çıkması muhtemel olan bu gibi olaylarda Müslümanları düşebilecekleri tuzaklardan kim kurtaracak? Niye bu işin çaresine bakmıyoruz? Nerde bizim halifemiz? Hele bir bakın Müslümanların haline! Çağdaş Abdullah b. Ubey’ler ne hale getirdi Müslümanları? Artık bu asırda münâfıklar bir şahıs değil, devlet ve devlet gücünde organizeler olarak üzerimize hücum ediyorlar. Biz ne yapıyoruz? Günübirlik ve çok basit işlerle vakit geçiriyor ve üstelik bir şeyler yaptığımızı zannediyoruz. Hele bir bakın, hoca efendilerin ve akademisyenlerin radyolarda ve televizyonlarda konuştukları konulara! Bu konular, Müslümanların hangi yarasını tedavi ediyor? Yaraları tedavi etmek şöyle dursun, yeni ve onulmaz yaralar açıyorlar. Evet, düşman olanca gücüyle üstümüze geliyor, biz ise tembel tembel yatıyoruz.
Ecdâdımız “su uyur düşman uyumaz” demişler. Ne kadar da doğru söylemişler! Düşman, bizi tuzağa düşürmek için her türlü fırsatı kollar. Lütfen, onlara fırsat vermeyelim! Her zaman uyanık olalım! Başımıza bir baş bulalım. Olmuyor, olmuyor, halifesiz olmuyor.
[1] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 305.