Müslümanlar Küresel Bir Güç Olmadan…

Müslümanlar Küresel Bir Güç Olmadan…

Müslümanların Durumu:

Yaklaşık yüz yıl önce Müslümanların yaşadığı yenilgi, dünyanın kurulu sistemi içinde Müslümanlara biçilen rolü belirledi. O tarihe kadar zaman zaman dünyanın tek gücü olan devletlere sahip olan, zaman zaman da küresel aktörlerden biri olmayı başaran Müslümanlar, o tarihten sonra etkisiz ve zayıf kaldılar. Yüz yıldır Müslümanlar dünya üzerinde bir söz sahibi değiller. Kendileri hakkındaki kararları bile başkaları tayin edecek kadar zavallı durumdalar.

Ne ekonomik ne siyasi ne de askeri olarak bir güce sahipler. Dünya nüfusunun en büyük kümelerinden birine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip olmalarına rağmen, hiçbir uluslar arası merkezde söz sahibi değiller. BM’nin beş daimi üyesi içinde bir Müslüman ülke olmadığı gibi dünyanın ilk on ekonomisi içinde de bir Müslüman ülke yoktur.

Müslüman ülkelerin çok büyük bir bölümü, sömürgeci ülkelerin tasallutundan tam manasıyla çıkamamışlardır. Hala bazı ülkelerin fiili vesayeti altında varlıklarını sürdürmektedirler. Yönetimleriyle halkları arasında derin uçurumlar vardır. Yönetimler kendi halklarına baskı uygulayarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Birçoğunda ya krallar, ya da diktatörler hüküm sürmektedir.

Müslüman ülkeleri arkasına alıp bir güç birikimi oluşturabilecek, onların birlikteliğinden bir enerji oluşturabilecek bir devlet ya da irade de maalesef yoktur.

Arap Baharı Umut İçin Yeterli mi?

Son yaşanan küresel ekonomik kriz sonrasında, dünyada kartların yeniden karıldığı ve yeni bir dünyanın kurulacağı düşüncesi yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun için yaşanan gelişmelere bakacak olursak:

a-Geride kalan çeyrek yüzyılda iki önemli değişim olmuştur. Önce çift kutuplu olan dünya tek kutuplu hale gelmiş, ardından küresel sermaye ve devletlerarası rekabetten doğan krizler hem tek devletin bunu taşıyamayacağı sonucunu getirmiş, hem de devletlerden bağımsız hareket eden küresel sermayenin dizginlenmesi ile sonuçlanmıştır.

b-Artık dünyadaki güç dengesi yalnızca ABD ve AB eksenli değildir. Rusya, Hindistan ve Çin gibi farklı güç merkezleri ve ekonomik odaklar oluşmuştur. Bunların ardından küçük de olsa Türkiye ve Brezilya gibi ülkeleri de sayabiliriz.

c-Dünyanın batı eksenli egemenleri güç kaybederken yeni ve başka güç merkezleri oluşmaktadır.

d-Kurulan bu yeni dünyada, üretmeyen ekonomileriyle, çağ dışı yönetimleriyle Müslüman ülkelerin bir güç merkezi olmaları hayal gibi görünmektedir.

e-Arap Baharı adı altında birleştirilen halk devrimlerinin öncüleri, kendilerinin bu siyasal ve ekonomik yapıyla bir yere varamayacaklarını görerek harekete geçen insanlardır.

Bu ülkelerde yaşanan değişimlerin ne kadar etkili olacağını zamanla göreceğiz. Ayrıca küresel güçlerin hala etkili oldukları bu ülkelerde gelişen değişim taleplerini, kendi çıkarları doğrultusunda değiştirme riski de bulunmaktadır. Değişim doğru yöne bile olsa uzun süren bir geçiş döneminin yaşanacağı bilinmektedir. Sosyal değişimler bir anda ve kısa sürede olmamaktadır. Bu değişimleri örgütleyen merkezi bir güç ve ekonomi bulunmadığı gibi değişimi takvimlendirecek bir ortak irade de bulunmamaktadır.

Müslümanların Birliği

Sultan Abdülhamit Han’dan beri Müslümanların birliğinden söz edilmektedir. Bu konuda en gerçekçi olan O’dur ve iktidarı süresince hem bu gücü oluşturmaya hem de bundan yararlanmaya çalışmıştır.

“Abdülhamid’in İttihad-ı İslâm politikasının genel çerçevesini çizerken, dışta Müslüman topluluklara el uzatmakla birlikte, onun dünya Müslümanlarını birleştirmek, aynı siyasî çatıda toplamak gibi bir gayesinin olmadığını; içte ise Müslüman tebaayı kaynaştırarak onlar arasında birlik ve tesanüt sağlamak hedefinde olduğunu ifade etmektedir. Dünyanın farklı bölgelerine dağılmış Müslümanların gerçekte bir devletin bayrağı altında toplanması, o devrin siyasî şartları göz önüne alındığında pek mümkün değildir. Ancak hepsinin ümidi İstanbul’dur. Başka çalacak kapıları yoktur. Abdülhamid bu konuyu şu sözlerle ifade eder: Dindaşlarımın yaşadığı memleketlerin, büyük devletlerin elinde olması çok acıdır. Osmanlı Devleti’ne 20 milyon Müslüman katılmıştır. Buna rağmen Müslümanların gözü İstanbul’dadır. Düşmanlarımız maddî kuvvetimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, mânevî kudretimiz bâki kalacaktır.” ( Sızıntı Dergisi, Kemal Karpat, Panislamizm ve Abdülhamit sh28,48)

Dikkat edilmesi gereken nokta O’nun Halife olması ve Müslümanların birliğini temsil ediyor olmasıdır.

Tarihi gerçeklerden anladığımız, var olan Müslümanların birliğini parçalanma ve yıkılmasının başlıca nedeninin, bu birliği önemli ölçüde var eden Osmanlı Devletinin yıkılması ve Halifeliğin kaldırılması olduğudur.

Yeniden birliğin tesis edilmesi için de bu iki şeye ihtiyaç vardır. Birliği sağlayacak güçlü bir devlete ve Müslümanları manen temsil edecek güçlü bir kurumsal yapıya. Bu kurumsal yapının yeniden halifelik olması da başka bir yapı da olması mümkündür.

Gerçekçi Bir Birlik

Şu an Müslümanların bir araya geldikleri çeşitli örgütleri vardır. İslam Konferansı Teşkilatı bunlardan en önemlisidir. Ancak bu tür örgütler ne birliği sağlayabiliyor, ne de Müslümanlar arasındaki sorunları çözebiliyor. Sembolik birlikteliklerin ötesinde gerçekçi bir birliktelik sağlanabilir mi?

a-Öyle bütün sınırların kalkıp, tek devletten oluşan bir yapının olması,  asla mümkün değildir.

b-Abdülhamit’in yapmaya çalıştığının benzerini yapabilmek bile büyük bir başarıdır. Bunun için önce iç ihtilafları ortadan kaldırmak ve ülkelerin iç bütünlüklerini sağlamak gerekir. Arap Baharı dileriz buna hizmet eder veya katkı sağlar. Müslüman ülkeler ve halkların daha yakın ilişki, ticaret içinde olmalarını sağlayacak yollar aranabilir.

c-Ülkelerin ekonomik yapıları birbirlerini bütünleyecek özelliklere sahip olmadıkları için, şu an bir ekonomik birliktelik, yarar sağlayıcı görünmemektedir. Ülkelerin planlı bir şekilde farklı üretim merkezleri haline getirilmesi, üreten ülkeler olmaları için merkezi bir planlama ve iradeye ihtiyaç vardır.

Böyle bir birliktelik için bile, konjonktürün uygun olması lazımdır. Dünya yeniden kurulurken bu fırsatın var olduğunu söyleyebiliriz. Müslümanların nüfus olarak ve doğal kaynaklarıyla, dünyaya egemen olmak isteyen güçlerin ilgi alanı içinde olması kaçınılmazdır. Gerek Batının bilinen güçleri gerekse doğunun yükselen güçleri bu rekabette, Müslümanları kendi yanlarında görmek isteyeceklerdir. Terazinin kefesini gerçekte ağırlaştıracak güç Müslümanların elinde gözükmektedir. Ancak Müslümanlar bir arada olurlarsa bir güç dengesi oluşturabilirler. Bu yüzden de Müslümanların birlikteliği şu an için kendilerini tehdit etmeyen güçler tarafından kabul görebilir. En azından engellenmez. ABD tarafından yeniden güncellenen BOP gibi projeleri bu yönde görmek ve değerlendirmek mümkündür.

Bu Güç Türkiye Olabilir mi?

Atalar yiğit düştüğü yerden kalkar demişlerdir. Türkiye,  yüz yıl önce kaybettiği pozisyonuna dönmesi zor görünse de, Müslümanların birliği için en önemli aday ülkedir. Ancak bunu için kat etmesi gereken çok uzun bir yol vardır:

a-Şu anki siyasal sistemi bu rol için uygun bir model oluşturmamaktadır. Siyasal sistemini değiştirmek zorundadır.

b-Ülke içinde Müslümanların birliğini sağlayarak bir model olmalıdır. Hala kendi içinde ayrışmalar ve çatışmalar yaşayan bir ülkenin başka ülkelere model ve öncü olması beklenemez.

c-Ekonomik gücü, şu an böyle bir birliği, taşıyabilecek kapasitede değildir. Hem nüfus olarak, hem üretim gücü olarak en az Almanya kadar bir güce ulaşmadan bu yükü taşıyamaz.

Türkiye, son on yılda geliştirdiği ekonomik ve siyasi politikalarıyla bu amaca yaklaşan gelişmeler, yaşamıştır. Bu nedenle de Müslümanların birliği için parmaklar Türkiye’yi işaret etmektedir. Eğer böyle bir birlik mümkün olabilecekse ancak Türkiye öncülüğünde olabilir. Bunun için Türkiye’de psikolojik bir alt yapı mevcuttur. Çünkü daha bir asır önce bunu yaşamış bir milletten bahsediyoruz. Yaşanan travmalara rağmen küllerinden doğan bir iradenin varlığı görülmektedir. Diğer Müslüman halkların gösterdikleri teveccüh de bu gerçeği göstermektedir. Türkiye, küresel bir aktör olamasa da, bölgesel bir güç olmayı başarmıştır. Müslüman halklara adalet ve güven vermiştir.

Hüküm Sahibi Allah’tır!

Dünyada herkes bir hesap yapabilir. Bu hesaplar bazen tutar bazen tutmaz. Allah’ın hesabı ve planı ise kesindir. Devletlerin ve sistemlerin de bir ömrü vardır ve günü gelince son kaçınılmaz olur. Tarihe baktığımızda bütün güç ve iradenin kendilerinde olduğunu sanan insan ve devletlerin de akıbetlerinin aynı olduğunu görürüz.

Son zamanlarda yaşanan olaylardan sonra, daha önce pek dikkatimizi çekmeyen bir hadisi şerif, yolumuza ışık tutmaktadır:

Hz. Huzeyfe anlatıyor: Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem Efendimiz şöyle buyurdu:

“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/273).

Bu hadiste Peygamberimiz asırlar öncesinden Müslümanların yaşadıkları tarihsel evreleri anlatmaktadır ve sonunda bir müjde vermektedir. Son devirde tıpkı başlangıçta olduğu gibi nübüvvet sisteminde bir hilafetin olacağını müjdelemektedir. Müslüman halkların ceberut saltanatları birer birer yıkıyor olmaları bu müjdenin gerçekleşmesi konusunda bizi ümitlendirmektedir.

Nihayette Müslümanların küresel bir güç olmaları, Mansur ve muzaffer olmaları için kendi çabaları yetmeyecektir. Allahın yardımı ve lütfüyle yeniden fetihler ve zaferler çağı açılacaktır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.