MUHTEREM ZEKİ SOYAK HOCAEFENDİNİN KARAKTER VE SECİYESİ

MUHTEREM ZEKİ SOYAK HOCAEFENDİNİN KARAKTER VE SECİYESİ

Bizleri yoktan var eden, iman ve İslam’la şereflendiren, ahir zaman nebisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme ümmet kılan, rahmetiyle kuşatıp sayısız nimetler lütfeden Rahman ve Rahim Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun.

İnsanları kula kul olmaktan, Allah’tan başka ilahlar edinmekten, şirk, küfür ve nifakın zulümatından, tüm kötülüklerden korumak, iman, amel-i salih, güzel ahlâk ve bütün iyiliklerle donatmak, Âleme nizam verip bir fazilet toplumu meydana getirmek için son ve ekmel İslam şeriatı ile gönderilen canımız, efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, Âl ve Ashabına ve etbaına salâtü selam olsun.

İnsan, aklî, bedenî ve rûhi kabiliyetlerine ve üstünlüklerine rağmen, sâdece kendi aklıyla, kendi kabiliyetleriyle, kendi kendine yeterli olamaz. Çünkü kendine verilen bu üstünlükler belirli sınırları olan üstünlüklerdir. Yani insan, bu mükerremiyeti ve mükemmeliyetine rağmen âcizdir. Kendini başıbozukluktan, kendine göre hareket etmekten muhafaza edecek, Rabbine nasıl kulluk yapacağını, ilâhî bir nizama ve bu nizamı öğretecek, tebliğ edecek bir rehbere ihtiyacı vardır.

Güller açar, güller solar, çiçekler açar, çiçekler solar, insan doğar ve ölür. Fakat solmayan güller ve ölmeyen insanlar da vardır. Âdem aleyhisselamdan itibaren iyiler gelip geçti, kötüler gelip geçti. O iyilerin zirvesinde peygamberler ve onların en yakın dostları sahabeler var. Bütün bunların başında insanlık semasını aydınlatan canımız efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem bulunmakta. İşte ölmeyenler, kıyamet sabahına kadar insanların kalbinde yaşayanlar ve yaşayacak olanlar bu bahtiyarlardır.

Tevhid mücadelesinin peygamberler halkası, Hâtemülenbiya, âhir zaman nebisi, canımız, efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemle tamamlanmış, Peygamberimiz efendimizden sonra da Hulefa-yı Raşidin, Ashab-ı Güzin, Tabiin, Tebei Tabiin ve müctehid ulemaca, Kur’an ve sünnetin nurlu yolunda, İslam’dan asla taviz vermeden ve hız kesmeden Rabbanî âlimler, Allah eri Ribbiyyûn cemaatler, fazilet toplumları yetiştirilerek bu cihad, bu mücahede, bu mücadele devam ettirilmiştir.

Toplumları ayakta tutan, iman ve ilimdir. İlimleri ayakta tutan ise Rabbanî âlimlerdir. Âlimler, toplumların temel direkleridir. Âlimleri olmayan toplumlar, karanlıkta ya da boşlukta kalan insanlar gibidirler. Âlimler, toplumlar için ışık kaynağıdırlar.

 “Kahtür-rical/adam kıtlığı”nın şiddetli şekilde yaşandığı asrımızda;

Kamil bir mümin,

Salih bir müslüman,

İlmiyle amil bir âlim,

Eğitimci, yazar,

Mutasavvıf,

Gönül ehli,

Teşkilatçı,

Beşerî sistemleri tanıyan,

İslam’ı bilen ve günümüz problemlerine İslam’dan çözüm üretebilen bir karakter ve nitelikte olan, ömrünü ümmete adayan muhterem Hocamızın karakter ve seciyesini tanımaya çalışalım.

Hocamız tertip ve düzen sahibi idi. Hem hizmetlerde hem de günlük hayatta düzen ve intizama önem verirdi. Onun hayatında her şey bir düzen halinde idi. Temizliği sever ve bütün ortamın temiz olmasını isterdi. Gerekirse kendisi bizzat müdahale ederek temizler ve yaparak örnek olurdu. Ev ve vakıf müesseselerinin dizaynında, renk ve yerleştirme hususunda da estetiğe önem verir, bu düzenin kalp huzuruna etkisinin olduğunu vurgulardı. Özel hayatında tertip ve düzen sahibi idi. Kıyafetlerini uyumlu giyinir ve eşyalarını düzenli kullanırdı. “Bir malzemenin bulunmasının en kolay yolu onu aldığınız yere koyacaksınız” der ve kendisi de öylece uygulardı. “Bunları çocuklarınızın eğitimlerinde uygulayın ve onlara küçük yaşlarda aldığını yerine koymasını öğretin” buyururlardı. Kıyafet temizliğine önem verirdi. Saç ve sakalı her zaman bakımlı görünürdü.

Hem şahsî hayatı hem aile hayatı çok sade idi. Toplumda ‘farklıyım’ görüntüsü verecek kıyafetlerden kaçınırdı. Hele ‘takva sahibi’ süsü verecek kıyafet vb. unsurlardan kaçınırdı. Doğal ama İslamî ölçülere uygun giyinirdi.

Asla ve asla yemek seçmez, evde az çeşit ile yetinirlerdi. Şayet evde ekmek bir miktar bayatlamış ise atılmaz, Hocamız onu kendisi yer, çocuklarına taze ekmekten verirdi. Asla ekmek ve yemek atılmaz, israf edilmezdi. Misafirlikte ev sahibini memnun etmek için ortama uygun olarak evdeki halinden daha fazla yer ve sofra ehline uyardı. Gereksiz ve riyaya kaçan takva görüntüleri vermekten son derece kaçınır, doğal halini ortaya koyardı. Ama doğal hâli de takva üzerine idi. Evinde son derece sade ve iktisatlı iken, talebelerine ve misafirlerine karşı çok cömert idi. İktisat ehli olup harcamalarında orta yolu takip eder, ne israf eder ne de cimri davranırdı.

Misafirliklerde, özel işlerinde insanlara yük olmaz, kendi işini kendisi yapardı. Alışverişini kendisi yapar, faturalarını kendisi öder, sobasını kendisi kurar ve temizlerdi.

Ağız, diş temizliğine önem verir ve misvak kullanarak bu sünneti icra etmekten geri durmazdı.

İffet ehliydi, nefsini behimî arzu ve isteklerden menetmeye çalışırdı.

Öte yandan tarih, İslam medeniyeti, daha önce yaşamış ulema ve suleha hakkında derin bir bilgiye sahipti. Yurt içi gezilerinde Hocamızın rehberliğinde yapılan Anadolu gezileri doyumsuz olurdu. Her ilin manevî büyüklerini, yaşamış ve yaşayanlarını bilir, anlatır ve geziye kalıcı manevî izler katardı. Osmanlı ve Selçuklu medeniyetini iyi bilir ve merakı nedeniyle bu konuda araştırmalar yapardı.

Her hususta azim ve gayret sahibiydi ama asla hırslı değildi. Çalışmayı sever, hastalandığı zaman hizmet ederek, çalışarak, sohbet ortamlarına devam ederek şifa bulmayı ilke edinirdi. Tembelliği hoş görmez, bir müslümanın “bekleyen değil, beklenen olması” gerektiğini vurgular, hayatında da uygulardı.

Lise yılları zorluk ve yokluk içerisinde geçmesine rağmen tahsilini ve ilmî eğitimini ihmal etmemişti. Osmanlı’nın son devir âlimlerinden özel dersler alarak kendini yetiştirmişti.

 En zor ve en tehlikeli şartlar altında bile hizmetten asla geri durmazdı. Hatta temposunu daha da artırırdı. Yılgınlık, karamsarlık, ümitsizlik haline hiçbir zaman şahit olunmamıştır. Her şartta ümitvar haliyle talebelerine örnek oldu. Her zaman başı dik olarak bir ömür boyu hizmetlerini ifa etti. Azıcık bir hizmetten mutluluk duyar önemserdi. Hiçbir hizmetin küçük görülmemesi gerektiğini vurgular ve yapılan hizmetlerden heyecan duyardı. Nevşehir gibi küçük bir ilde Mefkûreci Öğretmenler Derneğini kurmuş ve kısa zamanda 68 şubeye ulaşmasına vesile olmuştur. 1995 yılında Enderûn Eğitim Vakfı Ankara şubesinin açılışı için Ankara Menekşe sokakta birlikte yürürken, Mefkureci Öğretmenlerin Ankara hizmetleri ile ilgili hatıralarını anlatmış, duygulanmış ve bir defasında Ramazanda iftar vakti insanların sokakları boşaltıp evlerine çekildikleri anda, kendisi yalnız başına sokaklarda bir simitle iftar ettiğini ama o hazzı unutamadığını heyecanla anlatmıştı.

İnancında ve fikrinde sebatkâr, metîn ve kuvvetli idi. Olaylar ve hadiselere karşı duygusal değil basiretle ve sabırla yaklaşır, teenniyi elden bırakmazdı. Herkese cesaret verir, talebeleri onu dağ gibi hissederler ve ondan cesaret alırlardı. Konjonktürel dalgalanmalara karşı itidalle yaklaşır, gerek amelî, gerek fikrî, gerekse sosyal konularda zikzak çizmezdi. Talebelerini de bu dalgalanmalara karşı itidal çizgisinde korumayı başarırdı. Taşkınlıktan ve tehevvürden uzak dururdu.

Hiçbir engel, onu davasından alıkoyamamış yavaşlatamamıştı. Zor günlerde, en önde ve en başta kendisi bulunur, talebelerini yalnız bırakmaz, onlara örnek olurdu. Hizmetlerdeki zor günlerin “hasat-harman zamanı” olduğunu söyler, “bu zamanda az amelle çok sevapların alınacağını” ifade ederdi. Asıl bu günlerde ümmete öncülük edilmesi gerektiğini söyler ve uygulardı. “Müslüman demir leblebi gibi olmalı, düşmanlarının dişlerini kırar, yuttuğu zaman da midesine oturur ama asla erimez ve taviz vermez” derdi.

Muhterem Hocamız hastalığı döneminde Kıssalar Hisseler Kitabının 2. cildini yazarken, yazıları tashih için gözden geçirdiğimiz zaman: “Hocam çok cesurca yazmışsınız” dediğimizde: “Bizden öncekiler cesurca başlarını verdiler. Biz cesurca kalem oynatmışız çok mu?” diye cevap vermişlerdi.

O, bizden biriydi, bizlerin arasında bulunur, bizler ne yersek onları yer, bizler ne giyersek onları giyerdi. Araya mesafe koymaz, herkesin seviyesine göre davranırdı ama bu durum onun vakarından hiçbir şey eksiltmezdi. Rasulullah Efendimizi örnek aldığı için tabii davranır ve yapmacık davranışlardan uzak dururdu. Bu yüzden herkes onu hem çok sever, hem çok sayar, bir o kadar da çekinirdi. Müslümanın hafifmeşrep olmaması gerektiğini eğitimlerinde vurgulardı.

Borçlu olmaktan hoşlanmazdı. Çok az borçlanırdı. Borçlanmak mecburiyetinde kalmışsa biran önce o borcunu öderdi. Çoğu kere vadesi gelmeden borcunu öderdi. Maaşları ile yetinemeyen kardeşlerin bu hallerini gereksiz harcama ve kaldıramayacakları külfetlerin altına girmelerine bağlar, israftan uzak durmayı telkin ederlerdi.

Hayatı boyunca sade bir evde oturmuş, hatta kaloriferli bir eve taşınma konusunda kendisine yapılan teklifleri reddetmiş ve bu güzel hayatını sobalı evde tamamlamıştı. Evinde kırk yılın üzerinde eşyaların kullanıldığı oldukça sade bir yaşam tarzını sevmişti.

Her zaman kanaat sahibi olup Allah Teâlâ’nın taksimine razı olur ve nasibiyle yetinirdi. Hatta hayatının bir döneminden sonra aile içerisindeki bir muhabbetlerinde “çok şükür zengin olma tehlikesini atlattık” buyurmuşlardı.

Kendisinde birçok özel bilgi ve manevî hal olduğu halde gizlemiş ve kendi nefsine pay çıkarmamıştı. Bunlarla otorite kurma ve benimsetme gibi suni yöntemlere başvurmamıştı. İstikametin Kur’an ve sünnet yolunda olmaktan geçtiğini söyler, “ben şeriat adamıyım” buyururlardı. Harikulade hallere takılıp kalınmaması gerektiğinin eğitimini de verirlerdi. Aynı zamanda kendisinde rüya tabir etme ilmi vardı. Ama rüyaların başkalarına delil olmayacağını vurgular, gören kişinin kendisini bağlayacağını ifade ederlerdi.

İlmen, ahlâken, amelen ve yaşça büyük olanlara karşı hürmet gösterir, saygı duyardı. Kendisinden yaşça çok küçük talebeleri ya da misafirleri evine ziyaret için geldiklerinde bütün ikramları kendisi yapar ve asla başkasına bu hizmeti bırakmazdı.

Muhterem Hocamız Halil Günenç Hoca Efendi ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatmışlardı:

“Bir gün Nizip Müftüsü Selahaddin Hoca, Halil Günenç Hoca Efendinin ziyaretine gelmişti. Bu arada benimle de görüşmek istemiş, akşamdan sonra bize gelmişlerdi. Selahaddin Hoca benimle görüşmek isteğini Halil Günenç Hoca Efendiye geç haber verdiği için geleceklerinden bizim haberimiz de geç oldu. Dolayısıyla yemek hazırlığı için yeterli zaman kalmamıştı. O gün ev halkı için Urfa’nın meşhur patlıcan kebabı hazırlanmıştı. Onu misafirimizin sofrasına koyduk, ilave bazı yiyecekler de konuldu. Patlıcan kebabı yenilirken, Selahaddin Hoca, Halil Günenç Hoca Efendiye:

—Buyur Hocam sünnetleyelim, diyordu.

Halil Günenç Hoca Efendi ile ayrımız gayrımız olmadığı için, evdeki durumdan haberdardı. Bu yüzden,

-Selahaddin Hoca bu yemeği sünnetlemek haramdır, diye latife yaptı.

Tabii Selahaddin Hoca ev halkı için hazırlanan yemeğin kendilerine takdim edildiğinden haberdar olmadığı için, Hoca Efendinin yaptığı latifenin farkında değildi.”

Kendi hocalarına ve kıymetli zevata karşı büyük bir mahviyet duygusu içerisinde kemal-i edeple davranır, tazimde bulunurdu.

Tevekkül sahibi olup kendi üzerine düşeni yaptıktan sonra Allah Teâlâ’ya ümit bağlar, ona güvenir ve dayanırdı. İşin iyi bir şekilde neticelenmesinden dolayı hamd eder, şükreder ve asla kendi nefsine pay çıkarmazdı. Şayet işin sonu kötü ve istenmeyen bir şekilde zuhur ederse asla ümitsizliğe düşmez, etrafındaki insanlara ümitvar olmanın en güzel örneklerini sergilerdi. Ümitsiz olmazdı ama kendi nefsimizden kaynaklanan bir hata olup olmadığının tefekkür edilmesini, varsa hata ve kusurların düzeltilmesini talebelerine tavsiye eder, kendisi de böyle yapardı.

Bütün müslümanların başarısından ve hizmetlerinden hoşlanır, mutlu olur, sevinirdi. Onlara dua eder ve asla haset etmezdi.

Dilini kötü söz ve konuşmalardan korur, malayaniden uzak dururdu. Boş ve faydasız işlere zaman harcamaz hatta hoşlanmazdı.

Doğal, tabii, dürüst bir şahsiyete sahipti. Kendisinde bir farklılık görmez, nefsini hep günahkâr görürdü. Bunu da mütevazılık olsun diye yapmaz hakikaten buna inanırdı. Hiçbir talebesinin onun hakkında şüphesi olmamış, akıllarından bile geçmemiştir. Hayatı boyunca sabıkası olmamış, kendisini zor duruma sokacak bir davranışına şahit olunmamıştır. Elinden, dilinden, ilminden, amelinden ve eğitimciliğinden hep emin olunmuştur.

Sözünü ve vaat ettiği şeyi yerine getirirdi. Sözünde durmadığına şahit olunmamıştır. Allah’a verdiği kulluk sözünü yerine getirmede ciddi bir gayret gösterir ve bu konuda tekâsül göstermezdi.

Her işinde, her sözünde çok tabii, küçük büyük, fakir zengin, cahil âlim, her insanla ilişkilerinde çok samimi ve çok mütevazı idi.

Mürüvvet ehli olup insana yakışanı yapar asla yapılan iyiliği unutmazdı. İyiliğe karşı iyilikle mukabele eder hatta kötülüğe iyilikle karşılık verdiği hayatında birçok örnekte görülmüştür. Defaatle, “Varsa, değil kardeşlere, bana düşmanlık yapanlara bile bütün hakkımı helal ediyorum. Onların bu yüzden eziyet çekmelerinden dolayı, Allah Teâlâ’dan hayâ ederim.” buyururlardı.

Kendilerinde kibir, ucub ve gurur hastalığı olan kimselere karşı ise tevâzû göstermez İslam’ın bu konudaki ölçülerine göre hareket ederdi.

Bir defasında İmam Hatip Lisesine müdür olarak tayini çıktığı ilin Milli Eğitim Müdürünü nezaket ziyareti ile makamına gittiğinde, Hocamız kapıdan girince kendisini tanıtmış ama il müdürü başını kaldırıp bakma gereği bile hissetmeyip imam hatip müdürü olmasından dolayı küçümseyince, Hocamız, otur denilmeden il müdürünün tam karşısına geçip oturmuş ve ayak ayaküstüne atarak yayvan bir şekilde kibirli bir oturuşla kendisini konuşlandırmış. İl Müdürü ise gözlüğün altından baktığında karşısında oturuşu görünce derhal toparlanmış, hatasını anlamış ve “müdür bey hoş geldiniz” diyerek kendisini düzeltmiş. Hocamız bu örneği bize anlattığında: “Aslında böyle oturuş İslam adabına aykırıdır ama kibirliye karşı kibirlenmek, aynı zamanda müslümanın vakarını korumaktır” buyurmuşlardı.

Öfkeye sebep olacak söz ve davranışlara kızmaz, tahammül gösterirdi. Ayrıca iş ve hizmetlerde kolaylık gösterir, yumuşak ve müsamahakâr davranırdı. İnsanlara hakaret ettiği vaki olmamıştır. Tabii ki bu yumuşaklığı beşerî münasebetlerde ve kişilerin şahsını ilgilendiren hususlarda olurdu. İslâmî hükümleri uygulamakta durum değişir ve İslâm’ın bu konudaki ölçülerine göre davranırdı.

Garip ve mazlumlara karşı merhamet duygusu yüksekti. Fakir ve muhtaçların ihtiyaçlarını imkânı ölçüsünde seve seve gidermeye çalışır, eğer kendi imkânı yoksa imkânı olan kimseleri vesile ederek bu ihtiyaç sahibinin, işini görmeye çalışırdı. İsraf ve lükse para harcamaz fakat hizmetlere ve ihtiyaç sahiplerine tasadduk etme de cömert davranırdı. Öğrencilere imkânı dâhilinde burs verir ve hizmetlere vermeyi planladığı mutat maddî destekleri zamanını geçirmeden verirdi. Emekli maaşını bankada hiç bekletmemeye ve o ortamda fazla kalmamasına özen gösterirdi.

Zor ve meşakkatli işleri kendisi yüklenir, fedakârlık isteyen risk taşıyan hizmetlerde öne geçerdi. Din kardeşinden önce o işi omuzlar, nimetin paylaşımında ise arkada kalmayı tercih eder, bundan da hiçbir sıkıntı duymazdı. Kardeşlerini ve talebelerini daima kendi nefsine tercih etti.

Bütün müminleri kardeş bilir ve onları önemserdi. Hususiyetle de talebelerini ve hizmet içerisinde bulunan kardeşlerini çok önemser, onlara ayrı bir değer verirdi.

Her zaman için kötülüğe iyilikle mukabele etmiş, kendisine düşmanlık yapanlara bile selam ve ilgiyi kesmemiştir. Hata ve kusur yapanlara karşı üzüldüğünü belli etmez, küsmez ve kırılmazdı. İnsanların ayıp ve kusurlarına muttali olunca, şayet bu hata ve kusurlar başkalarına zarar vermiyor, bir fitneye vesile olmuyor ve sadece o kişinin şahsında kalıyorsa görmezlikten gelir ve başkalarına açıklamazdı. Ancak özel olarak ya da genel sohbetlerin içerisinde bu kusurların düzeltilmesi için genel ifadelerle nasihat ederdi. Kişiler kendileri anlarlardı ve toplum içerisinde rencide olmazlardı. Onun nasihatleri batmaz, insanlara hoş gelirdi.

“Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ‘görmezlikten gelme’ sünneti vardır, bu sünneti de özellikle çocukların eğitiminde icra etmek lazım gelir” buyururlardı.

Bir defasında çok soğuk ve karlı bir kış gecesinde yazı yazarken dışarıdan bir merkebin inlemesini duyar. Kalkar ve evinden dışarı çıkar bakar ki merkep çok üşüyor ve titreyerek inliyor. Bunu görünce dayanamaz, derhal içeri girer ve onun sırtına saracak bir şeyler arar, nihayet evden bulduğu bir örtüyle dışarı çıkar. Merkep oradan uzaklaşmıştır. Sokağa çıkar, aramaya başlar, ileride bir yerde bir sokağa girmiş ve kenarda beklemekte olduğunu görür. Minderi sırtına iyice sarar ve bağlar. O esnada kendisi de iyice üşümektedir ama aradan çok geçmeden, ayak tarafından öyle bir sıcak hava gelir ki sanki ayağını yakacak derecede ve kendisini ısıtır. Bundan ibret alarak kendi kendine der ki: “Ey Zeki, sen Rabbinden daha mı merhametlisin bak rabbin nasıl merhamet etti!”

Zaman zaman yalnız kaldığı dönemlerde “Garip Zeki” olarak tefekkür eder ve kendisini öyle nitelerdi. Garip’likten hoşlanır sadeliği sever. Şatafattan hoşlanmazdı.

Bir kimse, kendisine sır olarak bir söz söylemiş ise artık bunu emanet bilir ve asla ifşâ etmezdi.

İnsanların problemlerini başkalarına aktarmazdı. Tam bir güven ve itimat telkin ederdi. Dost ve sırdaş idi, vefakârdı.

Hocamızın vefalı oluşunun bir örneğini çok kıymetli Hocaları Hasan Aksay Bey anlatmaktadır.

“1955-1956’da, bir öğretim yılı beraber olduk, beraber çalıştık. O günlerden bugüne yarım asırlık bir mazide, her bayram arayıp sormak bakımından, daima üstünlüğü kendinde tuttu. Ağır hasta yatakta olduğu zaman dahi bu insanlık ışığını söndürmedi. “Sizi İstanbul’da bir doktora gösterelim” demek için son aradığımda, yataktan kalkamadığı halde, defalarca beni aradığını ve fakat belli etmediğini anladım. Sabah namazında camiye her zaman ilk giren insan gibi, gönül ve vefa kulvarında, hastalığında dahi ikinci sıraya kalmadı.”

İnsanlarla konuşur, görüşür ve yakınlık kurardı. Tatlı dilli ülfet ehliydi, dili anlaşılır, konuşma tarzı hoş idi. Her ortama göre etkili hitabeti olur ve şifahî sohbetlere ustalıkla başlar ve bitirirdi. Akıcı anlaşılır ve konuyla ilgili kalıcı örnekler vererek hitabet ile eğitimci özelliğini birleştirirdi. Uyguladığını anlattığı için etkili olurdu. İnsanları etkilemeye çalışmak gibi bir yapmacıklığa asla tevessül etmez, tabii konuşur ve anlatırdı.

Kinci ve intikamcı bir karaktere sahip değildi. Kendisine yapılan kötülükleri unutur, müminlere karşı kin, nefret ve buğz taşımazdı.

Müminlere karşı hüsnü zan sahibiydi. Kesin delille ispatlanmayan hiçbir şeye suizan yapmaz, buna fırsat vermezdi. Müminlerin aleyhinde konuşmaz, onların gıybetlerinin yapılmasına izin vermezdi. Bu yönü etrafındaki talebelerinin dışlanmamalarına, küsmemelerine sebep olduğu gibi kenetlenmelerine de vesile olmuştur.

Zarif, kibar ve latifeli bir yaşam tarzı vardı. Mütebbessimdi. Talebelerinin dertleri ile dertlenen, sevinçleri ile sevinen, şaka yerine latife yapmaya sevk eden bir ölçüsü vardı.

Sıcakkanlı, sempatik, yumuşak ve muhabbet ehli idi. Candan ve hasbî davranır ve kendinizi onun yanında çok rahat hissetmenizi sağlardı.

Her zaman, her durum ve şartta güler yüzlü ve tebessüm ehli olması davranışlarına yansımıştı.

Talebeleri arasında ayrım yapmaz, herkes ‘hocam en çok beni seviyor’ zannederdi. Talebelerinin birbirlerini kıskanacak ya da haset edecek duruma gelmelerine fırsat vermezdi. Onun gözünde her talebesi çok kıymetli idi ama en çok hizmet eden talebelerine de iltifat etmekten geri durmaz, onları örnek gösterirdi. Onun için ölçü, hizmet etmekti. Üstünlük de, hizmet etmekten geçerdi. Onlara çok düşkün idi. Talebeleri aramasa bile o arar ve hal hatır sorar, manevî durumları ile ilgilenirdi. Hasta olanları arar, sorar, takip ederdi. Ameliyat olanların durumlarını ameliyat öncesi ve sonrası mutlaka arar ve bilgi alırdı. Dua eder, moral verirdi. Hatta işsiz kardeşlerin iş durumları ile ilgilenir, onların iş bulmaları için elinden ne gelirse yapardı.

Yıllarca irtibatı kesmiş talebeleri ile karşılaşınca onlara asla kızmaz, mahcup etmez ve sanki hiç uzak kalmamış gibi sıcak ilgi gösterir, onları dışlamazdı. “Biz kim oluyoruz ki irtibatsız kardeşleri dışlayalım. Bizim gelecekte ne olacağımıza dair garantimiz var mı?” der ve onlara ilgide kusur etmezdi.

Bir ömür boyu evi talebelerine yirmi dört saat açık olmuştur. Gece yarıları problemlerini çözmek için giden talebelerine evini açmış, bundan yüksünmemiş ve “zamanı mı?” dememiş hatta mimiklerinden bile hissedilmemiştir. Ev telefonu bütün talebelerinde bulunur ve herkes ona kolayca ulaşırdı. Kapısına gelene müsait değilim diyerek reddetmez,  “Peygamberimiz öyle mi yapmış ki?” der ve kabul ederdi. Zamanından, ailesinden, ilminden ve her şeyinden fedakârlık yaparak talebeleri ile ilgilenirdi.

“Bir müslüman çileden zevk almalıdır. Dünyada rahat yok ama huzur vardır” buyururlardı. Zorluklar ve çile ona zevk gibi gelir, heyecanlanır ve asla tekâsül göstermezdi.

Hizmetlerde en ufak bir emeği küçük görmez ve esirgemezdi. Çok büyük bir hizmet aşk ve şevkiyle yapardı. Hiçbir talebesini de küçük görmez ona hizmet götürmeyi bir vazife bilirdi.

Günümüz teşkilatlarında ya da liderlerinde rastlanan insan harcama ya da önünü kesme hastalığını Hocamızda görmek mümkün değildi. Hiçbir kardeşini gözden çıkarmazdı. Onların hata ve kusurlarına sabreder ve nasihat ederek ilgiye devam ederdi.

Dine uygun işlerde insanların ihtiyaçlarından bahsedilince hayır diyemezdi. Hasta olsa, yorgun olsa dahi istenen hayırlı işleri reddetmez, fedakârlık yaparak elinden geleni yapardı.

Hem kendi torunlarını hem de talebelerinin çocuklarını çok sever onlara hediyesiz gitmezdi. Çocuk eğitimine önem verir onlardan ayrıca ibret aldığını, ders aldığını buyururlardı. Bazen çocukların ellerinden tutar, götürür ve onların istediklerini alarak sevindirirdi. Torunları ile şakalaşırdı. Birbirinden ayırt etmezdi. Çevresindeki bütün çocukların isimlerini bilir ve onlara isimleri ile hitap eder, latifeler yapardı. Onlara nasihatten de geri durmaz, eğitim verilecek bir anı boş çevirmez, onlara mesajı her fırsatta vererek eğitimlerine katkıda bulunurdu.

Din, ahlak, iffet ve namus konusunda duyarlıydı, insanların hak ve hukukunu gözetir kollardı.

Gevşetmeyen yumuşaklık ve bıktırmayan bir sertlik onun mizacıydı. Bilgi ve sevgiye dayalı otorite kurardı. İslamî hizmetlerin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgular, kendisi asla görevlerini ihmal etmediği gibi geciktirmezdi de. İşlerin zamanında yapılmasına önem verir ve kendi hayatında uygulayarak gösterirdi. Bir görev verdiği zaman, görev neticelenmişse neticesi, sonuca ulaşılamamışsa nedenleri ile beraber rapor edilmesini ister, görevin askıda kalmamasına özen gösterirdi.

Hocamız fıtraten lider ruhlu idi. Fert ve toplum psikolojisini çabucak çözer, onları yönlendirirdi. Eğitir ve manevî iklimde tutmayı Allah’ın izni keremiyle başarırdı. Çok keskin bir zekâ ve unutmayan bir hafızaya sahipti. Yıllar önce bir defa karşılaştığı bir kişiye ismiyle hitap eder ve nerde nasıl tanıştıklarını hemen söylerdi. O iyi bir yöneticiydi ama her şeyden önce tam bir liderdi. Hizmetlerini herhangi bir hoca efendiden miras almadan kendisi başlatmış, ölçülerini kendisi koymuş ve istikrarlı bir şekilde devam ettirmiş, konjonktürel dalgalanmalardan etkilenmeden toplumu yönlendirmeyi ve onları tehlikelerden korumayı, ayakta tutmayı başarmış bir liderdi.

Bilgilendirme, yönlendirme, uygulama metotlarını sistematik bir şekilde göstererek uygulayan teşkilatçı özelliğe sahipti. “İslamî hizmetleri, planlayacak, önemseyecek ve uygulayacaksınız” buyurarak organizasyonun temelini oluşturan prensiplerin önemine vurgu yapardı.

İnsanların kabiliyetlerini bilir ona göre görev verirdi. Talebelerinin önü açıktı, herkes kabiliyeti doğrultusunda ilerler ve önü kesilmezdi. Yapmacık payeler verilmesi onun teşkilatçılığına aykırı gelirdi. Onun nezdinde hizmet eden doğal olarak büyür ve yol alırdı.

Öte yandan, tarih, psikoloji, sosyoloji, yönetim, iş ve hizmet planlaması, olayları yorumlama konusunda üstün bir kabiliyete sahipti.

“Bir müslüman tebliğci, iyi bir psikolog olmalı, çünkü muhatabını kısa sürede tanımalı, iyi bir pedagog olmalı, çünkü muhatabın nasıl eğitilmesini gerektiğini bilmeli ki başarılı olsun,” buyururlardı.

İnce anlayış, derin tefekkür, basîret ve idrak kabiliyeti, sezgi ve tecrübe, ilk bakışta muhatabı tanıması en önemli özelliklerinden biriydi. Bir kimseyi ilk görüşte hakkında büyük oranda kanaat sahibi olur ve ilk intibaında çoğunlukla isabet ederdi.

Ayrıca bir konuyu tahlil etmek ve doğru bir netice tahsil etmek hususunda ciddi bir hususiyete sahipti.

“Günümüz müslümanlarının büyük bir çoğunluğunun, şirk, küfür ve mâsiyet pisliğinde kirlenmiş, basiretleri körlenmiş, idrak ve ferâsetleri kararmış, dolayısıyla dosta düşman, düşmana dost, hakka ve hayra mâni, batıl ve şerre yardımcı ve daha acısı işledikleri bu masiyetlerden habersiz olmalarına” üzülür bu konunun altını özellikle çizerlerdi.

Her hususta ifrat ve tefritten uzak dururdu. Tehevvür ve cebanetten de uzak dururdu. İtidali sever ve bu ölçüyü yaygınlaştırmaya çalışırdı. Mezhep, meşrep ve meslek taassubundan uzak dururdu.

İşleri zaman ve zeminine uygun tarzda, düşünerek, planlayarak, acele hareket etmeden teenni ile yapardı.

Günübirlik yaşamazdı. Çok büyük hedefleri olurdu ama küçük işleri de ihmal etmez, planlardı. İşlerini zamanında ve program dâhilinde yapar, ailesine, talebelerine ve kendine zaman ayırırdı. Geceleri, manevî hayatını hiç ihmal etmez, okumasını bir yandan devam ettirirdi. Bu işler için gece vaktini ve seherleri iyi değerlendirir, en yorgun zamanlarında, yolculuk ve misafirlik dâhil, geceleri manevî derslerini ihmal etmemiş, bir gün bile olsun aldıktan sonra terk etmemiştir.

Hakkı sahibine verir, haksızlıktan kaçınırdı.

Bütün hizmetlerini talebeleri ile istişare ederek yapardı. Kendisi bilse bile yine de onlara danışır, onları ortak eder, katılımlarını sağlardı. Yönetim anlayışında istişare sünnetine çok önem verir ve istişarenin üst düzey bir eğitim ortamı olduğunu vurgularlardı. İstişarelerde herkesin görüşünü çekinmeden söylemeleri için şeffaf ortam hazırlar, fırsat verirdi. Alınan kararlarda kararlı olur ve sonuna kadar uygulardı.

Kendi sorumluluk alanlarında mesuliyet sahibi idi. İşini ciddiye alırdı. Talebelerini eğitirken görev şuuru ve mesuliyet anlayışını yerleştirmeye çalışırdı.

Para, kadın ve makam zaafı yoktu. Her müslüman erkek için bu zaaflar çok tehlikelidir ama önemli insanlar için daha tehlikelidir. Toplumun izlediği, örnek aldığı insanlar bu zaafları üzerlerinde taşımamalıdırlar. Hocamızın hayatı boyunca bu üç zaafı olmadığına şahidiz. Sadece mütevazı bir maaş ile geçinir ve kimseye muhtaç olmazdı. Emekliliğine bir buçuk yıl kala memuriyetinden istifa etmiş, arkasından gelen üst düzey kamu bürokrasisinde önemli sayılacak makam tekliflerini reddetmiştir. “Talebelerime kıyamadığım için kabul etmedim” buyurmuşlardı. Birikmiş parası, icra edeceği mesleği yokken emekli ikramiyesinden vazgeçmişti.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.