MUHASEBE- Kurtulmak ve Kurtarmak İçin

Türkiye olarak, Türkiyeli bir mümin olarak konumumuza ve konumuza sahip çıkmamız gerekir. Konumumuz, kurtarmak; konumuz kurtuluş savaşı vermektir. Ancak önce bizim kurtulmamız lazım ki kurtarabilelim. Çünkü kurtulan kurtarabilir, yanan yakabilir, bilen bildirebilir, anlayan anlatabilir, idrak eden idrak ettirebilir, ayağa kalkan ayağa kaldırabilir.
1. Önce faizden kurtulmak gerekir.
İlâhî kurtuluş reçetesinin başında faizi bırakmak gelmektedir:
“Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/130)
Faiz, faiz verenin adeta cebinden zorla almaktır, hırsızlıktır, sonu fakirliktir, orta direği yok eden felakettir. Ezen ve ezilen katmanlarının oluşmasının, sadece zenginliğin bazı ellerde toplanmasının sebebidir.
Faizle ilgili ilk gelen âyet yukarıdaki idi. Sonra “Allah ticareti helal, faizi haram kıldı” (Bakara, 2/275) ayeti, daha sonra “Allah faizden geleni mahveder, sadakaları artırır.” (Bakara, 2/276), daha sonra da net olarak: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Rasûlü ile savaşa girdiğinizi bilin.” (Bakara, 2/278-279) âyetleri indi.
Demek ki faiz işi Allah ve Rasûlü ile savaşmaktır. Allah ve Rasûlü ile savaşanlar, önce mümin olsalar bile zamanla faizi helal görmeye başlayıp kâfir olabiliyorlar.
2. Cehenneme giden yolu bırakıp cennetin yoluna yönelmek.
“Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin” âyetinin peşine “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.” (Âl-i İmrân, 3/131) âyetiyle cehenneme götüren yollardan, özellikle faizden sakının, yoksa fert ve toplum olarak cehennemin yoluna girmişsiniz demektir buyruluyor. Bir sonraki âyette de “Allah’a ve Rasûle itaat edin ki size merhamet edilsin.” (Âl-i İmrân, 3/132) buyruluyor.
“Allah’a ve Rasûle itaat edin” demek; faiz sistemini yani kapitalizmi bırakın, İslam sistemine geçin, faizi değil karz-ı haseni, sadakayı ve bütçenin on katı potansiyel olan zekâtı alın, sahiplerine verin ki orta direk hâsıl olsun, zenginle fakir arası uçurum kalksın, zekât ve sadaka köprüsü kurulsun demektir.
3. Hayırda, faydalı olmada, cennete giden yolda yarışmak.
“Haydi, Rabbiniz tarafından bağışlanmak ve eni göklerle yer kadar geniş olan cennete girmek için birbirinizle yarışın ki (bu cennet) takva sahibi (mümin) kimseler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmrân 3/133) buyrulmuştur.
Cennet ehli olalım ki cennete gitmeden dünyada iken cennetin tadını alalım ve aldıralım, vatanımız da cennet vatanı olsun.
4. Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihleri örnek almak ve başkalarına örnek olmak.
“O (takva sahibi) kimseler, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah muhsin (iyi yapan, iyilik yapan ve Allah’a, Allah’ı görürcesine kulluk eden) kimseleri sever.” (Âl-i İmrân 3/133) buyrulmuştur.
Kafa yapısı sağlam erdemli insan yetiştirecek okullara, hayır kurumlarına sahip çıkarak, işgücü oluşturacak, üretim yapacak işletmeler, veren el olup alan el olmamak yani ithalat yapan değil ihracat yapan oluşumlar kurarak.
Öğrendiklerimizi önce başkaları için değil, önce kendimiz amel etmek için öğrenmek, “kimse olmasa, sadece ben kalsam bile gerekeni yapmam gerekir” düşüncesiyle hareket etmek. Vakıf insanı olmak, evladımızdan birisini bu işlere vakfetmek, günün belli saatini bu ideal için ayırmak, harp çıktığı zaman harpte bir görev alır gibi görev almak lazımdır.