MUHASEBE-İslâm Kardeşliğinin Devam ve Kemâle Ermesinde Bize Gerekenler / 2

MUHASEBE-İslâm Kardeşliğinin Devam ve Kemâle Ermesinde Bize Gerekenler / 2

 

3. İslâm kardeşliğini bozan şeylerden son derece sakınmak.

Su-i zan bir çeşit yalandır. Zan hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”  (Hucurât sûresi 49/12)

Müslümanın herhangi bir konuda herhangi bir kimse hakkında delil olmadan hüküm vermesi doğru değildir. Delil olmadan hükmederse zan ile hükmetmiş olur ki işte bunu Allah Teâlâ yasaklamaktadır. Zira Müslüman bunların çoğunda hata eder.

Zandan sakınılmasının bir sebebi de netice itibariyle yalan olmasıdır ki işte bunu da Hz. Peygamber (s.a.s.) şu hadîs-i şerîflerinde yasaklamıştır: “Zandan sakının. Çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır.” (Buhârî, Vesâyâ, 8, Nikâh, 45, Ferâiz, 2, Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 28; Tirmizî, Birr, 56.)

Zan hakikati ifade etmez. Hakikati ifade etmeyince onunla hükmedilmez. O ancak yanlış olur, yalan olur. Bir kimse Allah’ın uyarısına ve Hz. Peygamber’in yasaklamasına önem veriyorum diyorsa delil olmadan hiçbir kimse hakkında hüküm veremez. Delil, o anlayışı veya davranışı kesin olarak Allah ve Rasûlü’nün yasaklamış olmasıdır.

Allah Teâlâ, kâfirleri kınama sadedinde şöyle buyurmuştur: “Onlar ancak zanna ve nefislerin arzu ettiği şeylere uyarlar.” (Necm sûresi 53/23)

Âyet ve hadîslerde kınanan ve yasaklanan zan su-i zanla ilgilidir. Müslümanlarla ilgili daima hüsn-i zan etmelidir. Güvenmek ayrı bir konu, herhangi bir insana delil olmadan su-i zan etmek ayrı bir konudur. Onunla iş yapmak, dayanışma içine girebilmek, ona idare işini havale etmek ve ona bir sırrı emanet etmek vs. gibi konularda elbette hemen hüsn-i zan etmek de yanlış, hemen ona su-i zan etmek de yanlıştır.

Allah’tan korkan kimse, Allah’ın kendisi ile daima beraber olduğuna ve her şeyini takip edip denetlediğine inanır, yalan söylemez ve iftira etmez. Doğruluğundan emin olmadığı hiçbir sözü, haberi, hükmü söylemez.

Yalan, Müslümanın özelliği değil, münafığın özelliğidir. Yalandan sakınmak demek bir bakıma münâfıklıktan sakınmak demektir. Zaten bir kalbe Allah korkusu yerleşirse dil ancak gerekli olan sözü söyleyebilir. Zira dilin kilidi kalptedir. Âhirette hesaba çekileceğine gerçekten inanan diline sahip olur.

Şu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf sûresi 50/18)

Münâfıklık alâmetlerinden birisi de yalancılıktır. İşte hadîs-i şerîf: “Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse tam münâfık olur. Kimde bu huylardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar o kişide münâfıklıktan bir özellik bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiğinde ona ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden cayar ve düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, Îmân, 24, Mezâlim,17, Cizye, 17; Müslim, Îmân, 106; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, Îmân, 14; Nesâî, Îmân, 20.)

İftira, bir insana yapmadığı bir şeyi yaptı demesi, söylemediği bir şeyi söyledi demesi veya kendisinin yaptığı ve kendisinin söylediği bir şeyi bir başkasının üzerine atarak yaptı veya söyledi demesidir. Bu, insana yapılan bir eziyettir, Allah Teâlâ’nın yasağını çiğnemektir: “Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. (Nisâ sûresi 4/112)

“Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb sûresi 33/58)

Bir kimseye iftira atınca, üzerine atılan çamurun çıkması hayli güç olmaktadır. O çamur insanda olduğu müddetçe o insan ondan dolayı eziyet görür. O eziyet gördükçe de iftira atan kimsenin günahı devam eder. İftira vasıtası bu asırda daha geniş ve daha yaygındır. Helalleşme ancak o vasıtalarla o kadar kişiye doğrusunun ulaşması şartıyla olabilir.

Mümin onu bunu kötülememeli ve lanetlememedir. Zira bunlar mümine yakışmaz.

Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Mümin; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” (Tirmizî, Birr, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 405, 416.)

4. İslâm kardeşliğini devam ettiren sebeplere ve vesilelere tutunmak.

a) Birbirimize güler yüzlü olmak

Ebû Cürey Câbir b. Süleym (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’den nasihat isteyince şöyle buyurmuştur:

“Hiç kimseye sövme.”

Ben de ondan sonra ne hür ne köle hiçbir kimseye, ne deve ne koyun hiçbir hayvana sövmedim. Sonra tavsiyesine şöyle devam etti: “Hiçbir iyiliği küçük görme; kardeşinle güler yüzlü bir vaziyette konuş; çünkü bu da bir iyiliktir.” (Ebû Dâvud, Libâs, 24; Tirmizî, İsti’zân, 27.)

“Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçümseme!” (Müslim, Birr, 144; Tirmizî, Et’ıme, 30, Birr, 45; Ebû Dâvûd, Libâs, 24.)

Hz. Peygamber aleyhisselam şu hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur: “Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36.)

“Her ma’rûf sadakadır, din kardeşini güler yüzle karşılaman da ma’rûftandır.” (Tirmizî, Birr, 45.)

b) Kardeşler arasını bulup barıştırmak

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.” (Hucurât sûresi 49/10.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) şu iki hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur: “Her pazartesi ve perşembe günü ameller Allah’a arz olunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah’a şirk koşmayan her kula günahları bağışlanır. (Meleklere) Siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur.” (Müslim, Birr, 36; Ebû Dâvûd, Edeb, 55.)

“Kim, din kardeşini bir yıl terk edip küserse bu, onun kanını dökmek gibidir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 55.)

Hz. Peygamber bir gün sahabeye: “Oruç, namaz ve sadakadan daha üstün olan bir şeyi haber vereyim mi?” buyurdu. Sahabe: “Evet, haber ver” dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): “İki kişinin arasını bulmaktır. İki kişinin arasının bozuk olması (dini kökünden) kazır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Kıyâmet, 57, H. No: 2511.)

c) Birbirimizi Allah için ziyaret etmek

Muaz b. Cebel (r.a.), Rasûlallah (s.a.s.)’ı şöyle buyururken işittim diyor: “Allah Teâlâ buyuruyor ki, ‘Sırf benim rızam için birbirini seven, benim rızam için bir arada oturan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için birbirlerine varlıklarını adayanlar, benim sevgimi hak ederler.’” (Muvatta, Şa’r, 16.)

Başka bir hadiste de ziyaret âdâbını şöyle buyurarak öğretiyor: “Ara sıra ziyaret et ki sevgi artsın!” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 62.)

Başka bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur: “Allah için ziyaret et! Zira kim Allah için (bir kardeşini) ziyaret ederse yetmiş bin melek ona (yerine dönünceye kadar ikram ve değer vermek için) eşlik ederler.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 63.)

Ziyaretle ilgili âdâba uymak gereklidir: İzin, gidiş, eve giriş, evde oturuş, giyilen elbise, konuşma vs.

4. İslâm kardeşliğini devam ettiren sebeplere ve vesilelere tutunmak

d) Birbirimizin hatalarını bağışlamak

İnsanın hata edebileceği gerçeği herkes için geçerlidir. Sadece bizim için değil, karşıdaki insanlar için de geçerlidir.

Suç işleyen insan, affedilmeye layık olmasa bile, onu affetmeye layık görmeli ve affetmelidir. Af, hem insanın kendisini hem de karşıdakini kazandırır.

Af, suçu ve suçluyu artırmadıkça tercih edilen bir değerdir.

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve muttakîler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! O muttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar/yener, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Âl-i İmrân sûresi 3/133-134)

Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’e: “Size kötülük ediyorlar sen iyilik ediyorsun, sana zulmediyorlar sen affediyorsun, senden alakayı kesiyorlar sen ise onlardan alakayı hiç kesmiyorsun, neden böyle yapıyorsun?” diye sorduklarında onlara: “Benimle onlar arasında fark olmasın mı?” diye cevap veriyor.

İnsanı yanlışlığa ve kötülüğe iten kişinin nefsidir. Kişinin nefsi kişinin köpeğine benzer. Nasıl ki kişinin köpeğinin yaptığı yanlışlıktan dolayı o kimseye hakaret edilmeyip affedilirse biz de o kimseyi affetmeliyiz. Ancak, köpeğine sahip ol denir. Şu da bir gerçektir ki dostun köpeğinin bile hatırı vardır denir. Nasıl ki o köpeğe dostundan dolayı iyilik edilirse sahibine daha fazla iyilik edilmelidir. O kardeşe nefsinden dolayı kızmayıp onu affetmeliyiz.

Kötülüğü iyilik yok eder. Kötülüğü iyilikle yok etmenin çaresi hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost(un olmuş) dur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Fussilet sûresi 41/34-36)

Dünyada öfkesini yutana, Allah Teâlâ’nın âhirette vereceği lütfu açıklama sadedinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her kim, yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse, kıyamet günü bütün mahlukâtın önünde Allah onu çağıracak, nihayette onu cennet hurilerinden dilediğini almakta muhayyer kılacaktır.” (Tirmizî, Birr, 74.)

e) Büyüklerimize hürmet ve küçüklere merhamet

Bu konuda şu üç hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimizin hakkını bilmeyen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 66; Tirmizî, Birr, 15.)

“Saçı sakalı ağarmış Müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla amel etmekten kaçınmayan Kur’ân hâfızına ve âdil devlet başkanına saygı göstermek, Allah Teâlâ’ya duyulan saygıdandır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, Edeb, 23.)

“Bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara ikram (ve hürmet) ederse Allah da o kimseye onun yaşına geldiğinde ikram (ve hürmet) edecek kimseyi (halk ve) takdir eder.” (Tirmizî, Birr, 75.)

f) Kimseye eziyet etmemek, eziyetlere tahammül etmek, elin ve dilin eziyetlerinden sakınmak

Ebû Mûsâ (r.a.) şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü! Müslümanların hangisi en üstündür, diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimsedir”. (Buhârî, Îmân, 4, 5, Rikâk, 26; Müslim, Îmân, 64, 65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, Kıyâmet, 52.)

Başka bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dilini tutan kurtuldu.” (Tirmizî, Kıyâmet, 50.)

Anlaşılan o ki dilini koruyan, dinini koruyan demektir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.