MUHASEBE – İbrahim Cücük – Bir Mü’mine Yetecek 4 Hadis-i Şerif
1
إنما الأعمال بالنيات، وإنما لكل امرئ ما نوى. فمَنْ كانت هجرته إِلَى اللَّه ورسوله فهجرته إِلَى اللَّه ورسوله، ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة ينكحها فهجرته إِلَى ما هاجر إليه.
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân, 41, Nikâh, 5, Menâkıbu’l-ensâr, 45, İtk, 6, Eymân, 23, Hiyel, 1; Müslim, İmâret, 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd, 16; Nesâî, Tahâret, 60; Talâk, 24, Eymân, 19; İbn Mâce, Zühd, 26.)
Ulema şunda ittifak etmişlerdir: Mü’min olan mükelleften sadır olan bütün ameller, ancak niyetle muteber olur ve ancak niyetle olan amele sevap verilir.
Namaz, hac ve oruç gibi belli başlı ibadetlerde niyet, ibadetlerin rükünlerinden bir rükündür ki bu ameller ancak niyetle sahih olurlar.
Abdest ve gusül gibi vesile olan amellere gelince, Hanefîler: Sevabın elde edilmesi için kemal şartıdır, derler. Şafiiler ve diğerleri: Sıhhat şartıdır ki ameller ancak o vesilelerle sahih olur, derler.
Niyetin Vakti ve Yeri: Namazda iftitâh tekbiri, haccın ihramı gibi ibadetlerde niyetin vakti, ibadetin başındadır. Oruca gelince, ibadetten önce niyet etmek kâfidir, zorluk olunca da fecre kadar bekletilebilir. Nafile olan oruçlarda ise öğleden önceye kadar niyet edilebilir.
Niyetin yeri, kalptir. Niyeti dille telaffuz etmek şart değildir. Kalple birlikte kalbe yardımcı olarak dil ile niyet etmek müstehaptır.
Niyet edileni, diğerlerinden ayırmak için niyetin tayini şarttır, öğle namazı veya ikindi namazı gibi.
Hicretin vacipliği: Dinini açıkça yaşaması mümkün olmayan mü’mine küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek vaciptir. Bu hüküm bâkîdir, herhangi bir kayıtla kayıtlı olamaz.
“Fetihten sonra hicret yoktur” hadisinden maksat, Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur, demektir. Çünkü Mekke İslâm yurdu olmuştur.
“Muhacir, Allah’ın yasaklarından hicret edendir” (Buhârî, Îmân 4-5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64-65; Ebû Dâvûd, Cihâd 2;) hadisinin manası: Yasaklardan ayrılmaktır. Müslümanın, Müslüman kardeşinden ayrılması, üç günden fazla küsmemesi, kocanın, hanımının yatağını terk etmesi, bazen asi Müslüman kardeşini terk etmesi ve kocanın, huysuz hanımını kısa bir müddet terk etmesi edeplendirmek düşüncesiyle vacip bile olur.
Hadisin manası: Kim salih bir amele niyet etse, hastalık veya ölüm gibi buna benzer engeller o salih ameli işlemeye engel olsa yine de o niyete sevap verilir.
Beydâvî, ameller niyetsiz sahih olmaz, der. Çünkü amelsiz niyete sevap verilir, ama niyetsiz amel hebadır.
Ameldeki niyet, ceseddeki ruh gibidir ki ruhsuz cesedin bekası olmaz, ruhun bu âlemde ortaya çıkması cesetle alakası olmadan da olmaz.
Bu hadis-i şerif şu gerçeği ortaya koymaktadır: Amellerde ve ibadetlerde ihlâs olacak ki âhiretteki sevabı ve ecri, hayırlara başarı ve dünyadaki kurtuluşu da elde edebilelim.
Niyet, ihlâs ve Allah Teâlâ’nın rızasını düşünerek yapılan her hayır ve faydalı olan şey ibadettir.
2
لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّي يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ.
“Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72; Tirmizî, Kıyâmet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9.)
İki türlü kardeş vardır: Din kardeşi ve insan kardeşi. Din kardeşi Müslümanlardır, insan kardeşi ise aynı ana-baba, Âdem aleyhisselam ve Havva’dan gelme olan gayrimüslimlerdir.
Kendimize istediğimiz imanı gayrimüslimler için de istemezsek “küfre rıza küfürdür” kaidesi gereği kâfir oluruz. Yine kendimize istediğimiz herhangi bir şeyi Müslüman kardeşler için de istemezsek kâmil mü’min olmayız.
Birisi imanın temeline ait, diğeri imanın kemâline ait olmuş olur.
İnsanlar birbirlerini üç derecede sever denmiştir:
a) Çalıştırdığı kişi kadar sever, ona malının sadece fazlasını verir,
b) Kendisi kadar sever, malının yarısını verir,
c) Kendisinden daha fazla sever, kendisi muhtaç iken kardeşini kendisine tercih eder, hepsini ona verir.
Eğer biz insanlar birbirimizi işçimiz kadar sevsek dünya cennet olur.
Mü’minlerin birbirlerine olan alakasına dair Hz. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Mü’min için mü’min birbirini perçinleyen duvar gibidir.” (Müslim, Birr, 65; Buhârî, Salât, 88, Mezâlim, 5; Tirmizî, Birr, 18; Nesâî, Zekât, 67; Ahmed, IV, 404, 405.)
Biz kendimiz için dünya ve âhirette ne istiyorsak kardeşlerimiz için de onu istemeliyiz.
3
مِنْ حُسْنِ إِسْلَامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لَا يَعْنِيهِ.
“Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” (Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12.)
Mü’min kişinin kendi konumunu bilmesi, idrak etmesi gerekir. Mü’minin konumu, dünyanın ve cennetin, insana hizmet için yaratılmış olmasıdır.
Bir reisicumhurun insanlar üzerinde nasıl bir mevkii varsa insan da diğer yaratıklar üzerinde öyle bir konuma sahiptir.
Demek ki mü’min insanın da konumuna uygun hareket etmesi gerekir.
Şeyh Sadi-i Şirâzî ne güzel demiştir: “Bulut, rüzgâr, ay, güneş, dünya, hep sana hizmetteler, ta ki eline bir ekmek geçiresin de onu gafletle yemeyesin diye.”
Mü’min kişi kendisini doğrudan ilgilendirmeyen şeyle meşgul olursa, kendisini doğrudan ilgilendiren şeylerle uğraşmaya engel olmuş olur.
Hz. Ömer (r.a.), “Mesul olduğun şeyle meşgul ol!” demiştir.
Hayat boyu bu sözü kendimize söylenmiş bir nasihat olarak kabul edip daima mesuliyetimizle uğraşmamız gerekmektedir.
İnsanın hem Hakk’a hem halka karşı mesuliyeti yani sorumluluğu vardır.
Hakka karşı mesuliyeti, iman ve imana göre kulluk etmek, dinin Müslümanlara tatbikini, gayrimüslimlere de tebliğini temin etmektir.
Mü’min insan hiçbir vaktini boşa harcayamaz. Zira bu kısa ömürde ebed gizlidir. Bu kısa ömürle sonsuz cennet kazanılmaktadır.
İşte bu konuda Hz. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kul, kıyamet gününde; ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından hesaba çekilmedikçe bulunduğu yerden iki ayağı kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1.)
Bu hesabı düşünen ve inanan kimse malayani şeylerle uğraşamaz.
Malayani ile uğraşan hemen tövbe etmelidir. Ahiret için olan, dünya ve ahiret için doğru ve faydalı olan işlerle uğraşan kimse malayani ile uğraşmaz.
4
إِنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ، والْحَرَامَ بَيِّنٌ، وبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ، فَمَنِ اتَّققَى الشُّبُهَاتِ فَقَدِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ، وعِرْضِهِ، ومَنْ وقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وقَعَ فِي الْحَرَامِ، كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى، يُوشِكُ أَنْ يَقَعَ فِيهِ، أَلَا وإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلَا وإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ، أَلَا وإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَلَا وهِيَ الْقَلْبُ.
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her hükümdarın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir” (Buhârî, Büyû’, 2, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 20, 107-108; Ebû Dâvûd, Büyû’, 3; Tirmizî, Büyû’, 1; Nesâî, Büyû’, 2, Kudât, 11; İbni Mâce, Fiten, 14.)
Allah Teâlâ en büyük nimet olarak imanı nasip etmiştir. İmanı korumak için ilim, amel, zikir ve fikri ortaya koymuştur.
Amel dediğimiz zaman, kalbin ameli, red ve kabulü içine almakta; dilin ve bedenin amelini de terk ve fiili içine almaktadır.
Terk ile kasıt, haramlar, fiil ile kasıt da helallerdir.
Helaller ve haramlar belli ancak arada şüpheliler vardır. Şüphelilerden sakınmamız için dinî şerefimizi korumak, Hak katında da takva gibi mü’mini kemale ulaştırana sarılmak, tutunmak gerekmektedir.
Helaller, insan fıtratına uygun olan, haramlar, insan fıtratına zıt olan, insan haysiyetine zarar veren çirkinliklerdir.
Mü’min, helal ile amel etmek, helali kazanmak, helal yere harcamakla Allah’ın rızasını kazanır.
Haramlardan sakınmamak, Allah’ın gazabını ve azabını kazandırır, insanlar nezdindeki itibarını ise kaybettirir.
Helali gözetip dikkat etmek, iman alâmetidir, haramlardan sakınmamak ise imana yani İslam’ı tasdik anlayışına zıttır. Haramlardan sakınmamak zamanla haramları helal görmeye götürür ki bu da imanı yok eder.
Çare, önce haramlardan uzak durup şüphelileri bile terk etmek, helal anlayışına göre davranmak, kalbi günahlardan tövbe ederek temizlemek, günah ehlini ve günah ortamını terk etmek, belki daha önemlisi sevap ehlini bulmak ve sevap ortamında bulunmaktır.
Netice itibariyle kalp, niyeti sahih olur ve günah kirlerinden temizlenirse, kalbiyle, diliyle ve bedeniyle zikrederse, salih amellerin bereketinden de istifade ederse huzur bulur.
Kalp huzur bulur, itminana ererse kalp bedene ve dile tesir eder, dilde ve bedende güzel ameller görülür.
Allah (c.c.), bizi kalbini günah kirlerinden koruyup salih amellerle, özellikle zikirle nurlandıranlardan kılsın.