MUHASEBE – Hayır ve Hayra Davet/İbrahim Cücük

Allah Teâlâ şöyle emretmiştir: “Sizden hayra davet eden, ma’rûfu emreden, münkiri yasaklayan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmran suresi 3/104)
Hayır ne demektir? Hayra davet nedir?
Hayır, Allah’ın razı olduğu, emrettiği, iyi ve güzeldir dediği, iman ve imanın gereği olan her şey; Allah’ın razı olmadığı, yasakladığı, kötü ve çirkin gördüğü şeylere şer deyip şerrin nehyini emreden İslâm sistemidir.
İslam hayrı emreder, şerri de yasaklar.
Hayrın başı imandır, tevhîddir. İman, Allah Teâlâ’yı, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ve Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiklerini tasdik etmek; tevhîd, Allah’tan başka Rab ve İlah olmadığını kabul etmektir.
Tevhîd, her şeyi yegâne tek olan Bir’e yani Allah’a nispet etmektir. Helal etmeyi de haram etmeyi de hüküm koymayı da sadece Allah’a ait kılmak ve sadece itikaden ve amelen Allah’ı ma’bûd-i hakîkî kabul etmektir. Lâ ilâhe illallah’ın manası da budur.
Hayrın devamı, imanı ve tevhidi sağlamlaştıran ve kemale erdiren doğru, faydalı ve lazım olan ilim, Allah’ın razı olduğu salih ameller, zikir ve fikir yani tefekkürdür.
Hayır yapmak, insanların dünya ve âhiret faydalarına olacak, gücün yetebildiği nispette yakın akrabayı gözetmek, insanlara yararlı olmak ve Allah’ın yarattıklarına şefkat etmek, güzel ahlâkın gerektirdiği iyilikler ve nafile ibadetler yapmak gibi sevap getiren şeyleri işlemektir.
İnsanların dünya ve âhiretlerine en faydalı olan hayır, hidayette olanların hidayetlerinin devam ve kemaline sebep olmak, hidayette olmayanların da hidayetlerine sebep olmaya çalışmaktır.
Ayet-i kerimede, hayra davetten sonra ma’rufun emri, münkirin nehyi geldi.
Ma’rûf, kelime olarak “bilinen” manasında, fıtratı bozulmamış herkesin iyi bildiği, İslam’ın uygun gördüğü, aklın da tasdik ettiği şeydir.
Münker, fıtratı bozulmamış herkes tarafından kötü görülen, İslam’ın beğenmediği, reddettiği, aklın da İslam’ın reddettiğini onadığı şeydir.
Demek ki önce anlatılacak, muhatap tarafından ma’rûf/bilinir hale gelecek ki emredilebilsin.
Ma’rûfun aslı iman, münkirin aslı şirktir.
Mü’minler, imanı hâkim, küfrü ve şirki mahkûm kılmakla görevlidirler. Müminlere bu görevi Allah Teâlâ şu ayet-i kerime ile vermiştir:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rûfu emreder, münkirden vazgeçirirsiniz.” (Âl-i İmran suresi 3/110)
Ma’rûfa davet, en başta imanı kabule, imanın gereği ve kemalini sağlayan ilim, salih ameller, zikir ve tefekküre davet etmektir.
Münkirin nehyi, münkirin aslı olan şirki reddetmeye, yavaş yavaş şirke doğru götüren dini cehaletten kurtarmaya, haramların ve kötü ahlakın felaketinden kurtarmaya davettir.
Davetçi hem kendisini davet edecek yani davet ettiğini bizzat yaşayacak hem de başkalarını davet edecek ki kurtulabilsin. Çünkü salih olmak/kendisini ıslah etmek, yarım kurtuluş; muslih/başkasının ıslahına çalışan olmak ise tam kurtuluştur.
Salihlerin bulunduğu yerler helak olmuş ama muslihlerin/başkalarını ıslaha çalışanların bulunduğu yerler helakten kurtulmuştur.
İşte ayet-i kerime:
“Senin Rabbin, halkı (içinde) muslihler/başkalarını ıslaha çalışanlar varken, bir toplumu zulüm (şirk ehlinin şirki) sebebiyle helak etmez.” (Hûd suresi 11/117)
Muslihler paratoner gibidirler. Allah Teâlâ, memleket içinde şirk ehli olsa bile muslihler/başkalarını ıslaha çalışanlar varken onları helak etmez.
Bize gereken, İslam davasında çalışan, gece-gündüz İslam’ı tanıtma, yaşama ve yaşatmaya çalışan, küfür ve şirk ehlinin hâkim olmasına karşı çıkan muslihlere yardım etmemizdir.