Muallim

“Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti…” (Bakara, 31)
Cenabı Mevla’mızın bizi yaratması, diğer mahlûklar arasından seçmesi, bize akıl, idrak ve konuşma (beyan) kabiliyetini vermesi üzerimizdeki milyonlarca nimetinden sadece bir kaçıdır. İlim ve kudret Rabbimizin en önemli sıfatlarındandır. Halifesi olarak yarattığı insana da ilim ve kudretinden bir kısmını tattırmış, onu kısmen bilir ve güç yetirir hale getirmiştir.
“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.” (Bakara, 257)
Elmalılı merhum; “Allah, iman edenleri sever, onların dostu ve kayırıcısıdır. Onları, hidayeti ve başarılı kılması ile karanlıklardan (zulümâttan) aydınlığa (nura) çıkarır. Burada “ZULÜMÂT”ın çoğul, “NUR”un tekil getirilmesi ne kadar dikkate değerdir. Demek ki dünyada çok “zulmet” (karanlık) vardır. Bütün bu karanlıkları ortadan kaldıracak “nur” (aydınlık) ise, birdir ki, o da, Hakk’ın nurudur.” demektedir.
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur, 35) hükmü gereğince, herhangi bir konuda Hakk’ın nuru bulunmadı mı insanı her tarafından sayısız karanlıklar kaplar. Hakk’ın nuru ortaya çıkınca da o karanlıklar kalkar. Allah’ın nuru bulunmadı mı, gözler kör, kulaklar sağır olur; kalpler bin türlü hayal ile buhranlar içinde çırpınır; aranan bulunmaz, ne aranacağı bilinmez; gönüllere kuruntular, acılar, azaplar çöker; çevreyi kuruntular, öcüler kaplar; cinler, şeytanlar, başa toplanır. O zaman insana var olmak bir belâ kesilir de, “Ah keşke ben de bir hiç ol saydım!” diye haykırır. O anda herhangi bir sebepten Hakk’ın nuru ortaya çıkıverirse, gökler güler, yıldızlar doğar, baharlar açılır, neşeler, sevinçler sunulur, acılar silinir, sıkıntılar unutulur, gönüller ferahlık ve sevinçle dolar, var olmanın tadı duyulur. İşte bu Hakk’ın nuruna dair bir zevk pırıltısıdır ki, insana: “hayat, hayat!” dedirtir.
Allah Teâlâ iman edenlerin ellerinden tutar, onların işlerine başarı, ruhlarına terbiye, gönüllerine huzur bahşeder. Doğru yolda sonsuz mutluluğa erdirir. Buna karşılık, o sağlam kulpa yapışmayan ve tağutlara inananların başlarına azgınlar çöker, zorlama, dayatma ile hile ve aldatma ile her taraflarını kıskıvrak bağlar, yularlarını ellerine alırlar. Onları nurdan, Allah’ın yaratılıştan verdiği iman nurundan, doğru yoldan çıkarır, karanlıklara çekerler. Çünkü tağutlar dosdoğru aydınlıkta iş görmesini istemezler, sürekli karanlığa, gidilmedik yollara giderler, aklı ve ilmi sevmezler, fikirleri, istekleri fesada verir, ahlâkları bozarlar. Allah’a, Peygamberlere yarış etmek zan ve iddiasıyla yapılamayacak şeyler yapar, keyfini yerine getirmek için nerde Allah’tan korkmaz varsa peşine takar ve taktığını karanlıklara, içinden çıkılmaz belalara sürüklerler. Sonra ne olur? Bunlar ortada kalırlar da tağutlar kurtulur mu? Hayır, tağutları ile birlikte bütün kâfirler nâr (ateş) içinde kalırlar. Şüphe yok ki hak tanımayan kuduz nefislerin dostlarını sürükleyeceği yer cehennem ateşidir. Din gönüllü seçilen ve özgürce yaşanan hayat biçimidir.
Hak din, peygamberlik denilen ilâhî bir nizam ile gerçekleşir ve insanlarda görünür hale gelir. Fakat kaynağı bakımından insana ait bir nizam değildir. Çünkü bilgi uydurulmaz, alınır. Kişinin kendi arzusunu karıştırarak ürettiği fikirlerde ise bazen ilim bulunur, bazen bulunmaz, bu da insana ait bir harekettir. Ancak her türlü kesin bilgi Allah’a ait bir nizamdır.
Bilgi gibi dinin de sürüklemesi zorla değildir. Hak dine yönlendirmek aslında tam bir iyiliktir. Anne ve babanın çocukları yönlendirme ve terbiye etmeleri, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak gibi. Yapılan davranışların dünya ve ahiret sonuçları ile uyarmak, hatta dünyalık cezalar koymak, ahirette de cezalar olduğunu bildirmek dinin bir parçası olsa da; bu kurallara gönülsüz uyan, içinden kuralları kabul etmeyen bu dine razı olmamıştır. Dolayısı ile dünyada dindar görünse de yaşantısından hakiki mü’minlerin aldığı zevki alamaz ve gönül huzurunu tadamazlar.
Dinin insanı yönlendirmesi başka, birini dine yönlendirmek daha başkadır. Kişiyi dine yönlendirmek tamamen bir iyilik iken dine inanmış bir mü’minin yaptıkları tamamen kendi isteği doğrultusunda gerçekleşir. Başkalarının peşine takılıp istemese de onların hatırları ve sosyal konumları için yanlış ve kötü işler yaparak ömrünü geçiren bir mü’min ile iyilerle birlikte olup severek ve isteyerek iyilik yapan mü’min bir olmaz. Elbette ki ahiret sevabı için gönül rızası şarttır. Ancak gönlü razı olmasa da insanlara zarar veren kul hakkı içeren ve Rıza-i Bari’den uzak olan hareketler sırf “gönüllü değillerdi, çevresine uydu, zamanın gereğini yaptı, konumu onu gerektiriyordu” gibi safsatalarla sorumluluktan kurtulamazlar.
Bugün medyanın sahte öğretmenleri kundaktaki bebekten itibaren sihir, büyü ve şiddet dolu çizgi filmlerle yetiştirdikleri gençleri cinsellik ve moda bataklılarında tüketiyorlar. Ailesine ve toplumuna yabancı, dininden ve inancından uzak, geçmişinden kopuk, geleceğine bir türlü bağlanamayan ara bir nesil yetiştirmeye çalışıyorlar. Üzerine titrenmesi gereken nesilleri bataklıklara sürüklemeye çalışanlar Firavunun azat bilmez köleleri gibi güç ve iktidar karşısında tapınırcasına ona boyun eğerek, bunları rol icabı yaptık diyerek sorumluluklarından kurtulamazlar.
“Onların durumu tıpkı şeytanın durumuna benzer ki insana ‘İnkâr et.’ dedi, insan inkâr edince de ‘Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım!’ dedi. Nihayet ikisinin sonu, ebedi olarak ateş oldu. Zalimlerin cezası budur.” (Haşir, 16- 17)
Her konuşmasında Kur’an’ın yüce bir kitap olduğunu ve mutlak doğruları anlattığını söyleyen, insanlığın kurtuluşunun Allah’ın kitabına sarılmakta olduğunu anlatan ama Kur’an’ın mealini dahi okumamış, belki Kur’an okumasını dahi bilmeyenler din ve dinin öğretmeni gerçek muallim olan Peygamberimiz konusunda ne kadar samimidir?
“Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkan kimselerdir. Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz.” (Haşir, 16-17)