Modern Çağda Tarih Bilinci

Modern Çağda Tarih Bilinci

Ele alış biçimi ile tarihi öğrenme şeklimiz de değişmektedir. Çağın bilinci ve idraki itibariyle tarihin konusu ile insan unsuru da iç içe geçmiştir. Gelişim ve değişim tarihte de kendini göstermektedir. Destanlara baktığımızda çok fazla olağanüstülüklerle dolu anlatımlar göreceğizdir. Zira “insan” kendi yaşam alanı dışına yabancı ve bilinmezliklerle dolu bir dünyada yaşananları açıklamanın mantıklı bir açıklamasını bulmak zorundadır. Hindistan’da yaşayan birisi için kuzeyde yer alan Himalaya ve Karakurum dağları “kaf dağı”dır. Çünkü bilinmezliklerle gizemlerle dolu bu dağda yaşananları ejderha, cin, peri, ölümsüzlük unsurları ile açıklamaktan daha mantıklı başka bir şey yoktur. Yahut hayatları denizlerde mücadelelerle geçmiş olan denizci medeniyetlerin ani fırtınaları ve büyük balıkları su tanrısının öfkesiyle; çakan şimşekleri de şimşek fırlatan tanrılarla izaha kalkışmaları kendi döneminde makul karşılanabilecektir.

Harita ve Türk boylarının anlatıldığı daha gerçekçi başka bir kitap olan Kutadgu Bilig eserinde de yine Türk tarihinin anlaşılabilmesi için gerekli bir takım bilgiler vardır. Bu bilgiler ile herkes kendisini tabi olduğu boya nispetle tarihin bir parçası olarak görüyordu. Elbette bunun doğrulanabilmesinin yolu ancak coğrafyalar arası irtibat kurulması ve seyahat edenlerin getirdiği bilgiler idi. Daha sonraki dönemlerde ise seyyahların yaşadığı çağlara gelindi. Evliya Çelebi, Marco Polo, İbn Batuta gibi isimlerin yazdıkları seyahatnameler ile coğrafyalar da anlaşılmaya ve algılarımız da ona göre değişmeye başladı. Bu döneme kadar yazılan tarih kitaplarında da olayları aktaran isimler olmuşsa da anladığımız anlamda bir tarih kitabı pek bulunabilir değildi. Daha ziyade yönetici hayatlarını anlatan kısa devlet metinleri, ruznameler, bir kısım minyatür ve Avrupalı ressamların çizdikleri portre hikâyeler vardı. Bu şekildeki kısmi tarih anlatımları ile okuyanın ancak ders ve ibret aldığı bir bakış açısı vardı. Mevcut bilgi birikimi arttıkça da bildiğimiz şekliyle anlatım yapan tarih kitapları da artmaya başladı.

Modern döneme gelindiğinde hayatın merkezine alınan demokrasi, insan hakları ve özgürlük temelli anlayış tarihe bakışı da ister istemez etkiledi. Kendi dönemimizi en gelişmiş dönem olarak görmemiz, insanlık tarihini yalnızca teknoloji ile geliştiğini düşünmemiz gibi bazı ciddi yanlışlar ilerlemeci tarih anlayışı ile birleştiğinde büyük bir kibir felaketine yol açmaktadır. İnsanı tarihin ve âlemin bir parçası olmaktan çıkararak onun sahibi gibi göreceği bir noktaya getirmektedir. Halbuki tarih üzerinde tasarrufta bulunmak elbette mümkün değildir ve tarihi figürleri ve olayları ilkel, geri kafalı, cahil veya aciz olarak görme hastalığına sebep olmaktadır. Geldiğimiz noktada ise tarihi değerlendirmede düşülen anakronizm, bu algılar esas alınarak yapılıyor. Postmodernizm denilen moda, maske ve algılar devrinde yaşadığımız ve gerçekten ziyade algılarla, özden çok formla ilgilenilen ve büyüklerin nasihatlerinin özgürlüğe müdahale olduğunun düşünüldüğü bu zamanda tarihin insana ibret vereceğini düşünmek de hayli zor oluyor.

Hâlbuki tarihin ve insanın tekâmül ederek ilerlediği fikri de modern bir kavramdır. “İlerleme” kavramı insanın sürekli gelişerek değiştiğini esas almaktadır. İlerlemeci tarih anlayışı da insanlık tarihinin tek düze bir doğru üzerinde geliştiğini varsaymaktadır. Kim bilir bu sorunlu ve kibirli yaklaşımı belki ilkokul sınıflarımızda asılı olan tarih kronolojileri belki de her tür teknolojik icadın moda ve reklamlarla fetişize edilmesi besliyordur… Ancak gelinen noktada insanın kendisini tarihin parçası değil yalnızca yaşadığı anın bir parçası olarak gördüğü, âlemin ritmini bırakıp kentin ritmine ayak uydurmaya çalıştığı bir fanusa hapsolmak üzereyiz.

Fazlalısıyla modern ve postmodern algılara teba/kul olmuş bir anlayışla düzgün tarih bakışı yakalamak kolay değildir. Fanusta yaşayan balıkların, o ufacık suyun olması gereken yer yani deniz olduğunu düşünmesi ne kadar gerçekse bizim de yalnızca algılarımızın peşinden gitmemiz de o kadar sahte ve zavallıdır. Şu halde insanın düştüğü yerden kalkması ve ait olduğu yeri bulabilmesi için farkındalık yakalaması en birinci esastır. Bu bir yaşam tarzı ve onun getireceği bir çalışma ile mümkündür. Aradığımızı belki Mustafa Kutlu üstadın Akıntıya Karşı duruşunda belki Alev Alatlı’nın Nasihatname’lerinde, belki de Mustafa Özel’in çalışmalarında bulacağız. Ama mevcudun yerine ne tür bir tasavvur koyacağımız eninde sonunda bir arayışla mümkün olacaktır. Arayışta olmak ve hemen şimdi yola çıkmak esas olandır.

Sabahı beklemeyiniz dostum geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkıntıda ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size.[i]

 


[i] Mustafa Kutlu, Ya Tahammül Ya Sefer

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.