Mihmandar-ı Nebevi

Mihmandar-ı Nebevi

İstanbul’u gezmeye gelenlerin ilkin Ebû Eyyûb el-Ensari’yi r anh ziyaret ederek başladıklarını öğrenmiştim. Yine bir ziyaretim esnasında yalnız bulunduğum bir vakitte coşkulu kalabalıkları ve derinleşmeye çalışan kişileri seyrederken düşüncelere dalmıştım. Mekânın ve o an ki duyguların bana yüklediği düşünce şu olmuştu: “Biz Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselamı çok seviyoruz.” İddialı bulanlar sabahın ilk saatlerinde ziyaret etmelidir. Mihmandar-ı Nebevi (Efendimiz aleyhisselamı misafir eden kişi) biz de sultan olmuştur. Çünkü bizler Ebû Eyyûb el-Ensari’yi r anh İstanbul’un manevi fatihi kabul ederiz.

İkinci Akabe Biatı’nda bulunup Hz. Muhammed aleyhisselama biat edenler arasında “Ebû Eyyûb el-Ensari” diye anılan Halid bin Zeyd de vardı. Hz. Halid, Hazreç’in Neccaroğulları koluna mensup ve hatta Neccaroğulları’nın reisi mevkiinde bulunuyordu. Ebû Eyyûb el-Ensari, Medine’ye döner dönmez İslam’ı yaymaya başladı.

Biat’tan sonraki buluşma Ebû Eyyûb el-Ensari’yi r anh insanların kıyamete kadar gıpta edeceği bir nasip ona isabet edecekti. Rasulullah aleyhisselam Medine’ye giriyor ve bu girişiyle başarılı hicret yolculuğunu tamamlıyordu. Rasulullah aleyhisselam yürekleri ve safları özlem, sevgi ve arzu dolu olan kalabalıkların arasında, kendisini misafir etmek isteyen insanların ortasında, devenin üstünde ilerliyordu. Kendisini misafir etmek isteyenlere Rasulullah aleyhisselam şöyle diyordu: “Onu kendi haline bırakın; gideceği yer Allah tarafından ona bildirilmiştir. Neccaroğulları’nın evinin önünde deve çöktü. Sonra kalkıp o yeri dolaştı ve ilk çöktüğü yerde dönerek tekrar çöktü. Orada öylece kaldı ve Rasulullah sevinç içinde üzerinden indi. Yüzü sevinçten ışıldayan bir Müslüman gelerek devenin yükünü aldı ve onu evine koydu. Sonra Rasulullah aleyhisselamı eve gelmesi için davet etti. Rasulullah aleyhisselam ona bolluk ve bereket dileyerek daveti kabul etti. Bu kutlu kişi Ebû Eyyûb el-Ensari r anh idi.

İman ettiğinde 40 yaşındadır. O, İstanbul önlerine geldiğinde tarihler Hicri 48’i gösteriyordu. Vefat ettiğinde ise Hicri 52 idi. O günler tam 92 yaşındaydı. Ömrünün 52 yılını iman yolunda geçirdi. Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke Fethi, Veda Haccı; yani Rasulullah aleyhisselam nerede ise o da orada olmuştur… Hz. Ali r anh döneminde o fırtınalı zamanlarda hep Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Emeviler döneminde biraz zorlanacak ama o günlerde bile bildiği hakikatleri haykırmaktan bir an geri kalmayacaktır.

Hz. Muaviye zamanında Mısır’ı ziyaret eden Ebû Eyyûb el-Ensari büyük hürmet, ilgi ve alaka ile karşılanmıştı. Mısır Valisi, Ukbe bin Amir idi. Vali ile aralarında şöyle bir hadise geçti. Vali bir gün akşam namazına gecikti. Cemaat bir hayli bekledi. Nihayet cemaate gelip imam oldu, namazı geç de olsa kıldırdı. Cemaat arasında Ebû Eyyûb da vardı.

Namazdan sonra Ebu Eyyub, valiye şöyle dedi. “Ey Ukbe! Resul-i Ekrem’in akşam namazını geciktirenler için şu sözünü duymadın mı?: ‘Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe, hayır üzeredir yahut fıtrat üzeredir.’ Ukbe, evet diye cevap verince, “o halde akşam namazını niçin bu kadar geciktirdin? Diye sordu. Ukbe meşguliyeti sebebiyle bu gecikmenin vaki olduğunu ifade edince, Ebu Eyyub, “Yemin ederim ki, senin bu yaptığını görerek halkın, ‘Rasulullah de böyle yapardı!’ zehabına düşmesinden endişe ederim!” dedi ve valiyi ikaz edip irşat etti.

Onun İslam uğrundaki cihadı, sadece Rasulullah’ın sağlığına münhasır değildir. Ondan sonra bütün gazalara katılmış, mücahitleri teşvik etmiştir. O büyük sahabe diyordu ki: “İyice anlayın Allah; ‘Savaşa ister hafif, ister ağır olarak gidin(Tevbe, 41)’ buyurmuştur. Ben de hem hafif hem de ağır olarak savaşa gitmiş olmaktan başka bir şekilde kendimi görmedim. Ebû Eyyûb el-Ensari, İstanbul üzerine ordular hazırlandığı zaman, yaşı 90’lara gelmişti. Ama o büyük cihat aşkı ile almış kılıcını, kalkanını ordunun içerisine katılmıştı… Hicri 48’deki o ilk sefere gidilir, bir şey yapılmadan geri dönülür. İkinci İstanbul seferine Hz. Muaviye (Hz. Ali’nin yanında Muaviye’ye karşı savaşmıştır, lakin İstanbul seferine katılmıştır. Bu yaptığı davranışın günümüz Müslümanlarına söyleyeceği çok şey vardır) oğlu Yezid’i komutan olarak atar. Bu Ebû Eyyûb el-Ensari’yi çok rahatsız eder. Yezid gibi birinin komutasında İstanbul’a gelmeyi istemez ve seferden geri kalır. Ancak içi içini yer; bunu istikametine yakıştırmaz; bir sonraki sene düzenlenen orduya hemen katılır ve der ki: “Filan kişinin komutan olması mühim değil; mühim olan Allah için yapacağım cihaddır.” Bunun üzerine orduya dâhil olur ama yine içi rahat etmez, Yezid’in komutasına girmez, öncü birliklerin komutanı olan Süfyan b. Avf’ın komutasında savaşır. Hastalandığında yanındakilere şöyle demişti: “Ölürsem, düşmanla savaşmak üzere saf olduğunuz zaman, beni de (cenazemi de) kendinizle beraber savaş meydanına götürün. Düşmanla savaşmak üzere karşılıklı olarak saf düzenine girdiğiniz zaman, beni ayaklarınız altına defnedin…”  vefat edince Müslüman askerler bu vasiyet gereği o günler 92 yaşında olan o büyük kahramanın naaşını düşmanla çarpışa çarpışa bugün metfun/meskûn olduğu yere kadar getirir ve oraya defnederler.

O’nun hayatı mutlaka bizlere çok şeyler telkin edecektir. Özellikle kendisine rehber edindiği hadisi bizim hayatımıza yol gösterici olması temennisiyle buradan sizlere emanet ediyorum. Ebû Eyyûb el-Ensari r anh, Rasulullah aleyhisselamdan duyduğu bir hadisi kendisine rehber edindi: “Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes.”

Kaynaklar:

Sahabe İklimi (M. Emin YILDIRIM)

Sahabeler Ansiklopedisi (Nesil Yayınları)

60 Seçkin Sahabe Hayatı (Halid Muhammed Halid)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.