MEHDİ İNANCI VE İNSANIN SORUMLULUĞU

MEHDİ İNANCI VE İNSANIN SORUMLULUĞU

Beklenen bir kurtarıcının varlığı çok eski medeniyetlerden beri bilinen bir olgudur. Hangi medeniyetin bu inanca kaynaklık ettiği bilinmese de Hinduizm’den Budizm’e, Güney ve Kuzey Amerika eski dinlerinden semavi dinlere hepsinde bu inancın ve beklentinin etkileri görülmektedir. İslam Medeniyeti söz konusu olduğunda Kur’an-ı Kerîm’de böyle bir inancın varlığı yer almazken, Hz. Peygambere atfedilen birtakım rivayetlerde varlığı bilinmektedir. Ancak bu rivayetlerin sıhhati hususu tartışmalıdır. Bu inancın arka planında yatan bazı nedenlerin ise insanoğlunu bir tür tembelliğe sevk ettiği bilinmektedir. Bu bağlamda adaleti tesis etmekle mükellef olan insanın mükellefiyetine bir zeval getirmektedir.

Dini, kültürel, sosyal ve psikolojik pek çok yönü olan Mehdîlik, bir inanç esası zeminine oturtulması nedeniyle özelde ilmi kelâmın konusu olmakla birlikte Dinler Tarihi, Mezhepler Tarihi ve Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi gibi bilimler tarafından da ele alınıp incelenmiştir. Başka kültürlerde olduğu gibi İslam’a da sirayet etmiş, Hz. Peygambere atfedilen rivayetler ile birlikte Emevîler’den günümüze kadar siyasi ve kültürel anlamda varlığını sürdürmüştür. Galiyye ile benimsenen ve zamanla yerleşmeye başlayan bu inanç tasavvufi kültürde ve ardından sünni dünyada kendini göstermiştir. Daha sonra özellikle zor ve sıkıntılı günler yaşayan halk tarafından kolayca kabul görmüş ve bu şekilde kültürel bir akide olmaktan sıyrılıp dine arz edilen fikri bir yapı haline getirilmeye başlanmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de ilahi mesajın buyruğuna uyanlar hidayet yolunda ilerleyenlerin hidayete ermiş kişiler olduğu bildirilmektedir. Hadis literatürün de ise erken dönemlerde varlığı görülmemektedir. Buna rağmen inanç esası olarak oluşmasının doğurduğu bir kısım sorunların ele alınması gerektir. Özellikle İslâm dünyasında neden olduğu tembellik, kargaşa ve sorumluluğu başkası üzerine yükleme sorunları bu inancın sebep olduğu sonuçlar arasında yer almaktadır.

Allah, âlemi yaratmış ve insanı mükellef kılmıştır. Bu da doğrudan Allah ile insan arasında bir ilişkiyi zorunlu kılmaktadır. Bu ilişkinin doğru bir zemine oturtulması ise din ve dünyayı sağlıklı bir okumayı beraberinde getirecektir. Bu ilişki tesadüfi ve rastgele bir zemine oturtulmamış, ilahi rehber vahiy ile insanlara bildirilmiştir. Ve bu ilişki düzeninin kesin olarak değişmeyeceği ‘’ Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.’’[1] Ayeti kerimesinde olduğu gibi değişmeyeceği bir kanun üzere olduğu bildirilmiştir. Bu kanun sünnetullahtır. Bununla ilişkili olarak insan ve Allah ilişkisinin temeli dolaysız bir biçimde insanın ahvaline göre şekil alacağı aktarılmaktadır. ‘’… Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez ve Allah her şeyi işitip bilmektedir.’’ [2] Değişim olgusu ilk manada menfi anlaşılsa da biraz düşünüldüğünde müsbet ve menfi iki anlamı da taşıdığı görülecektir. İkinci bir konu ise değişimin ilk adımının insandan doğuyor olmasıdır. ‘Her insanın sorumluluğunu omuzuna yükledik.’’[3] Denilmiştir. Yani insan sorumludur ve sorumluluğu da bizzat kendisine aittir. Sorumluluğu yerine getirebilmek için ihtiyacı olan her türlü donanımına da sahiptir. Öyle ki insan yeryüzünde adaleti sağlayacak, ıslah ve imar edecektir. Bu sebeple ki halifelik ve emaneti teslim vazifeleri ile üstlenmiştir. “…Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…”,[4]‘’ Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi.’’[5]  Bu görev ve vazifeyi üstlenen insan zamanla mehdî adında bir kurtarıcının gelerek görevi ifa edeceğini düşünmeye başlamış ve hatta buna inanıp inanılması zorunlu tutmaya başlamıştır. Burada ciddi bir anlam kayması görülmektedir.

Tevekkül sözlükte “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” manasına gelir. Ancak ayet ve hadisler ışığında meselenin özüne inildiği takdirde tevekkül, yapılması gerekenleri yerli yerince yaptıktan sonra işi Allah’a bırakmaktır. Hz. Peygamber’in, “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bağla, sonra tevekkül et” yolundaki cevabı bu durumu tasdiklemektedir.[6] Benzer şekilde ‘’…Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.’’[7] Ayeti kerimesinde olduğu gibi önce azim sonra tevekkül vurgulanmaktadır. Azim, “ısrarla istemek, kastetmek, kesin karar vermek; kesin karar, irade, sabır” gibi çaba ve eylem gerektiren bir fiildir. [8] Ardından gelen tevekkül Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde, müminlerin bir özelliği olarak kabul edilmiş İslâm’ın temel esasları arasında yerini almıştır. Ancak özellikle tasavvufi kültürün etkisi ile bu sabır, irade ve cühd isteyen anlayış “gassâl önünde meyyit” şeklinde bir yorumlamaya dönüşmüş, iradeyi etkisiz hale getireceği, sorumsuzluğa ve çalışmama ve gayret sarf etmemeye yol açacağı, insanları tembelliğe yönlendiren bir anlayışa dönüşmüştür. Hal böyle olunca eyleme geçirilmeyen dualar yalnızca sözlerde kalmış, her türlü işi Allah’a havale etme sorununu ortaya çıkarmıştır. Oysa dua yalnızca elleri semaya yöneltip sözsel bir yakarış değil, her manada Allah’a bağlılığı ifade etmektedir.[9] ‘’Bana dua edin ben de icabet edeyim.’’[10] Ayeti kerimesini hiçbir şey yapmadan yalnızca Allah’a yüklemek olmadığı son derece açıktır. Bugün de toplumlar herhangi bir zorluk karşısında Allah’ım yardım et, hallet, bizi bu dert ve sıkıntıdan kurtar diyerek işin içinden sıyrılmak gibi bir durumu beraberinde getirmektedir. Oysa yapılması gereken Hz. Peygamberimizin de buyurduğu gibi ilk aşama fiildir. Eyleme güç yetirilmediği takdirse ise dil ile düzeltmeye çalışmak o da olmazsa kalbi ile bundan buğz etmektir. Kısaca duada yalnızca dilsel değil, amel yolu ile esas olur.

İslam aleminde bir kurtarıcı beklentisi var olagelmiştir. Bu beklenti ve inanç geçmişte olduğu kadar günümüzde de halen hem bireyler hem de grup ve cemaatler üzerinde etkili olabilmektedir. Bunun temel nedenleri arasında ise lider vasıflı kimsenin kendisine yeryüzünü adaletle doldurmak gibi bir misyon yüklemesidir. İnsanların çaresizliklerini mehdînin zuhurunun ile giderilmesi, Allah tarafından kurtarıcı olarak görevlendirilmiş bir kimse olması yer almaktadır. Ancak her zaman birtakım çabalardan sonra tekrar bir kırılma ve bozulma yaşanacaksa ve Hz. Peygamberin ulaştırdığı ilahi mesaja bakılacak, tekrar tekrar okunacaksa o halde bir kurtarıcının (Mehdinin) ortaya çıkmasına ihtiyaç kalmamaktadır. Hz. Peygamberin vefatı ardından onun makamını ve dini otoritesini ele alarak bunu akide esasları içerisine almaya çalışmak ilm-i kelam açısından da kabule değer olmamaktadır. Hz. Peygamber, İslam’ı, İlahi risaleyi tam bir açıklıkla tebliğ etmiş, açıklamıştır ancak ayrı bir mehdînin varlığından söz etmemektedir. ‘’ Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim.’’[11] buyrulmuş yani din tamamlanmışsa, mükellefiyet ve sorumluluk insana ait kılınmışsa, mehdinin zuhuru ile sorumluluk ve mükellefiyet kaldırılmakta değildir. İnsan tembelliğinin ve gayretsizliğinin sonucunu bir kurtarıcıya bağlayarak meseleyi çözümlemiş olmamaktadır. Özünde, Kur’an-ı Kerîm’in kendisi hidayet kaynağı ise her dara düşüldüğünde başvuru kaynağımız oysa ve çözüm onda ise, ondan ayrılmak, uzaklaşmak sorunun temel kaynağı oluyorsa Kur’an’ı-ı Kerîm’in kendisi mehdi olmaktadır.

 

KAYNAKLAR

 

Çağrıcı, Mustafa. ‘’Azim’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 4/328-329. İstanbul: TDV Yayınları, 1991.

Çağrıcı, Mustafa. ‘’Tevekkül’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 41/1-2. İstanbul: TDV Yayınları, 2012. 

Öztürk, Mustafa.’’ Beklenen Kurtarıcı (Mehdî) İnancının Günümüze Yansımalarına Genel Bir Bakış’’. Beklenen Kurtarıcı İnancı. ed. Yusuf Şevki Yavuz. 353-377. İstanbul: Kuramer Yayınları,2. Basım, 2017.

Parladır, Selahattin. ‘’Dua (İslam’da Dua)’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 9/530-535. İstanbul: TDV Yayınları, 1994.

Sarıkçıoğlu, Ekrem. ’’Mehdi’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 28/369. Ankara: TDV Yayınları, 2003.

Yavuz, Yusuf Şevki. ‘’Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Akaide Giriş Serüveni’’. Beklenen Kurtarıcı İnancı. ed. Yusuf Şevki Yavuz. 177-220. İstanbul: Kuramer Yayınları, 2. Basım, 2017.

Yavuz, Yusuf Şevki. ‘’Mehdî (İslâm İnancında Mehdî)’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 28/371.-374. Ankara: TDV Yayınları, 2003.

 

 


[1]el-Fetih 48/23.

[2] el- Enfal 8/53.

[3] el-İsra 17/13.

[4] el-Bakara 2/30.

[5] el-Ahzap 33/72.

[6] Mustafa Çağrıcı, ‘’Tevekkül’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/1.

[7] Âl-i İmrân 3/159.

[8] Mustafa Çağrıcı, ‘’Azim’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991), 4/1.328-329

[9] Selahattin Parladır, ‘’Dua (İslam’da Dua)’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/530. 530-535

[10]el-Mü’min 40/60.

[11] el-Mâide 5/3.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.