Mefkûremiz İslam’dır!

Mefkûremiz İslam’dır!

Günümüzde modern insana deklare edilen yığınlarca etkileşim gerçekten düşündürmeye fırsat vermeyecek nitelikte ve niceliktedir. Bütün bu karmaşanın, kaosun arasından sıyrılmaya bir an bile fırsat vermeyen sanal gerçeklik gözlüklerimizle gördüğümüz, gördüklerimizden farklı olarak hissettiğimiz fakat hakikati bir türlü kavrayamadığımız-yakalayamadığımız belki de yıldız kayması ile betimleyebileceğimiz elektronik akış çağını yaşamaktayız. Bu çağın insanının en acil ihtiyacı kendini-nefsini tanımasıdır. Hayatımızı, duyularımızı ve duygularımızı işgal eden içerikleri(görüntüleri-sesleri) bloke ederek kendimizi tanımaya başlayabiliriz. Çünkü kendimizi tanımadan, kendimizle yüzleşmeden bir oluşa yol alamayız.

Hayata geliş sebebimizi anlamlandırmalı değil miyiz? İnsan yaratılış gayesini düşünmeden, gökyüzündeki ve yeryüzündeki bu düzeni kavramaya çalışmadan yaklaşımlarında isabet edemeyecektir. İnsanı asıl gayesinden-mefkûresinden uzaklaştıranlar, insanları yönetmek, kendilerine hizmet ettirmek isteyen şeytan ve yandaşları değil midir? İnsanı önce topraktan yaratan, sonra onun zürriyetini bir damla sudan yaratan Allah “ Ben cinleri ve insanları yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyurmuştur.

“Yarattığı her şeyi güzel yapan ve (ilk) insanı yaratmaya da çamurdan başlayan, sonra onun neslini, hakir bir suyun özünden (spermadan) yaratan sonra onu (tastamam) düzeltip ona kendi ruhundan üfleyen,  sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yaratan O’dur. (Buna rağmen) ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde, 7-9)

“Allah, gökleri ve yeri yaratandır, semadan yağmur indirip onunla sizin için rızık olarak meyve (ve mahsul)ler çıkarandır, emri ile denizde akıp gitmesi için gemileri istifadenize veren, ırmakları da istifadenize verendir. Âdetleri üzere (düzenli bir şekilde yörüngelerinde) seyreden güneşi ve ayı sizin istifadenize sunan, geceyi ve gündüzü size faydalı kılan O’dur. Allah, kendisinden isteyebileceğiniz her şeyden size verdi. Öyle ki Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız. (Buna rağmen) doğrusu insan (yine de) çok zalim, çok nankördür.” (İbrahim, 32-34)

“Bir de insan, yediğine (ibretle) baksın: Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru dilediğimiz kadar) döktükçe döktük. Sonra yeri (bitkileri çıkartmak için) göz göz yardık. Orada tane(ler) bitirdik, üzüm ve yonca(lar), zeytin ve hurma(lar), iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyve(ler), çayır(lar, bitkiler ve sebze)ler yetiştirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması içindir.” (Abese, 24-32)

Biz Müslümanlar olarak bütün benliğimizle diyoruz ki; Mefkûremiz İslam’dır. Mefkûre, fikr “düşünmek”ten türetilmiştir. Kelimeyi cümle içinde kullanan Ömer Seyfettin’in konumuza katkı sağlayacağını düşünerek cümlesini buraya bırakıyorum. Yegâne mefkûresi Allah’tan başka kimseye secde etmemek, kula kul olmamaktı.(Ömer Seyfettin)

Ömer bin Hattab’dan rivayet edilmiştir: “Günün birinde Rasulullah’ın huzurunda bulunduğumuz sırada, bir de baktık ki elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuğa delalet eder hiçbir iz olmayan ve böyle iken yine hiçbirimizce tanınmayan bir kimse karşımıza çıkageldi. Rasulullah’ın yanına oturdu. Dizlerini dizlerine dayayıp, her iki avucunu iki uyluğu üzerine koyup:

“Ya Muhammed, İslam nedir? Bana söyle dedi. Rasulullah aleyhisselam:

“İslam, Allah’tan başka hiçbir ilah ve mabud olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan’da orucu tutman ve yoluna gücün yeterse Beytullah’ı (Kâbe’yi) haccetmendir.” buyurdu. O (yabancı kimse):

“Doğru söylüyorsun,” dedi. Biz onun hem Rasulullah’a soru sorup, hem de onu tasdik etmesine şaşırdık. Ondan sonra “İman nedir?” diye sordu. Rasulullah aleyhisselam:

“İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman etmendir. Bir de hayır ve şer (tatlı, acı hangi türlüsü olursa olsun) kadere iman etmendir,” buyurunca yine “Doğru söylüyorsun.” dedi…(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbnu Mace, Ahmed İbni Hanbel gibi tüm muteber hadis kitaplarında rivayet edilen hadis-i şerifin bir bölümünü aldığım “Cibril hadisi” diye bilinir.)  Bu olayın yaşandığı anı gözlerimizde canlandırmamız zor olmayacaktır. Unutmayalım ki bir kişi, inanılması gereken bir iman konusuna inanmışsa, o konunun müminidir ama o konunun amelini, eylemini gündeme getirmiyorsa dininin İslam bölümü eksiktir. Bu minvalde herkes öncelikle kendisini “İslam’ın neresindeyim?” diye sorgulamalıdır.

İman, lügatte ‘tasdik’tir. Yani bir kimseyi verdiği haberde doğrulamak, onun doğru söylediğini kabul etmektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in Allah tarafından getirdiklerinin doğru olduğunu kabul etmektir. İslam ise lügatte; “boyun eğmek ve itaat etmek”; terim olarak da; Allah’ın ulûhiyetini kabul edip boyun eğmek anlamındadır. Kendimizi yeniden hesaba çekmeliyiz. Ben İslam’ın neresindeyim? İman ettiğimiz esasların içeriğine ne kadar vakıfız? İslam’ın şartlarına bakış açımız yaşadığımız dünya standartlarının dikta ettiği gündelik şartlar içerisinde nasıl bir anlam haritası-grafiği oluşturuyor.

“İslam; yemek, içmek, uyumak gibi yaşantımızdan bir parça değildir. O, bir hayat dinidir. Yaşantımızın tümüne hâkim olmalıdır. Müslümanlar; İslam’ın neresindeyiz? diye kendimizi sorgulama zamanı gelmedi mi? Düşünce tarzımız, meselelere yaklaşımımız, söylediklerimizle yaptıklarımız arasındaki uyum, fedakarlığımız, samimiyetimiz, dünya işleri ile ahiret amelleri arasındaki tercihimiz, karşılıklı hak ve hukuka saygımız… Ne derece İslami’dir ve İslam’ın neresindeyiz?  Müslümanlar olarak bunu başardığımız ve bu sorgulamaların neticesinde yapmamız gerekenleri bütün içtenliğimizle yapıp, Rabbimize sığınarak O’ndan nusret dilediğimiz zaman ümmet semasına rahmet bulutları gelecek ve rahmet yağmurları çorak coğrafyamızı, ölü arzımızı yeniden diriltecek; yeni bir bahar cünbüşü, yenir bir rahmet iklimi yaşanacaktır. Yeter ki biz biz olalım. Bizi, biz yapan değerlerimize sahip çıkalım ve 24 saatimizi İslamileştirelim.”(Zeki Soyak, Mefkûre)

“Müslümanların gündemi İslam’dır. Müslümanlar olarak İslam’ın itikadı, siyasi, iktisadi, ahlaki bütün esaslarını gündemde tutmayı bir vazife bilelim. Böylece insanımızın, düşünce, konuşma ve yaşantısında sürekli İslam olsun. Böylece tüm sahteliklerin, aldatmacaların, çifte standartların maskesini indirelim ve bizi köleleştiren bütün esaret zincirlerini kırarak gerçek hürriyete kavuşalım. “Mevla’mız Allah’tır. O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.” (Zeki Soyak, Mefkûre)

İnsanları düzeltebilmemiz için, önce kendimizi düzeltmemiz gerekir.(Ömer r.anh) Hiç kimsenin hayatı tam anlamıyla İslam olamayacak! İhlası, gayreti ve nasibi nisbetinde olacaktır. İslam’ı yaşama gayretimiz az ama devamlı olduğu müddetçe bilmediklerimize yolculuğumuz ölüm gelinceye kadar sürecektir. Biz öyle inanırız ki ‘Bildikleriyle amel edene bilmedikleri öğretilir.’

Hâsılı Kur’an-ı Kerim’i fark ederek, solmayan güle -Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselam- davetimizle karanlığın çok farklı bir tonuna muhatap olan günümüz dünyasında da solmayan güller açacaktır.

Dini bir ideoloji gibi görme ve gösterme çabası içinde olanlar Allah’ın nuruyla bakamayan izmlerin gözlüğü ile değerlendirme yapmaktadırlar. Bizler “Mefkûremiz İslam’dır” diyerek idealimizin ve gayemizin dinimizi yaşamak olma çabası içinde bir hayatı yaşamaya başlar isek tasavvur ettiğimiz mefkûre nedir?

Bastığımız topraklarda bizden önce ne kadar olay cereyan etmiş. Kimler gelmiş, kimler gelmiş daha çarpıcı bir soru ile düşünecek olursak kimler kalmış?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.