MEFKURE-Zeki Soyak – Müslümanlar! Bize Ne Oluyor?
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır.” (İsra 17/44)
Allah Teâlâ, sadece Müslümanların değil, inanan, inanmayan bütün insanların, canlı cansız bütün mahlûkatın Rabbidir. Onun için kâinattaki bütün varlıklar Allah’a hamd eder ve O’nu tesbih ederler. Cansız olarak kabul ettiğimiz eşyalar da atomlar etrafında dolaşmakta olan elektronlar vasıtası ile hareketlilik arz etmekte ve onlar da sürekli olarak Allah’ı zikretmektedirler.
Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmış ve bu rahmetten bütün varlıklar nasibini almıştır. İnkârcılardan başka bütün mahlûkat, rahmetin menşeini yani Allah Teâlâ’dan geldiğini bilerek O’na boyun eğmiş ve O’nun yüce zatı karşısında secdeye kapanmışlardır.
Rubûbiyyet, İslam inancının temellerinden biridir. Her şeyin sahibi ve hâkimi demek olan Rab, aynı zamanda “terbiye eden, ıslah eden” manalarında da mündemiçtir. Bu bakımdan tüm varlık âlemi, âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın tasarrufu ve muhafazası altındadır. Mutlak rubûbiyyet kâmil manada bir tevhid akidesidir ki, O’nun olmadığı yerde şirk, küfür ve nifak bütün insanlığın ufkunu karartır ve artık insanlar, üzerlerine bir kâbus gibi çöken nice tağutları, beşerî sistemleri ve sapık ideolojileri ilah edinirler.
“Allah’ı bırakıp, hahamlarını ve ruhbanlarını ilahlar edindiler.” (Tevbe 9/31)
Zamanımızda nice zorbalar, zulüm ve baskılarla milyonlarca insanı, sultası altında tutarak yaratıcısından ve onun nizamından uzaklaştırmış ve geçmişte Firavun ve Nemrut’un yaptığı gibi nefislerini ve sapık ideolojilerini putlaştırarak insanlığı badireden badireye sürüklemişlerdir. Komünizm ve sosyalizm putçuluğu yıkılıp giderken, bugün ırkçılık putu yeniden hortlatılıyor, Siyonizm putu ise çeşitli adlarla gündemde tutuluyor.
21. asrın eşiğinde bulunduğumuz şu günlerde ise laiklik ve demokrasi putu bütün insanlık için vazgeçilmesi mümkün olmayan ideal bir din olarak takdim ediliyor. Yani insanlık Allah’ın mutlak hâkimiyeti, ortak tanımayan Rubûbiyyetinden uzaklaştırılıp, tağutların ve tağûtî düzenlerin kölesi ve kulu haline getiriliyor. Bir put yıkıldı mı yerine yeni putlar dikiyor ve böylece tağûtî düzenler renk ve şekil değiştirerek sultasını devam ettiriyorlar.
İnsanlık alevli bir yangının içinde. Her gün ahlâk, fazilet gibi değerler kaybediliyor. İnsanlık ise bu yangından ve kaybettiği değerlerden habersiz ve hatta yangını körüklemekle meşgul. Kendi icat ettikleri putları ile beraber yok olacaklar fakat bu arada bilgisizlik ve cehaletinin kurbanı olan birçok insan da bu zavallıların peşinde mahvolup gitmektedirler.
Allah Teâlâ malikü’l-mülk’tür. Tek kanun koyucu ve tek Şeriat vazedici O’dur. Bütün âlemler O’nun tasarrufu altındadır. Dolayısıyla bütün mahlûkat O’na kulluk etmek, O’na secde etmek ve O’nun peygamberler vasıtası ile gönderdiği Şeriat’a uymak ve teslim olmakla mükelleftir. Onun için biz Müslümanlar sadece O’na kulluk eder ve O’na secde ederiz. O’nun şeriatına tâbi olur ve O’nun Rubûbiyyetini kabul ederiz.
“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah’ın (gönderdiği) elçiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah’a ve O’nun kelimelerine iman eden Ümmi Nebi olan Rasûlüne iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf 7/158)
Hz. Âdem aleyhisselamdan itibaren başlayan Hak-batıl mücadelesi çeşitli boyutlar kazanarak devam etmektedir. Kıyamet sabahına kadar da bu böyle olacaktır. Zaman zaman batılın ve putçuluğun galebesi olsa da bu durum geçicidir. Suyun üzerindeki çerçöp ve köpük gibidir. Mutlaka bir gün izale olacaktır. Hak ve onun kaynağı Kur’an ise Allah’ın muhafazası altındadır. İnsanlar arasında bir topluluk bu kopmaz kulpa sürekli olarak sarılmış ve asla fütur etmemiştir. Allah dilediği zaman bu topluluğu galip kılacak ve onlar vasıtası ile batıl yıkılıp İslam hâkim olacaktır.
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saf 61/8-9)
Allah’a sonsuz hamdüsenalar olsun ki, Nebiler nebisi, âlemlere rahmet bir peygambere, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme ümmet olmuş, O ahir zaman nebisi vasıtası ile gönderilen Kur’an gibi hak bir kitaba ve bütün şeriatların en mükemmeli olan son din, din-i İslam’a tabi olmuş ve şereflerin en yücesi ile şereflenmişiz. Bunun dışında hak arayan, batıllar arasında yok olur. Bunun dışında şeref arayan dünyada zillete, ahirette ise ebedî hüsrana duçar olur.
Bugünün insanı, şeref ve üstünlüğü maalesef, mal ve mülkte, makam ve mevkide aramakta ve böylece nefis, şeytan ve kötü çevrenin tesiri ile hayvanlardan da daha aşağı bir yaşantıya mahkûm olmaktadır. Eğer makam ve mevki insana üstünlük ve şeref bahşetse idi, en şerefli kişiler Allah’lık iddiasında bulunan ve kendilerine ilah diye tapılan Firavun, Nemrut ve benzerleri olurdu. Şimdi onlar, yaptıkları nice zulümlerinden, inkârlarından dolayı lanetle anılmaktadırlar. Keza mal ve zenginlik kişiye şeref ve üstünlük kazandırsa idi, Karun’dan daha şerefli bir kişi yok idi. Allah Teâlâ onu ve malını yerin dibine geçirdi ve böylece Hz. Musa aleyhisselama karşı gelip inkâr etmesinin cezasını bulmuş oldu ve lanete müstahak oldu.
Öyleyse üstünlük ve şeref imandadır, İslam’dadır. Allah’a ve O’nun Rasûlüne iman edip tâbi olan üstündür. İsterse bu kişi bir köle olsun.
Öyleyse geliniz bütün Müslümanlar olarak Allah’ın ipine, Kur’an’a sımsıkı sarılalım, dünyanın geçici alâyişine aldanmayalım, birbirimizle çekişerek zaafa düşmeyelim.
Tefrikaya düşüp, nefislerimizi ön plana çıkararak, Kur’an’dan ayrılarak, tağutlara ve tağûtî düzenlere meylederek kaybettiğimiz devletimizi yeniden ihya etmek için bütün çalışmalarımızın önüne İslam’ı çıkaralım. İslam’ı İslam’ın metotları ile tebliğ edelim. Bütün varlığımızla, kendimizi İslâmî hizmetlere adayalım. Tedbiri elden bırakmadan bütün ihlâs ve samimiyetimizle bu Allah davasının kara sevdalısı olalım.
Ecel Allah’ın elindedir. Rızkı veren Allah’tır. Öyleyse endişe edilecek bir şey yok. Nefsimize aldanıp da geçici dünya nimetlerini, ebedî ahiret hayatına ve ebedî ahiret nimetlerine tercih etmeyelim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pâkini tefekkür edelim. O dünyaya ve dünya nimetlerine asla rağbet etmedi ve eline geçen dünya malını da Allah yolunda sarf etti.
O’nun gökteki yıldızlar gibi hidayet rehberi olan ashabı da O’nun yolundan yürüdü. Allah’ın rızasını kazanmak için ailelerini, çocuklarını, ev, mal ve mülklerini, yurtlarını terk ederek İslam’ın yücelmesi, Kur’an ahkâmının hâkimiyeti ve insanlığın küfrün karanlığından kurtulup, imanın aydınlığına kavuşması için dünyanın dört bucağına dağıldılar. Cihad ettiler ve birçoğu peygamberlikten sonra en yüce makam olan şehadet mertebesine ulaştılar.
Müslümanlar olarak bize ne oluyor ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve O’nun güzide ashabının yolunda yürümüyoruz? Bize ne oluyor ki, yaşantımıza Kur’an ve sünnet değil de tağutlar ve tağûtî düzenler hâkim oluyor? Bize ne oluyor ki, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an, İslam’a) sımsıkı yapışın, tefrikaya düşmeyin.” (Âl-i İmran 3/103) emrine imtisal etmiyor da tefrikalara düşüyor ve birbirimizle uğraşıyoruz? Bize ne oluyor ki, Allah’ın dinine yardımcı olmuyor ve Allah kelimesinin yücelmesi için çalışanlara destek verene köstek oluyoruz? Ve bize ne oluyor ki, Kur’an’ı okuyor ama onu anlamıyoruz veya anladıklarımızla amel etmiyoruz?
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir, demişti. Havarileri de: Allah yolunun yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrail oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saf 61/19)
Ya Rab! Bizleri de Din-i İslam’ın yardımcıları kıl ve düşmanlarımıza karşı bize nusret eyle. ÂMİN.