MEFKURE- Ribbiyyûn Olalım

MEFKURE- Ribbiyyûn Olalım

Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her kimi Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur. (Zümer 39/36)

Biz Müslümanız, Allah’a teslim olmuşuz. O bize kâfidir, sadece O’na güvenir, O’na dayanır ve O’ndan yardım dileriz. Tağutlara ve tağûtî düzenlere boyun eğmeyiz.

“Cihadın en büyüğü, zalim bir idareciye karşı söylenilen hak sözdür.”[1] Peygamber buyruğuna uyar, zalim ister Müslüman isterse kâfir olsun hakkı söylemekten çekinmeyiz. Bu, Ümmet-i Muhammed olmamızın bir vecibesidir. Makam ve mevki, mal ve mülk ve benzeri çıkar ve menfaatler için hiç kimseye yaltakçılık etmez, İslâmî şahsiyetimizi zedeleyecek aşağılık hareketlerde bulunamayız. Bizim mevlamız Rabbimizdir. Bütün faziletlerin O’na kulluk etmekte olduğuna inanır ve kula kul olmayız.

Biz biliyoruz ki en güçlü olan, en güçlü imana sahip olandır. Onun için Allah yolunda bütün imkânlarımızı seferber ederek çalışmayı, İslâm’ı hayatımızın bütün safhalarında hâkim kılmayı ve Şeriat-ı Garrâ’nın hâkimiyeti için gerekirse canımızı feda etmeyi kemal-i imandan biliriz. Bizleri, tağutlarla, putlarla, zindanlarla korkutmak isteyenlere deriz ki:

“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmran 3/102). Allah buyruğuna canu gönülden uymaya çalışan Müslümanlar olarak kalbimizde, Allah korkusundan başka hiçbir korkuya yer vermeyiz.

İnsanlar onlara: ‘Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun!’ dediklerinde bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir(Âl-i İmran 3/173).

Kemâl-i imana sahip bir Müslüman, tahakküm ve zorlamalar, zulüm ve işkenceler, düşmanın çokluğu ve silah üstünlüğü veya iktidarın imkânlarını elinde bulunduran tağutlar karşısında asla gevşemez, gerilemez, yılgınlık, bıkkınlık göstermez. Bilakis daha çok gayret, azim ve kararlılıkla İslam davasının yücelmesi, mazlum ve mustazafların, zalim ve müstekbirlerin zulmünden kurtulması için şevkle, aşkla çalışır.

Müslüman ferasetlidir, Allah’ın nuru ile bakar. Ölçüsü, Kur’an ve sünnetin değişmez ölçüsüdür. Onun için hadiseleri en iyi bir şekilde değerlendirir. O, grup taassubu ile zihni bulanmayan, kalbi teşviş olmayan, körü körüne ve bilmediği meselelerde münakaşalara dalmayan, düşüncesi berrak, kalbi berrak, özü berrak, sözü berrak, ameli berrak, dosdoğru, eğilmeyen, bükülmeyen, edeplerin en güzeli ile edeplenmiş, en güzel ahlâkla ahlâklanmış, Allah’a kulluğun, Resûlullah’a ümmetliğin haz ve sürûrunu duyan ve yaşayan insandır. Öyleyse gerçek insanlık, gerçek Müslüman olmakla mümkündür. İslam’ın dışında fazilet aramak, insanlık aramak, olmayanı aramak demektir. Nitekim Mevlana: “Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamak demektir.” der.

Bugünkü sıkıntılarımızın sebebi İslamsızlık ve insansızlıktır. Kahtü’r-rical (adam kıtlığı) gibi büyük bir yokluğun ve kıtlığın içerisindeyiz. Tağûtî düzenlerin yozlaştırdığı, nötrleştirdiği, tepkisiz ve duyarsız hâle getirdiği bir toplumun yeniden ayağa kalkması ve kendi değerlerine sahip çıkması için yetişmiş, öncü insanlara ihtiyacımız vardır. Rabbaniyyûn denilen bu öncü insanlar, Kur’an ve sünnette vasıfları açıklanan, Ribbiyyûn denilen ilim ve hikmet sahibi gerçek Müslümanlar yetiştirerek İslam âlemini yeniden canlandırıp hayata kavuşturmalıdırlar.

Öncelikle insanların kalbini Allah’tan başka bütün korkulardan temizlemek lazımdır. Çünkü Allah’tan korkan, hiç kimseden korkmaz. Allah’tan korkmayan, herkesten korkar. Allah’ı gerçek mânâda tanımayan da Allah’tan gerçek mânâda korkmaz. Kişinin Allah’tan korkması ve Allah’a kulluk derecesi, Allah’ı tanıması ölçüsündedir. Nitekim İmam-ı Gazali: “Allah’ı hakkıyla tanımayan O’ndan hakkıyla korkmaz.” demektedir.

Zamanımızın Müslümanları mahlûktan korkuyor da Halik’tan korkmuyorsa bu, Halik’ı gerçek manada tanıyamadıklarındandır. Geçici dünya hayatını, ebedî ahiret hayatına tercih ediyorlarsa bu, gaybe imandaki zaaflarındandır. Kur’an nizamını terk edip, tağûtî düzenleri tercih ediyorlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önderliğini bırakıp tağutları önder ediniyorlar ve hâlâ biz Müslümanız diyorlarsa ve bu sözlerinde samimi iseler İslam hakkında koyu bir cehâletin içerisindedirler. İşte “Ribbiyyûn” olan ilim ve hikmet sahibi Müslümanlar, böyle bir toplum ve tarihte benzerine çok az rastlanan bu toplumun yeniden dirilişi için çalışacaktır.

Vazife çok çetin ve zorludur. Bu çetin ve zorlu vazifeyi yerine getirebilmek için vazifeyi omuzlayanlar yani “Ribbiyyûn” olanlar kendilerinde bulunması gereken vasıflarla muttasıf olmalıdırlar. Bu vasıfları kazanıp geliştirmek için de ilim ve hikmet sahibi kişilerle düşüp kalkmak ve onlarla sürekli irtibat halinde olmak lazımdır. Bir ehl-i hikmet: “Âlim ile yâr olan bulur mertebe, cahil ile yâr olan döner merkebe” diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir.

Çünkü her şey kendi vasatında yetişir ve olgunlaşır. Acı suda balık yaşamaz. Kuzey kutbunda turunçgiller yetişmez. İşi gücü dedikodu, gıybet, iftira ve yalan olan bir ortamda ilim ve hikmet sahibi olacağını zannetmek, horozun yumurtlamasını düşlemek kadar gülünç olur.

“Hikmetin başı, Allah korkusudur.” Allah’tan korkmayan hikmet ehli olamaz. İlim sabırla elde edilir. Bu yolda sabır göstermeyen, meşakkatlere göğüs germeyen, ilim ehli olamaz. Edepli, mütevazı ve halim yani yumuşak huylu olmayan başkalarının düzelmesine öncülük edemez. Şeyh Sadi: “İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır. Eğer toprak gibi mütevazı olmazsa insan değildir.” der.

Sonu rahmet, mağfiret, cennet ve cemalullah olan bir yoldayız. Bu yol İslam yoludur. Kur’an yoludur. Her türlü tehlikelerden emin bir yoldur. Sonundan şüphe edilmeyen, dosdoğru bir yoldur. Bu yolu açan Allah’tır ve bu yoldan kendine davet etmektedir. Bu yolda telef olmak yoktur. Yok olmak yoktur. Ebedîlik vardır. Gazilik, şehitlik vardır. Bu yolda ölmek gerçek diriliktir. Hakiki vuslattır.

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar Allah’tan nimet ve keremin, Allah’ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” (Âl-i İmran 3/169-171)

Emeğin karşılığının zayi olmadığı, bilakis kat kat fazlasıyla verildiği bir ticaretin içindeyiz. Böyle kârlı bir işi terk etmek ahmaklığın ta kendisidir. Öyleyse korkmak niye? Tereddüt niçin? Bediüzzaman: “Hakiki imanı elde eden bir insan, kâinata meydan okuyabilir. Böyle bir insan için ne endişe ne korku ne de bunalım söz konusu olur. Ve bu, gerçek manada Allah’a inanan her insanda açıkça görülebilir.” demektedir.

Tevhid mücadelesinin öncüleri peygamberler tek başlarına bütün kâinata meydan okumadılar mı? Onların etrafındaki havarileri aynı yolu takip etmediler mi?

Biz ki insanların iyiliği için yaratılmış hayırlı bir ümmetiz. Âlemlerin efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetiyiz. Öyleyse O’na layık olmaya çalışalım. Ribbiyyûn olalım.

“Davası için çalışmayan, davası için yaşamayı ve davası için ölmeyi bilmeyen kimse, dava adamı sayılamaz. O yalancıdan başka bir şey değildir.” Mevdudi


[1] Ebu Davud, Melahim 17; Tirmizî, Fiten, 13; İbn Mâce, Fiten 20.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.