MEFKURE – Müşterek Değerlerimiz/Zeki Soyak

Hayvanlar koklaşarak, insanlar konuşarak tanışırlar, anlaşırlar. Kişiler önce sağlıklı bir şekilde düşünmeli, sonra da üslubuna uygun bir şekilde konuşmalı, yazmalı ve yapacaklarını ona göre yapmalıdır. Bu tarzda yapılan konuşmalar, münazaralar, hizmetler fayda sağlayabilir. Aksi takdirde birçok fitneye sebep olunabilir.
Konuşmadan, yazmadan, bir işe başlamadan önce, neyi konuşmalı, neyi yazmalı, toplumun ihtiyacı olan şeyler nelerdir diye düşünmeliyiz. Yazacağımız, konuşacağımız, yapacağımız konuyu tespit ettikten sonra da en doğruyu, en güzeli yazmak, konuşmak ve yapmak için önce kalbimize danışmalıyız. Şayet kalbimiz mutmain olmuşsa, bilgilerimize müracaat etmeliyiz. Bilgilerimizi en iyi bir şekilde kullanmamız için de aklımızı harekete geçirmeliyiz. Gerektiğinde ehli ile mutlaka istişare etmeliyiz. Böylece, yapılabilecek hataları asgariye indirebilir, sağlanacak faydayı azamiye çıkarabiliriz.
Toplum önünde konuşan, yazan kişiler ve yönetimde bulunanlar bu inceliği fark eder ve ona göre hareket ederlerse, toplumun sağlıklı bir seviyede şekillenmesine, diğer bir ifade ile her çeşit bağnazlıktan, egoizmden kurtulup toplumsal bir şuura ulaşmasına yardımcı olabilirler.
Beşerî münasebetlerimizdeki çıkarcı anlayışı, faydacılık felsefesini saf dışı etmenin; ikiyüzlülük, çok yüzlülük gibi gayriahlâkî ilişkileri bertaraf etmenin yolu da bu anlayıştan geçer. Yani insanlığın faydasına olan şeyleri düşünmek, tespit etmek, ehli ile istişare etmek, sonra da konuşmak, yazmak, uygulamak.
İnsanî ilişkilerimizi köklü ve kalıcı esaslara istinat ettirmeliyiz. İnancımızdan, medeniyetimizden, örf ve âdetlerimizden kaynaklanan değerler üzerine bina etmeliyiz. Hiçbir sınır tanımadan, her istediğini konuşan, yazan ve yapan kişiler bunları bir özgürlük, bir kişilik kazanım zannediyor veya topluma öyle göstermeye çalışıyorlar. Aldanıyor ve aldatıyorlar. Çünkü bu yaklaşım bizim yaklaşımımız değil, bu anlayış bizim anlayışımız değil. Bu bir yabancı, dışarıdan ithal edilmiş içimizdeki yabancıdır.
Bu gibi egoist, sınırsız davranışlar toplumsal barışı, insanî ilişkileri bozar. Toplumca kabul görmüş değer ölçülerini tahrip eder. Yüzyılların birikimi olan bu değerler tahrip olunca da derme çatma, basmakalıp, değersiz, zararlı akımlar yeni değerlermiş gibi sunulur. Neticede saygısız, bencil, kaba, çıkarcı, hak hukuk tanımayan bir anlayış hâkim olur. Bu sakim anlayış karşısında çok sağlıklı, inançlı, akıllı saflar bağlanmaz, güç birliği yapılmazsa telafisi zor sıkıntılar yaşanılabilir.
Toplumları ayakta tutan değerlerin başında elbette iman birliği gelir. Aynı şeylere inanan, aynı değerlere sahip olan toplumlar inançları gereği birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı oldukları gibi başka din ve inançta olan kişi ve toplumların da hak ve hukukuna saygılı olurlar. İslam tarihi bunun çok çarpıcı, destanî örnekleriyle doludur. Bu karşılıklı saygı, kişi ve toplumlar arası güveni sağlar. Birbirine saygılı, birbirine güvenen kişiler ve onların oluşturduğu toplumlar müştereklerini çoğaltarak, ayrılıkları azaltarak sürekli bir şekilde doğruya, iyiye bir değişim, bir gelişim, bir atılım gerçekleştirebilirler.
Müşterek değerlerini yitiren, egoizmin, faşizmin ve ateizmin meydan bulduğu bir toplumda güvensizlik hâkim olur. Birbirlerine karşı güvenini kaybeden toplumlarda insanî ilişkiler tamamen zaafa uğrar. Birliktelikler, beraberlikler, kurtlar sofrasını andırır. Kurtlar hep burun buruna yatarlar. Çünkü aç kaldıkları zaman içlerinde gafil bulduklarını hemen parçalar ve midelerine indirirler.
Başka milletlerde, başka toplumlarda asla rastlanmayan, inancımızdan, medeniyetimizden kaynaklanan çok üstün beşerî münasebetlerimiz ve bu münasebetlerimizi abideleştiren çok köklü İslâmî düsturlarımız, ananelerimiz var. Bu esaslar üzerine bina edilen İslam toplumları, yüzyıllardan beri, iç ve dış düşmanların sonu gelmez saldırıları, hile ve desiseleri, tahribatları, zulüm ve işkencelerine rağmen ayakta kalabilmişlerdir.
İslam’daki aile nizamı, ana-baba, karı-koca, kardeşler, yakın uzak akrabalar, komşular, arkadaşlar arası münasebetlerde uyulması gereken esaslar, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı din kardeşliği, din kardeşini kendi nefsine tercih etmek gibi çok üstün ahlakî faziletlerin emredilmesi; dünya sevgisi, mal-makam sevgisi, ucub, kibir, haset, gıybet, iftira, yalan, cimrilik, ahde vefasızlık gibi toplumu ve insanî ilişkileri tahrip eden kötü ahlakların şiddetle yasaklanması, İslam toplumunun iç ve dış tahriplere karşı mukavemetini sağlayan, beşerî münasebetlerin yok olmasını, dolayısıyla toplumun dağılıp parçalanmasını önleyen çok güçlü etkenlerdir. Bu etkenler toplumun hayat damarları ve bu damarları besleyen kan mesabesindedir.
O bakımdan kardeşlik hukukuna olabildiğince riayet etmek, insanî ilişkilerimizi, İslam’ın yüce ahlak prensipleri, değişmez esasları dâhilinde tam bir özveri ve samimiyet içerisinde karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı olarak kesintisiz devam ettirmek bir Müslümanlık, bir din kardeşliği vazifemizdir.
Asla unutmayalım!
Kurtuluşumuz İslam’a sarılmakta, bir Müslüman olarak bütün dini vecibelerimizi yerine getirmektedir. Hiçbir dünyevî beklentimiz olmadan İslam’ın anlaşılması ve yaşanılması hususunda bütün samimiyetimizle, bütün imkânlarımızı kullanarak hizmet, hizmet, yine hizmet etmektir. Kalbimizle, halimizle canlı bir örnek olmaktır.