MEFKURE – Eyne Tezhebûn?/Zeki Soyak

Ey Müslümanlar!
Ey ümmet-i Muhammed!
Ey ilâhiyatçılar!
Ey yöneticiler!
Ey gençlik!
Ey ahali!
Eyne Tezhebûn – Nereye gidiyorsunuz?
Önümüzü görüyor muyuz?
Güzergâhımızı biliyor muyuz?
Bu yolun sonu nereye varır farkında mıyız?
Aklımızı başımıza alalım, kendimize gelelim, gafleti bırakalım.
Görmüyorsak, görene,
İşitmiyorsak, işitene,
Bilmiyorsak, bilene bir soralım, soralım da nasıl uçurumun kenarına geldiğimizi, bu gidişata son vermezsek, nasıl helâk olacağımızı görüp, öğrenelim.
Tarih boyunca niceleri, Allah’ı inkâr ettiler, peygamberleri inkâr ettiler, paraya pula, nefislerine, dünyaya, putlara tapındılar. Hani onlar nerede? Akıbetleri çok feci oldu. Allah’ın lânetine uğradılar, peygamberlerin, salihlerin lânetine uğradılar da helâk olup gittiler.
Bu yolun sonu uçurum.
Bu gidişatın sonu felâket,
Bu yaşantının akıbeti azap ve ateş.
Vakit geç olmadan, ne zaman, nerede ve nasıl geleceğini bilmediğimiz ölüm gelip çatmadan;
Yaptıklarımızdan tevbe edelim.
Rabbimize yönelelim.
Kötülerle, kötülüklerle mücadele edelim.
İslam’ı tebliğ edelim.
Emr-i bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker yapalım.
İslam kardeşliğini yeniden dorukta yaşayalım.
İslam’a, İslam’ın hakikatlerine sarılalım,
Bütün batıl yolları terk edelim.
Hakka, Yaratan’a teslim olup, kurtulalım.
Şeytanın adımları ardından gitmeyelim
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımları ardınca giderse, bilsin ki, şeytan fuhşiyatı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” (Nur 24/21)
Evet, Allah Teâlâ bizi uyarıyor, şeytanın adımları ardınca gitmememizi emrediyor. Çünkü şeytan, kötülükleri emreder. Ona uyan kötülük yapar. Kötü olur. Şeytanın emrine girer, şeytanın askeri olur. Artık o, insan kılığında bir şeytan olup çıkar.
İşte çağımızın dinsizliklerinden bir dinsizlik, satanistlik yani şeytana tapıcılık, gençlerimiz arasında sinsi sinsi yayılmakta.
Onun için:
Ey analar, babalar!
Ey eğitimciler!
Ey yöneticiler!
“Eyne tezhebûn!” diye feryat ediyoruz.
Çocuklarınıza mukayyet olun. Onların bu hain tuzaklara düşmemesi için onlara “dinini öğretin” diye feryat ediyoruz.
Eğitimcilere, yöneticilere, Allah’a karşı, bu millete karşı sorumluluklarınızı yerine getirin diyoruz. Bu vazifelerinizi yerine getirmezseniz, dünyada da ukbada da kaybedersiniz diyoruz.
Ey ilahiyatçılar!
Özellikle ilâhiyatçılara, din-i mübin-i İslam’ı bu millete öğretmekle mükellef olanlara;
Yamukluk yapmayınız,
Dini esaslarla oynamayınız,
Kur’an’ı tevil etmeyiniz,
Sünneti tahrif etmeyiniz,
Para, pul, makam, mevki için devlet adamlarına yaltakçılık yapmayınız, dininizden taviz vermeyiniz ikazında bulunuyor, bunu olmazsa olmaz bir vazife olarak telâkki ediyoruz.
Çünkü selef-i sâlihîn, ulema-yı âmilin ecdadımız hep bu ikazları yapmışlar, idarecilere yaltakçılık yapan, dünyası için dininden taviz veren kişilere uyarılarda bulunmuşlardır.
Bizler de onların izini takip ederek;
İlim kisvesini kirleten,
İlmini dünyasına âlet eden,
İdarecilere yaltakçılık yapan
Dininden taviz veren kişileri ikaz etmemiz, yaptıkları yanlışları düzeltmeleri için uyarmamız, kötü örnek olmamaları hususunda tembihatta bulunmamız gerekmektedir.
Bir âlime idareci kapısında zilletle beklemek yakışmaz.
Bakınız, büyük âlim, müçtehit, Allah dostu Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh, bu gibi kişileri nasıl ikaz ediyor:
Bir gün Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh, vali konağının önünden geçiyordu. Valinin kapısında bekleyen bir kısım âlimleri gördü. Onların bu haline çok üzüldü de şunları söyledi:
“Niçin burada bekliyorsunuz? Cenab-ı Hak, sizin gibi idarecilerin kapısında bekleşen âlimleri çoğaltmasın. Sizler dünyalık peşinde koşan şu idarecilerin huzuruna mı girmek istiyorsunuz?
Allah’a yemin ederim ki, onlara yakınlık, iyilerle beraber olmaya benzemez. Onların meclisleri, salihler meclisi gibi değildir. Haydi, burayı terk edin. Cenab-ı Hak, iman edenleri sizin şu hâlinize düşürmesin. Ayakkabılarınızı ve en güzel elbiselerinizi giymişsiniz. Saçlarınızı keserek, gözlerinize sürme çekmişsiniz. Şu hâlinizle sizler ne kötü bir cemaat oldunuz. Tamahınızdan dolayı bıyıklarınızı bile kesmişsiniz. Yazık size! Âlimleri rezil ettiniz. Allah celle celâluhu, iki yakanızı bir araya getirmesin.
Eğer siz tenezzül ederek onlardaki servete göz dikmeseydiniz, onlar elbette size yönelecek, sizdeki ilme gıpta edecekti. Fakat siz mal ve servete tamah ettiniz. Bu yüzden onlar ne size meyletti ne de sahip olduğuz ilme. Cenab-ı Hak, kendisinden uzaklaşan kullarını rahmetinden işte böyle uzaklaştırır.
Ey âlimler! Sizler ne zamandan beri Allah’ın kapısını bıraktınız da, idarecilerin, zalimlerin kapısında bekliyorsunuz?”
Dikkat buyurun, o büyük velî müçtehit Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh, bu sözleri İslam’ın hâkim olduğu bir dönemde, İslam’ın ahkâmını uygulayan bir valinin kapısında bekleşen âlimlere söylemektedir.
Bir de bu günümüzü düşünelim, İslâmî hükümlerin yürürlükten kaldırıldığı, bir kısım yöneticilerin açıktan açığa İslam’a saldırdığı, Müslümanlara hakaret ettiği bir ortamda, böylesi idarecilere yaltakçılık yapan, onların kapılarında izzet, şeref arayan âlim bozuntularını görseydi ne demezdi ki.
Asla unutmayalım! İzzet ve şeref Allah katındadır, İslam’dadır. İslam’ın dışında izzet arayanlar, zillete ve meskenete düşmeye mahkûmdurlar. Ahiretteki rüsvalıkları ise katbekat olacaktır.
Kendimizi inkâr etmeyelim.
Biz böyle değildik veya böyle görünmüyorduk. Bize ne oldu da bir anda bütün hassasiyetlerimizi kaybettik. Dün şiddetle savunduklarımızdan bugün vazgeçtik. Vazgeçmek şöyle dursun daha önce niçin öyle yapmışız diye pişmanlık duyar olduk.
Kendi kendimizi, geçmişimizi inkâr eder olduk. Bu bir değişim değil, bir başkalaşımdır.
Bir fert, geçmişte yapmış olduğu din dışı, ahlâk dışı kötülüklerden pişmanlık duyarsa, bu bir fazilettir.
Ancak geçmişte yapmış olduğu İslâmî hizmetlerden, İslâmî yaşayıştan dolayı pişmanlık duymak böyle bir geçmişe bîgâne kalmak, bir rezalettir. Allah indinde de Allah’ın salih kulları indinde de rüsvalıktır.
Düzene, düzenbazlara yaranmaya çalışmak, İslam’a ve Müslümanlara tavırlı ve hatta düşman kişilere hoş görünmek için kendi değerlerinden taviz vermek, samimi bir Müslümanın asla yapamayacağı bir çirkinliktir.
Rabbimize dönelim.
Ey millet! Artık silkinip kendimize gelme, kendi değerlerimize sahip çıkma, Müslümana Müslümandan başka dost olmadığını fark etme, bütün hırslarımızı, kötü huylarımızı, kıskançlıklarımızı, mal, mülk, makam, mevki, para, pul düşkünlüğümüzü terk edip, bütün samimiyetimizle, Rabbimize, dinimize dönme, yeniden kendi medeniyetimizi kurma zamanıdır, bu zaman.
Pula, kula kul olmayı bırakıp,
Rabbimize kul olalım.
Rabbimize kul olalım ki gerçekten insan olalım. Zillet ve meskenetten kurtulup izzet ve şerefe kavuşalım. Bilelim ki, izzet ve şeref Allah’ın katındadır. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Gerçek izzet ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Lakin münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikun 63/8)
Bilhassa İslâmî hizmetlerde bulunan kişilere, İslâmî hizmette bulunan özel kurum ve kuruluşlara diyorum ki, sakın ola ki düzene ve düzenin adamlarına yaranmak için çalışmalarınızdan, aldığınız İslâmî ölçülerden, İslâmî değerlerden taviz vermek gibi bir yanlış yapmayınız. Düzenbazlara yaranmak için Rabbinizin gazabını celbetmeyiniz.
Bizi biz yapan değerlerimizi, politikacılar yeteri kadar yıpratıyor, sulandırıyor. Onları örnek alıp da aynı gaflete siz de düşmeyiniz. Davamızı sulandırmayınız.