MAVERADAN MACERAYA- Er Rızku Alallah!

MAVERADAN MACERAYA- Er Rızku Alallah!

 

Efendim, Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun. Henüz internet üzerinden yayımlanmayan bir hikâyeyi sizinle paylaşmak istedim. Bize de merhum Hacı Mustafa dedem anlatmıştı.

Zamanın behrinde Rum Diyarında gayet mütevekkil bir Numan Ağa varmış. Bir gece kendisine özel rüyasında ”Haydi kalk nasibini Bağdat’ta ara” denilir.

Sabah olunca rüyasını hanımı Şahende‘ye anlatır. Yola revan olması için çarığını çitilemesini ve azığını hazırlamasını söyler. Lakin hanımı ağırdan alır. Rüyasının rahmani, nefsani veya şeytani olup olmadığını sorgular. Adam kararlıdır, sabah namazından sonra yayan yalbırdak yola düşer. Aylar sonra Bağdat‘a varır. Yorgun argın bir karyeye uğrar.

Köyün girişindeki bir hurma ağacının dibinde dinlenirken yabancı olduğunu anlayan kadınlar ona tandır evinden birkaç çörek ve börek ikram ederler. Taze hurma ile taze tandır ekmeğini midesine indiren Numan Ağa’nın uykusu gelir ve kayluleye dalar.

Numan Ağa’ya bu defa rüyasında “Arkadaş nasibini aldın artık dönebilirsin” denilir. Temmuz’un sıcağında uyanan adam şaşırır “bunca aydır geldiğim yol buna değer miydi?” demeden dönmeye karar verir. Kalkar, üzerindeki çölün kumunu silkeler, köyün çıkışında bir kahvede mırra içen ve nargile çeken adamları görünce selam verir.

Kahtani Arapları: “Taal hünâ yâ misâfir eyiş?” derler. Nizamiye medreselerinde vaktiyle birkaç yıl eğitim gören Numan Ağa Arapça’ya vakıftır. Adamlar oracıkta Numan Ağa’ya taze bir de Yemen kahvesi ikram ederler. Hoş beş altı boş sohbetten sonra “Garip yolcu buralara kadar niçin geldin anlat bakalım?” derler.

O da durumu anlatır, nasibini aradığını söyler. Kahvenin köşesinden bir bedevi Arap kahkaha ile ayağa kalkar ve der ki “bana her gün Erzurum’da Numan Ağa’nın bahçesinin doğu köşesinde bir küp altın var diyorlar fakat ben rüyaya göre amel edecek kadar saf değilim.”

Numan Ağa mesajı almıştır. Sohbetin başında kendini garip bir yolcu olarak tanıtan Numan Ağa, işte o adam benim demeden kahve için teşekkür eder onlardan müsade ister ve sessizce oradan ayrılır. Günler sonra evine döner.

Bahtı şen hanımı Şahende aylardır yolunu gözlediği Numan Ağa’sına kavuşur. Lakin bir sorun vardır. Numan Ağa Bağdat yolunda gördüğü rüyasını hanımına anlatır. Hatun kısmı söz konusu altın-esvab işleri olunca dayanamaz yanar erir. Daha halvet muhabbet olmadan gecenin bir yarısı ins ve cin uykuda iken ikisi de kalkar ellerinde kazma kürek tam bir defineci heyecanı ile bahçenin tarif edilen köşesini kazarlar. Kazının ilk gününde bir şey çıkmaz. Gün ağarmış güneş doğmuştur. Konu komşu duruma sırra kadem basmasın diyerek kazmaya ertesi gün devam etmeye karar verirler.

Numan Ağa ve hanımı ikinci gün kazıya devam eder. Göğüsleri hizasında kazdıkları halde define bulunmaz. Ümidi kesilen Şahende yatmaya gider. Numan ağa çalışır seher vaktine yakın küpün kapağını görür. Doğruca hanımına müjdeler. Koşarak gelen hanımı sevincinden “Aman Herif, ver iki de ben vurayım” der, kazmayı küreği omuzlar. Kapağı kaldırırlar ki, hazine kızıl devetüyü gibi parlar.

Gaz lambasının fersiz ışığı altında hazineyi kilere taşırlar. Katık odaları bir anda hazine ambarı olmuştur. Kadın sarı liraları saydıkça sayar. Hemen siyecin altına dizer, oynamaya başlar. Numan Ağa’nın kafasında bu definenin beşte birini devlete vermek inancı doğar. Lakin hanımı yakayı ele veririz diye korkusuyla engel olmaya çalışır.

Numan Ağa kararlıdır. Önce altınların gerçek olduğunu denemek için sarrafa gider. Birkaç tanesini bozdurur. O günlerde Şelemzar ve Alamut kalesi korsanları Selçuklu Devletinin hazinesini araklamış, devlet uğruların peşindedir. Sarraf devletine karşı görevini yapar, altın sikkeleri bozduran Numan Ağa’yı hafiyeler takip eder. Eve baskın düzenleyen Zaptiyeler defineye el koyar. Numan Ağa’yı derdest ederek tutuklarlar.

Şahende Hanım “Vay başımıza gelenler” diye saçını başını yolar. “Koca doğruluğun bu kadarına pes” diyerek ağıt figan eder. Amma nafile, olan olmuştur. Günlerce damda kalan Numan Ağa’nın Allah’a olan güven ve tevekkülü tamdır. Sonunda muhakeme edilmek üzere Çolak Kadı’nın huzuruna çıkar.

Çolak Kadı: “Söyle bakalım Habis Sârik bu işi nasıl ve niçin yaptın? Kimler yardım ve yataklık etti?” derken araya giren Numan Ağa “Kadı Efendi! Sizin aradığınız hazineye ait sarı liralar ile benim bulduğum sikkeler üzerindeki işleme ve döküme bakılmasını istiyorum. Eğer aynı ise bana vereceğiniz her cezaya razıyım, boynum kıldan incedir, şeriatın kestiği parmak da acımaz. Lakin böyle değilse humusu alınsın ve gerisi bana verilsin” der.

Yapılan tetkik üzerine Numan Ağa’nın bulduğu sikkeler üzerinde “Hâ zâ min fadlî li ihsâni abdî” yazmaktadır. Numan Ağa ilk celsede berat eder. Altınların 1/5 oranında devlet payı düşüldükten sonra geriye kalanı teslim alıp getirir. Hanımının önüne küpü boşaltınca Şahende Hanım’ın gözleri aydın olur. Numan Ağa zengin olur. Hikâye burada bitmiştir.

Merhum Hacı Mustafa Dedem, hikâyenin sonunda şöyle bir değerlendirme yapmıştı:

“Allah kulunu isterse zengin eder, isterse fakir kılar. Veren de O’dur alan da. İndiren de O’dur bindiren de. Güldüren de O’dur ağlatan da. Yaşatan da O’dur öldüren de. Allah önce sebebi yaratır, yetişmez ise sebebin sebebini yaratır. Rızkı veren Allah’tır. Kula yakışan rızkını aramasıdır. Çünkü; rızık talip ve takip ister. Mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar.”

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.