MAVERADAN MACERAYA- Ele Verir Talkını Kendisi Yutar Salkımı

Akıl sahibi insanlar inanç itibariyle mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu makalemizde Kur’an-ı Kerim’de üzerine elbise giydirilmiş keresteler olarak teşbih edilen münafık tiplerden, Müslüman gibi görünüp keşişlere benzeyen yalama dudaklardan söz edeceğiz.
Münafık; küfrünü gizleyerek kendini mümin olarak gösteren sahtekârdır. Münafık, iki ucu aydınlık, ortası karanlık tünele benzer. Münafık, Nasreddin Hoca merhumun rüşvetçi kadıya hediye ettiği, altı pislik dolu, üstü bal ve tereyağı ile sırlı kızıl çamur Avanos çömleği misalidir. Münafık kendi iç dünyası ile kavgalı insandır. Kelimenin kök hücresinde “Nun. Fa. Kaf” harfleri vardır. Malumunuz; Arapçada “en nafak” tünel, nafaka ayırmak, infak paylaşmak demektir.
Münafık; zihin karışıklığı, ruh bozukluğu ve irade zayıflığı yüzünden iman ile küfür arasında gel-git/med ve cezir yapan kişidir. Sistemli bir hareket olan nifak, güçlü ve hızlı kültür değişimlerinin gerçekleştiği toplumlarda görüldüğü gibi yeni bir yapılanmaya gidildiği Medine devrinde İslam Kültür ve Medeniyetine uyum sağlayamayan insanlar arasında ortaya çıkmıştır. Oysaki Siyer-i Nebi’nin Mekke döneminde sistemli bir nifak hareketi yoktur. Yani; yılanın kavını değiştirmesi kolay olmamıştır.
Münafık deyince aklımıza gelenler Münafikun Suresi, Uhud ve Hendek Savaşları, Hayber’in Fethi, Tebük Seferi, Nadir, Kaynuka ve Kureyza oğullarının Medine’den sürgünleri, Mescid-i Dırar’ın yıkılıp yakılması hadiseleridir.
Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde inandıklarını söyleyen ikiyüzlülerin kalplerinde nifak hastalığı vardır. Yeryüzünde fitne fesat çıkardıkları halde kendilerini basın ve medya yoluyla ıslah ediciler olarak yuttururlar. Tarla faresi gibidirler, hangi delikten girip çıktıkları bilinmez, keli tırman tanımazlar lakin sonunda çiftçinin Yenal marka çelik küreği ile ikiye bölünürler.
Müminlere beyinsiz derler, onları akılsızlıkla itham ederler. Ala gözleri sakar, kendi isimlerini müminlere takarlar. Azgınlıkları içinde debelenip dururlar. Hidayete karşılık dalaleti tercih ederler, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satarlar amma çoğu defa kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşerek zarar ederler.
Gece karanlığında ateş yakıp etrafını aydınlattığı halde kendi ışıklarını kaybederler, karanlıklar içinde kaybolup zaman tünelinde silinip giderler. Başkasına talkın verirken kendileri salkımı yutarlar. Yapmadıklarını söylerler. Söylediklerini yapmazlar. Ne oldukları gibi görünürler ne de göründükleri gibi olmayı başarırlar. Hak ve hakikatlere karşı umursamaz, sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Artık gerçekle yüzleşemezler. Çünkü ikiyüzlülükten daha öte yüzsüzdürler. Yüz verildikçe astarını isterler.
Geceleyin gök gürültüsü ve şimşek çakması ile gözleri kamaşır. Karanlık çökünce ortada sap gibi kalırlar. Sağanak yağmur yağan fırtınalı gecelerden korkarlar. Kulaklarını tıkayacak kadar ödlektirler, müminlere kin ve öfkelerini parmaklarını ısırarak işmam ederler.
Dünya hayatına dair sözleri cazibeli ve etkileyicidir. Ekini yani Müslüman neslini, İslam kültür ve medeniyeti hazinelerini yok etmeye çalışırlar. Kibirlerinden dübürleri görünmez. Çıplak akıl heva ve hevesleri ile gelişen gururları kendilerini sürekli günaha sürükler.
Savaşlarda şehit olan müminler için cahiliye zannı beslerler, “bize uysalardı öldürülmezlerdi, bu işte bizim hiçbir dahlimiz yoktur” diyerek sıyrılırlar, kadere inanmazlar ve yaslanmazlar. Ölümden çok korkarlar hatta temenni bile edemezler, kale-kâşane ve kulelerinden çıkamazlar. Ümmi dedikleri Müslümanların aklını kullanmayı acayip severler.
Allah yolunda cihada çağrıldıklarında “biz savaşma bilmeyiz, bilseydik sizinle gelirdik” diyerek yalanı üfürürler. Üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimseler gibi gözleri dönen münafıklar savaş bitince sivri ve keskin dilleri ile müminleri incitirler.
Savaşa katılmazlar, katılmışlar ise kaçarlar yahut yarı yoldan geri dönerek müminlerin dayanma, savunma ve moral gücünü etkilerler. Uhud harbindeki tavırları bunun en adi misalidir.
“Hayye alel cihad!” denilip mehter çalıp köse vurulduğunda felaket tellallığı yaparak ihanet çemberi içinde yer alırlar. Allah yolunda cihada katılmamak için kırk dereden kırk su getirirler, yemin billah yalanı tığ üzerinde durdururlar. Müminler zaferle dönünce de “keşke biz de onlarla beraber olsaydık ve ganimetten payımızı alsaydık” diye hayıflanırlar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylerler. Üstüne üstelik Allah adına yalan yere yemin ederek kuru yere kurdu düşürürler.
Şeytani düzene uyarlar. Müslümanları hakem tayin etseler de verilen hükme boyun eğmezler. İşlerine gelen fetvayı heybelerine koyarlar lakin menfaatlerine dokunan hükümleri reddederler. İşitmedikleri halde işittik derler, isyan ederler. Bindikleri aracın ön tekerinin izlerini arka teker siler. Bu yüzden Allah iyilik, güzellik ve sözde insanlığa hizmet adına yapıp ettiklerini iptal eder.
Müminler için “bunları dinleri aldatmış” ithamıyla alay ederler. Eğer ve meğer kelimelerini çok kullanırlar. Allah ve resulüne, müminlerden olan ulül-emr’e itaat yerine sürekli isyan ederler, halkı da tahrik ederek dinlerine ve devletlerine bakışlarını değiştirmek için zorlarlar. Her türlü idari, siyasi, mali ve askeri gücü kullanırlar. Küfür ve ihanette birbiriyle yarışan münafıklar, Allah ve Resulüne asla zarar veremezler. Kinleriyle geberip giderler. Zira şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmüştür.
Allah Resulüne ve inananlara baş üstüne derler, lakin huzurdan ayrılınca, gece verdikleri sözü gündüz olunca unuturlar. Baş torbalarına saklanan senedi yiyen ve çamura saplanan merkep misali uluorta anırırlar. Bir defa adamlarda karakter ve genetik bozukluğu vardır. Psikolojik sorunlarını davranışlarına yansıtırlar.
Münafıklar; Allah’ın gazap ettiği toplulukları ve kâfirleri bazen alenen bazen de gizli gizli dost edinirler. Bunlar; Allah ve Resulüne, Kur’an ve sünnete, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık eden bayağı varlıklardır. Teknik takip ve ortam okumalarını çok iyi yaparlar. Hafiyelik ve hainlik ruhlarına işlemiştir.
Kendilerine güvenlik ve barış, korku ve savaş ile ilgili haberleri anında manşetten yayınlarlar. Yalan uydurmak için dinlerler. Kötü haberler yayıp havaya adeta kükürtlü duman vererek İslam Ümmeti üzerinde sisli, puslu, panik ve korku dolu gündem oluştururlar, ortalığı karıştırırlar ve piyasa dengesini alt üst ederler. Sonra da hiçbir şeyden habersizmiş gibi davranırlar. Kendi toplumları için tele kulaklık yaparlar, böceklik ederler.
Münafıkların durumu şeytanın durumu gibidir. Şeytan insana “inkâr et” der, insan inkâr edince de “şüphesiz ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allah’a sığınırım” der. Azanın da azdıranın da sonu ateştir.
Münafıklar zalimdir ve cimridir. Allah Resulünün yanında bulunanlara muhacirlere bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler diyenlerdir. Bugünkü gibi o gün de “Medine’ye dönersek üstün olan zayıf olanı mutlaka çıkaracaktır” diyerek insanları Allah yolundan çevirirler. “Allah örnek olarak neyi anlatmak istedi?” diyerek mücmel ve müteşabih ayetlerin sırrına vakıf olmadan kendilerine ilim, hikmet, ilahi ruhsat verilmediği halde bu ayetlerin tevil ve tefsirine akıllarınca çağdaş yorumlar ekleyerek özel yorumlarını asıl gibi sunarlar. Sureti haktan gözüken bu alçaklar, ayet ve hadis eksenli olarak müsteşrik ağzıyla münkirlik yaparlar. Emrolunduğu gibi dosdoğru olan Peygamber Efendimizin iman ve istikamet merkezli İslam ahlakını benimsemiş akademik unvanda hizmet eden Hocalarımızı tenzih ederiz. Lakin ahir zamanda Ümmet-i Muhammed içinde münafıkların çoğunun Kur’an ve Sünnet üzerinden mürekkep yalayanlardan olması tesadüfi değildir.
Allah, nefis ve şehvetin esiri, İblis’in oyuncağı ve ortağı olmuş münafıklar zümresini lanetlemiştir. Bunlar, “Müzebzebine beyne zalik” olan zavallılardır. İman ile küfür arasında bocalayıp dururlar. Ne Müslümanlara yaranırlar ne kâfirlere yar olurlar. İki cami arasında kalmış bi-namaz kişilerdir. Hem Müminlerden emin olmak hem de kavimleri içinde güvende yaşamak için zorlanırlar. Sahtekârlıkları, riyakâr yüzlerinden, cıngırdaklı sözlerinden tanınırlar. Müminler hakkında kötü zanda bulunurlar, yalan yere onları kıskançlıkla itham ederler. Bıçaklarının iki tarafının da keskin olması bundandır. Kasabın bıçağını yalayan kedi gibidirler. Münafıkların canı Cehennem’e! Bunlar Cehennemin en aşağı tabakasında cezalandırılacaktır.
Sadakadan zekâttan ve ganimetten kendilerine bir pay verilirse hoşnut olurlar. Eğer pay verilmez ise kızarlar. Medine halkından olan münafıklar daha gizli, sinsi ve tehlikelidir. Lawrens bunun en kötü misalidir. Bir kısmı en azından günahlarını itiraf eder, lakin yine de salih amel ve kötü işleri birbirine karışmıştır. Kafaları karmakarışık, zihinleri darmadağınıktır. Yüreklerinde sürekli bir kuşku ve endişe vardır. Bu durum onların nifak hastalığını artırmaktadır. Tövbe etmedikleri sürece dünyada rezil ve rüsva, ahirette de ilahi azap ve cezaya müstahak olurlar. O gün kurdukları tuzak plan ve desiselerden haberi olan peygamberimize “kulak” diyenlerin uzantıları bugün derin bir gaflet içinde O’na “sade bir ulak” demektedir. Münafıklar her zemin ve zamanda aynıdırlar. İtikadi, ameli, ahlaki münafık çeşitleri olsa da hepsi aynı topun bezidir. Evet, hepsi de atalarımızın kinayeli tabiri ile bir tekerin beldiğidir. Sadece isimleri değişir. O gün Abdullah bin Ubey bin Selul idi bugün de Fethullah bin Zalim el Zındıka!
Onlar yoldan çıkmış fasıklardır. Namaza üşenerek kalkarlar. Mescitlere gönülsüz gelirler. Namazı gösteriş için kılarlar. Mali yardım, zekât ve sadakayı da bu amaçla verirler. Namazı yalnız kılarken kehil davranırlar ve son vaktine kadar geciktirirler. Sabah ve yatsı namazlarını kılmakta zorlanırlar.
Kendilerine geniş özgürlük alanı çizerler. Hududullah’ı çiğnerler, Sünnetullah’ı tanımazlar. İnsanların hak ve hukukunu pervasızca ihlal ederler. Müslümanların meclisine selam ile dalarlar, gizlice konuşurlar, fiskos ederler, kulis yaparlar. Kulis kulis külüstür!
Müslümanların başına gelen umum bela ve musibetler için sevinirler, bıyıklarının altından kıs kıs gülerler. Hatta bazen pişmiş kelle gibi sırıtırlar. Kötülük çemberleri ve girdabı başlarına geçsin. Günahları başlarına taç olsun. Ölürken altından aldıklarını ağızlarına çalsınlar.
Kur’an-ı Mübin’den bir sure okunduğunda göz göze gelerek “Bu hanginizin imanını artırdı?” diyerek müminlerin ayet ve hadislere olan bağlılıklarıyla istihza ederler.
Müminler kaderin bir cilvesi ile Allah yolunda bir eza ve cefaya uğratılınca insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah’ın azabı gibi tutarlar.
Diriliş gününde münafıklar ile müminler arasına kapısı bulunan kalın bir duvar çekilir. Müminlere verilen ilahi nurdan ve nimetlerden mahrum olurlar.
Hadis-i Şeriflerde “Münafıklar iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider bir o sürüye. Münafık, rüzgârın bir defada kökünden sökebileceği selvi ağacı gibidir. Münafık kendine bir şey emanet edildiğinde hiyanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde cayar, husumet sırasında haktan sapar, kızıştığında savaştan kaçar.” buyurulmuştur.
Allah’ım! Bozgunculuktan ve bozgunculardan, münafıklıktan ve münafıklardan, kötü ahlak ve sahiplerinden sana sığınırız. Bizi “el Hafiz” Celle Celalüh ism-i şerifinle koru Ya Rabbi.
Âmin.