MAVERADAN MACERAYA- Bülbül Gitmiş Baykuş Konmuş

Değerli kader arkadaşlarım! “Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu. Çıkmış İslam bülbülleri, öter Allah deyu deyu” ilahisi NİHL-84 Kuşağı’nın dilinden düşmez. Arapçada güle verde, bülbüle andelib denir. Batı dillerinde rosa olarak bilinen bu katmerli ve hoş kokulu çiçek/gül ile bülbül arasında muhayyel bir aşk vardır. Doğu Edebiyatında gül ile bülbül arasındaki bu sevda aşık ve maşuklara ilham olmuştur. Farsçada bülbül-i şeyda; hezar destan ve hezar avaz denilen bin bir türlü hikâye okuyup güzel sesiyle bin bir çeşit şarkı söyleyen bin bir gece masallarının kahramanıdır. Gülün kokusuna ve renginin dokusuna dayanamadığı lakin tam kavuşacağı anda Sivas kaması gibi böğrüne batan dikenler yüzünden kanlar içinde kaldığı için bülbül-i zar ağlar ve bülbül-i şeyda çılgına döner.
İnsanoğlu nota ve müzik aletleri icat edilmeden önce ıssızda ıslık çalarak yalnızlığını gidermeyi, kendi cinsi ve diğer varlık, canlılar ile ulaşımı, iletişimi, haberleşmeyi, yârine güzel şarkılar söylemeyi, ağıtlar yakmayı, kasideler-natlar-şiirler okumayı zarif cisimleri ile harika bir şekilde öten kuşlardan öğrenmiştir. Örneğin “Aptal karga Gak! Demiş, peyniri tilki yemiş” amma rençber onu “Kalk! Kalk!” olarak algılamış, işine erken gitmiş, derviş de onun zikrine katılıp “Hak! Hak!” diyerek cezbeye gelmiştir.
Nağmeleriyle ünlü gönüllere cila veren bülbül gülzarda ötüp gezen, bakışlarıyla yüreklere korku salan baykuş da viranede yalnız yaşamayı seven iki kuştur. Kısas-ı Enbiya’daki rivayete göre baykuş, Sultan Süleyman (a.s) için yastık yapılacak denildiği gün bütün tüyünü bağışlar ve cihan padişahından aldığı dua üzerine avı ayağına gelir. Baykuşun her gün sabah akşam yiyecek iki avı vardır. Ne de olsa Baykuş’tur! İyiliğin karşılığı yine bir iyilik değil midir?
Fakat bülbül öyle değildir. Bülbül çaresiz bir sevdaya tutulmuş garibandır. Her gün Kızılay kan merkezi gibi kan verdiği gülün busesine dokunamaz. Sevgisi hasbidir, harbidir lakin önünde engel duran, hançer misali ciğerine batan dikenler vardır, koklayamaz. “Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Resulallah” diye diye yanar durur, lakin yarası amansızdır, kanar, durmaz.
İşte bu yüzden Kuşlar Odası tarafından bir zamanlar bülbül-i şeyda “geceleri bizi uyutmuyor, ağlayıp inliyor” diye cihan padişahı Sultan Süleyman (a.s)’a şikâyet edilir. Divan kurulur ve bülbül huzura gelir. Mahkemede sorulur: “Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki, beklerdin. Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?”
Bülbül dile gelir ve der ki; “Sultanım! Gülüm şöyle, gülüm böyle demektir yâre mutadım. Seni ey gül sever canım ki, canana hitabımsın. Ben gülşene âşık oldum anın için inilerim. Ne gülsuyu içmişim ne de gül yağı sürünmüşüm Padişahım. İmdi eşim dostum yükletsinler yükümü, komşularım helal etsin hakkını, bilmez oldum gece ile gündüzü. Zil, şal ve gül bu bahçede raksın bütün hızı. Gülü seven dikenine katlanır amma dinmiyor ağrı sızı. Dut yemedim, elmayı-narı dişlemedim. Gül üstüne gül koklamadım. Gulyabani değilim. Anama babama gül gibi baktım. Müzmin bir kara sevdaya tutuldum. Ey Babil’in parlayan yıldızı affımı talep ediyorum.”
İfadesi alındıktan sonra kuşların dilinden anlayan Sultan Süleyman (a.s) konuşur: “Yaz kâtip Efendi! Tuyur-i muğanni’den Bülbül-i şeyda’nın Gülizar’e olan sevdası Zeliha ve Leyla gibi gözünü bürüyüp kör ettiğinden ve dahi sarmaşık misali gönlünü harap eden kara sevda hastalığı görüldüğünden sanığın affına ve beraatine karar verilmiştir. Mübaşire söyleyin sıradaki müşteki Merkepler Ekabiri gelsin!”
Gülün dikeni aşığın çilesidir. Çile bülbülüm çile! Mahkeme bir celsede kapanır lakin bülbülün derdi o gün bugün devam eder. O derdini altın kafese konulduğu gün “Ah ille de vatan!” diye ötüşüne hayran olan kahramanlara ve mazlumlara yüklemiştir. Artık, andelib bir zamanlar oğlunu havarilerin yardımıyla ateist Bizans’ın elinden kurtarmaya çalışan Meryem (a.s)’ın sığındığı Selçuk/Efes’te Bülbül Dağı olmuştur.
İlk Bülbülname, Feridüdd-i Attar tarafından yazılmıştır. Bostan ve Gülistan isimli eserinde Bülbülün güle olan aşkını en iyi dile getiren Hafız Sadi-i Şirazi’dir. Fuzuli; meşhur Su Kasidesi’nde gülün nazlı ve vefasız oluşunu, kendisini ölümüne seven bülbüle yüz vermediğini ve sesine kulak asmadığını şöyle dile getirmiştir: “İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile, gül budağının mizacına gire kurtara su.” Bülbülün çektiği dilinin belasıdır. Halbuki ataları ne güzel söylemiş: “Çok söyleme arsız edersin, çok saklama hırsız edersin.”
Gül cennet çiçeğidir. Salınır Tuba dalları, Kur’an okur hem dilleri, Cennet bağının gülleri, Kokar Allah deyu deyu. Gülün renginde, deseninde ve kokusunda Allah’ın cemal ve kemal sıfatlarını görüp el Bediu (c.c) ismi hürmetine onu öpmek ve koklamak sevaptır. Yalnız bizim kitabımıza göre yabani ve aldatıcı rüzgâr güllerine dokunulmaz!
Hele hele öyle besmelesiz, nikahsız, izinsiz, mehirsiz, kefilsiz ve de şahitsiz Ayşegül, Badegül, Beyazgül, Kırmızıgül, Nurgül, Morgül, Songül, Şengül ve Tazegül koklanmaz. Allah’ın izni ve peygamberin kavli olmadan köy danası gibi her bağa, bostana rastgele girilmez. Allah’ın hududunu çiğneyenler Bostan ve Gülistan sahibinin gazabını görür. Yoksa bostan ıssı gönül uğrusuna kakır ve neden yersin kozumu diye sorar. Bak Hemşehrim! İşte bu sebeple o nazenin güllere ancak bahçıvanları dokunabilir veya onları ancak sahipleri koklayabilir.
Anadolu erenlerinden Aşık Yunus’un şeyhi Taptuk Emre güldür, kendisi de onun bülbülüdür. Onun dilinde gül Muhammed teridir/kokusudur. Ahmed Haşim’in “eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller”i için, Necati Bey” yakayım hicr oduna gül tenimi kül edeyim” demiştir. Gül ve Bülbül “Mazeretim var asabiyim ben” diye şarkılar söyleyen MFÖ grubuna, Barış’ın Gülpembe’sine, Mehter’in Gülbank’ına ilham oluştur. Isparta’nın gülleri Aksaray’da Gülağaç’a dönmüştür.
Geçenlerde TRT 1 kanalında yayınlanan “Sen Türküleri Söyle” isimli yarışmada “Asrı gurbet harap etmiş köyümü, bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele! Ben ağayım ben paşayım diyenler, kapıları kitlemişler gel hele!” türküsünü dinlerken ağladım. Ardından bir de turnalara gönderme yaptılar ki; emekliler için izlemeye değerdi:” Gülüm gülüm kırıldı kolum, tutmuyor elim Turnalar Hey!”
Tasavvuf ilminde lale Allah’ın, gül ise Hz. Muhammed Mustafa’nın remzidir. Gül yüzünü rüyamızda görelim ya Resulallah. Gül bahçene dünyamızda girelim ya Resulallah. Aşkınla yaşarır gözler, Firakınla yanar özler, Mübarek Ravza’na yüzler sürelim ya Resulallah. (Âmin)
Bilirim aşıksın güle, gülün halinden kim bile, bahçedeki gonca güle dolaşıp söz atma Bülbül! Yunus vücudun pak derken, cihanda mislin yok derken, seher vakti “Hak! Hak!” derken bizi de unutma ne olur Bülbül!
Allahümme salli ala Muhammed’in ve ala al-i Muhammed!..