MAVERADAN MACERAYA- Ağzı Açık Ayran Delisi

Sevgili İlkadım Okurları,
Nevşehir’in yer altı dünyası kadar üzüm bağları da meşhurdur. Her gün aç karnına yenen bir avuç çekirdekli siyah kuru üzüm kanserin doğal ilacıdır. Makalemi kaleme aldığım günlerde bağcılar bağlarını buduyor, kütüklere kalem atıyordu. Bunlar; Zekeriyya (aleyhisselam)’ın mihrabında bacanağı İmran ve hanımı Hanne’nin kızı olarak dünyaya gelen Hz. Meryem’in bakımını üstlenmek için Vaftizci Yahya misali suyun üzerine kalem atan rahiplerden farklıdır. Niyet bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. Francis ve Sistani ise Irak’ta zaten harap ettikleri bağları tekrar kellelediler. Ramazan gelmeden enva-i çeşit asmayı kesme planı çizdiler.
Omuzum! Fi tarihinde canavar ve tilkide öyle yapmıştı. Bir Acem ülkesinde burunlarından gelinceye kadar üzüm yemek üzere anlaşmışlar, bağbanın Firdevs misali bahçesine girmişler ve tıka basa karınlarını doyurmaya and içmişlerdi. Tilki kurnazlığı gereği burnuna koyduğu iki tane üzüm ile işte benim burnumdan geldi diyerek köşeye çekilmiş, canavar ise yedikçe yemiş şarap küpü oluncaya kadar midesini doldurmuştu. Bağının talan edildiği anlayan gariban köylü tek kırmalı şeşenayı alıp peşlerine düşünce canavar kaçmakta zorlanmış ve nerdeyse postunu deldirecek duruma düşmüştü.
Hikâye uzun. Diyeceğim o dur ki Kilise Babaları, Papa Francis’i korona ve mutant virüsün kol gezdiği bir ortamda Irak illere göndermekle gözden çıkarmıştır. Onu, Ağca gibi bir Herzem‘in kör kurşununa hedef tahtası yapıp 21. asırda yerin dibine geçen muharref dinlerinin itibarını tekrar ele geçirmek, Rahip Sentaro cinayetindeki gibi bir Samast’a teslim edip yeniden cilalı taş devri yaşamak istemişlerdi. Çünkü; batı medeniyetinin Covid-19’un etkisiyle insani değerler üretmekten yoksun olduğu artık iyice gün yüzüne çıkmıştı. Vekâlet savaşları yerine maske ve aşı kavgaları başlamış, yaşlı nüfusun kökünü kazımak için adeta yarışa girmişlerdi.
Papa’nın Irak ziyareti ile dünya gündemine larp diye oturacak yeni bir demokrasi hareketi için puslu havalarda Sistani’ yi ziyaret edip yenice bağlara daha yaprak açmadan kükürtlü duman üfürmesinin amacı buydu. Neyse ki korkulan olmamıştı. ‘’Bahçeye ektim soğan bitmedi yar yedi doğan’’ hesabı bozuldu. Erdoğan’a Devletin Bahçeli Veziri tam destek verdi. Plan; Bidon kafalı ihtiyar bunağın Putin’e katil demesiyle fos çıktı. Aynada kendini gören katil belki de kayıkçı kavgası çıkarmak için Vladimir’e zarf atmıştı.
Her neyse; biz kendi gönül asmamızı kabarmadan budayalım. Mart’ta sıra ile Nisan’da çıra ile derler. Ne olur ne olmaz! Mart ayı dert ayıdır. Her üzüm çubuğundan asma olmaz. Her üzüm denesi hoşafa gelmez. Kırmızı üzümden turşu kurulmaz, kuş üzümünden pekmez kaynatılmaz. Her yaş üzüm hevenk olarak çalıya asılmaz. Adana beyazı başka Tekirdağ karası başkadır. Manisa’nın çekirdeksiz beyazı, Muşkara’nın çekirdekli siyahı meşhurdur. Bulut ayrı, keten gömlek ayrıdır. Emirin bomesi ile çavuşun kokusu aynı değildir. Aman Allah’ım, kudretinin ayetleri gereği yaprakları bile farklıdır.Canım hepsi de üzüm değil mi demeyin. Parmak üzümü ile keçi memesi vitrini süsler. Gökçek ince kabuğu ile mideyi besler.
Asmamız üç ana koldan oluşuyor: Ağız, ayran ve deli. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütüne ağız, delikanlı yiğide ise yağız denir. Ağız boşluğu illet harflerinin mahrecidir. Ağzı olanın konuşması bundandır. Ağızdan burun, kardeşten karın yakındır. Menfaat peşinde koşanlar için adamın ağzına bir zeytin verir, altına hemen bir tulum tutar denilir. Ağzıyla kuş tutsa bile evliya değil sözü de yalancılar için sarf edilir. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi tesadüfi değildir. Bilerek ağız dolusu kusmak orucu bozar. Ağızları dolu iftira, bühtan ve hezeyanları ile Allah’ın nurunu söndürmek isteyen müşrikler ve kâfirler süfli emellerine asla nail olamayacaktır. Bunlar istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.
Ahiret gününde kefere ve fecereye şom ağızlarından çıkan küfür ve hakaret içeren sözleri karşılığında Cehennem’de acıktık dediklerinde zakkum ve kusmuk verilecek, susadık dediklerinde kaynar su içirilecek ve tepelerine kızgın sular dökülecektir.
Ayran bizim milli içeceğimizdir. Kimse ayranım ekşi demez, lakin yörük kızının keçi tulumunda çarptığı yayık ayranın tadı başkadır. İnsanın içtikçe içesi gelir. Yörük kızının albenisi ile Torosların eteğindeki Silifke yöresinin ayranının tadı insanın aklını başından alır. Ayranı ikram edene maval maval bakan delikanlı için de işte bu tabir kullanılır:Ağzı açık ayran delisi.
Asma budanırken dikkat edilmesi gereken uzayan çubukların kalem olacak gözleridir. Budanan çubuk ağlar. Kalemi uzun atan asmayı kocaltır, zorlu yaprak toplar. Kalemi kısa atılan asmanın salkımı büyük, tanesi iri olur. Asmalar iklime, zamana ve toprağa göre budanır. Delilik de böyle göreceli bir kavramdır. Mesela; biz Sahabe-i Kiram’ı görmüş olsaydık onların hepsine deli derdik. Onlar da bizi görseydi bunların hepsi kâfir derdi.
Aklın devre dışı kalması hali diye tarif edilen cinnet ya kişinin elinde bir kalkan yahut da üzerinden kalem kaldırılan gizemli bir cennet oluverir. Kırk çeşit deli vardır. Zır deli- zırzır deli, pır deli- pırpır deli, hınzır deli, halkalı deli, zincirli deli, kendirli deli, Samatyalı deli… hasırın altında fış fış eden deli.
Bir zamanlar Uçhisar Beyliğine bağlı 35 hanelik Sulusaray Karyesinde yaşayan çerçiler buğday tohumu satmak için Haymana’ya, tuz getirmek için Tuzgölü’ne giderlermiş. Dönüşlerinde lamba şişesi, idare fitili, bezir çırası ve zift getirirlermiş. Bir gün Köse Mustafa isimli biri hafif töyfe arkadaşına, ayaklarında oluşan mantar, çatlak ve nasırları tedavi için bir topak zift siparişi verir. Dostu “Ağam, Ağustos’un 20’sinde zifti nasıl getirebilirim?” diye sorar. O da “Canım fesin altına koyar getirisin” der. Mahıcı kod adlı biri de atın terkisine asılır beni de götürün der. Onlar 8 kişilik kervana onu dâhil etmek istemezler.
‘’Bir şartla, biz handa kalacağız sen hana girerken hancıya gözükmeyeceksin, çünkü senin paran yok biz seni idare edeceğiz. Sana fış fış deyince halının içine gireceksin seni halıya sarıp öyle gireceğiz içerde sayım yapılırsa yine aynı şifre ile seni halıya sarıp kapının ardına dayayıp saklayacağız’’ derler. Oda kabul eder. Yola revan olurlar. Alayhan’a varınca hancı adamları sayar 9 kişidir. İçeri girerken sekiz kişi girerler. Hancı şüphelenir tekrar sayım yapacağı sırada komut verilir. Mahıcı çoktan halıya sarılmış ve kapının ardına dikilmiştir. Fakat adam ters dikildiği için nerdeyse açık verecek iken durumu idare ederler. Köyde adamın ismi de fış fış deyince halının altına giren deli olarak hala anılır. Mevla rahmet eylesin.
Gelelim zift meselesine. Adam siparişi fesin altına koyar lakin sıcakta eridiğinin farkında değildir. Dönüşte girdiği handa herkes ona bakıp gülmektedir Durumdan huylanan adam anlar ki fesin altındaki zift eriyip yüzüne gözüne bulaşınca şekli şemaili Arap Celal’e dönmüştür. Saçını sakalını yolmaya başlar ve ‘’bütün bunlar Köse Mustafa’nın pisliğidir’’ diye öfkelenir. İstanbul Sözleşmesi de böyle olmuştur. Ailelerin arasındaki gerginlikleri giderelim, kadına hak ettiği değeri verelim derken zift erkeklerin başında erimiştir. Kendi yaptığı, yaptırdığı veya satın aldığı evden uzaklaştırma cezası ile ceketini alıp çıkması erkekleri intihara yahut cinayete sevk etmiştir.
Hülasa: Mazlumu getirin denmiş amma yanlış adamlar dövülmeye başlanmıştır. Sonunda Reis işin farkına varmış ve gereğini yapmıştır. Bundan sonrası Kadılara kalmıştır. Bu milletin ağzı açık ayran delisi olmadığı anlaşılmıştır. Gerisini madde, içki, kumar, esrar ve terör masalarını bağ evlerine taşıyanlar düşünsün. Kış bahara vurunca Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır. Devletin şakası olmaz. Öyleyse yaşasın bizim Gesi bağlarımız!