MAVERADAN MACERAYA – Ağlama Leylam Ağlama/Hamdi Öz

Hastalık-ağrı ve sızı, savaş-kıtlık ve açlık, hüzün ve efkâr, elem ve zulüm karşısında ağlamak ilaç gibidir. Ağlamayan gözde hayır yoktur. Sabun ve soğan acısına dayanamayarak da olsa sis ve duman sonucu da aksa ağlama sonucu göz damarlarından boşalan tuzlu yaşlar ve patlak çamur misali akan cerahat görme melekesini kuvvetlendirir. Böylece güzel bakan gözler güzel görmeye başlar. İşte o zaman gözlerin doğar leylanın gecelerine, sözlerin doğar Mevla’nın hecelerine. Araba sileceği bile asitli su ile çalışırsa camı tertemiz eder. Gönül aynasının buğusu göz yaşıyla arınır. İşlediği günahına tövbe edip yalnız başına Allah korkusundan ağlayan gözlerin sahipleri yeniden diriliş gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenir.
Ağıt, yaşlı gözlerden akan damlalar eşliğinde acılı bir nağme ile gönülden terennüm edilen sözlerdir. Bu sözler zeki insanların dilinde bazan şarkı olur. “Ağlamak istiyorum, haykırmak istiyorum, bu akşam içimde hüzün var!” örneğinde olduğu gibi. Hayata her gün yeniden neşet eden kişilerin sazlarında “bir ayrılık bir yoksulluk bir de ölüm!” şeklinde ağıta dönüşür. Ağıt yakmak kına yakmak gibi değildir. Kına gecelerinde gelini ve anasını ağlatmak için yakılan ağıtlara inat kızlar “hem ağlarım hem de gelin olur “giderim demeyi tercih eder. Yeryüzünde ağlayan ilk insan Âdem (as)’dir. Ebul beşer şeytana uyup yasak ağacın meyvesini dişlediği/izinsiz Hz. Havva’ya dokunduğu için cennetten çıkarılınca o kadar üzülmüş ve ağlamıştır ki; bütün melekler ona acımış ve eşiyle birlikte yaptığı tövbe ve pişmanlık sonundaki dualarına âmin demişler ve duaları kabul edilmiştir.
Yakub (as) sevgili oğlu Yusuf’un göz göre göre kardeşlerinin ihanetine uğraması sonucu kaybolmasının hasretiyle çok ağlamış ve gözlerine perde inmiştir. Peygamberimiz, kabrini ziyaret ettiği annesi Amine Hatun için, ölen oğlu İbrahim ve torunu için, komaya giren Sad bin Ubade için ağlamış ve Osman bin Maz’un’un naaşını yaşlı gözleriyle öpmüştür. Öte yandan nefis ve şeytana uyup Tebük seferine katılamayan üç sahabe hasretinden ateş yutmuş divane gibi hüngür hüngür ağlamışlar, bunun üzerine tövbelerinin kabul edildiğine dair ayetler inince mutlu olmuşlardır.
Ahlak ilminde lüzumsuz, zamansız, yersiz ve gereksiz yere insanları kandırmaya yönelik sahte gözyaşları ve ağıtlar düm’a olarak tarif edilir. Bunlar avını yemeden önce timsahın sahte gözyaşlarıdır. Olur olmaz şeylere devesini çölde kaybeden bedevi misali ağlamak ve gözyaşı dökmek güneşli havada giden arabanın sileceğini boş yere çalıştırmaya benzer.
Zamanın behrinde kocasını genç yaşta kaybeden genç bir kadının bağrına vura vura ağlaması esnasında “Ben nerelere gidem a Hocacığım? Ben onsuz nasıl ederim Hocacığım a Hocacığım?” derken dili sürçülünce kendisini teselli eden mahalle İmamının “eski ağıtını ağla kızım” sözü boşuna bir ikaz değildir.
Her hafta TRT ekranlarında izlenilen Gönül Dağı film setindeki ağıtçı kadınlar korosu bize Yahudi milletinin yas döneminde ölenleri adına ağlama duvarı civarında düzenledikleri törenlerini hatırlatıyor. Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk isimli eserinde belirtildiği üzere Türk edebiyatında ilk yakılan ağıt Alp Er Tunga adına yakılan sagudur. Maalesef eski Türklerin cenaze defin ve tekfin törenlerinde ağıt yakmanın ötesinde haykırarak, ağlamak, yüzleri yırtmak, saçları yolmak, elbiseleri parçalamak ve ölü aşı hazırlamak gibi batıl hurafelerden kalan gelenekler vardı. Kerbela faciasında şehit edilenler anısına bazı Şiilerin siyah elbiseler giyip sırtlarına zincirler vurarak feryat etmelerinin dini bir dayanağı yoktur.
Mevlana’ya göre ölüm ağıt yakılacak bir hal değil, aksine sevenin sevdiğine kavuştuğu düğün gecesidir. İmam Birgivi ölmeden önce kendisi için zinhar ağıtçı tutulmamasını ve ölü yemeği verilmemesini vasiyet etmiştir.
İslam dininde ağıtın sessiz olması tavsiye edilmiştir. İlahi takdire ve taksimata teslimiyet esastır. Kadere isyan etmeden ve gayretullaha dokunmadan gözyaşları siğim siğim yağan yağmur gibi akıtılır. Gözler yaşarır, gönüller mahzun olur. Örneğin Peygamberimiz, oğlu İbrahim ölmek üzereyken ağlamış, bu durumu garip karşılayan Abdurrahman bin Avf (ra)’a: “Gözümüzden yaş akar, kalbimize hüzün çöker ama dilimiz Allah’ın rızasına aykırı bir söz söylemez.” demiştir. Peygamber Efendimiz vefat edince ise Hz. Ebu Bekir (ra) “Vah Nebi! Ah benim Dostum! Eyvah! Can ciğer Kardeşim!” diyerek ağlamış ve “Muhammed öldü diyenleri öldürürüm.” diyerek hafızasını bir an kaybeden Hz. Ömer (ra)’i de teskin etmiştir.
Cenaze törenlerinde şehitlerin kahramanlıkları, yiğitlerin iyilikleri ve müminlerin güzellikleri anılarak Allah’tan rahmet ve mağfiret talep edilir. Ölenin ardından ıslık çalınmaz, zılgıt çekilmez. İyi ki öldün der gibi alkış tutulmaz. Top arabası ve cenaze marşı eşliğinde Mozart’ın parçaları çalınmaz. Tekbir getirilerek namazları kılınır, en azından üç ihlas bir Fatiha, Yasin ve Mülk sureleri okunur ve dua edilir. Şehitler adına düzenlenen resmi cenaze törenleri de yeniden düzenlenmelidir. Din, vatan, namus, mukaddes değerler ve yalnızca Allah’ın adının yücelmesi uğruna canlarını feda eden şühedanın ve gaziler ordusunun ruhuna uygun uygulamaya geçilmelidir. Zira bu necip millet Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında kaybettiği şehitler için resmi cenaze töreni bile yapmadan onları meçhul asker anıtı altına defnederek cennete uğurlamıştır.
Baki kelimesinin ikinci harfi “kef” olarak okunursa ağlayan demektir. Nedim ise inleyen/ pişman olan anlamındadır. Nitekim divan edebiyatının bu iki ismi dönemin çarpık yönetim anlayışını eleştirdikleri için hep ağlamışlar amma gülmemişlerdir. Onlar cihana geldiler, ağladılar gülmediler. Kalmadılar hep göçtüler, gülme gülme ağla gönül.
Ağlamak iyidir ve güzeldir. Gözyaşının her damlası sevgidir. Bu hasretlik zor gelse de çekilir. Bir gün olur tüm acılar silinir. Olsun yine de sen ağlama sevdam ağlama! Ağlama benim babam! Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar! Olsun sen de ağlama benim güzel anam! Reyyan bacım ağlama hüzzam! Kaddafi hacım ağlatma cüzzam! Ağlama Gazze’m ağlama! Yürekleri dağlama Filistin! Ağıtını kışlanın önündeki redif seslerine bağlama Yemen! Ağlama Lübnan, ağlama Sudan, karalar bağlama Kâbe’m! Bu da gelir bu da geçer Suriye! Bir gece ansızın gelecektir Türkiye! Vekalet yoluyla kurban gönderenlere sesleniyor kader; sensiz olmaz, sessiz de olmaz! Mecnun senin yoluna feda olsun! Ağlamak sana yakışmıyor, ağlama Leylam ağlama!
Geberip gittikleri zaman yer ve göğün ağlamadığı zalimler için ağlama evlat! Allah’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapananlar dışında kalan fasıklar için ağlama asker! Doğrusu insanları güldüren de ağlatan da Allah’tır. Ağlatırsa Mevlam yine güldürür. Yaşlılık ve hastalık sebebiyle Allah yolunda sefere katılamadıkları gibi fakir oldukları için harcayacakları metelikleri olmayan, bu yüzden kederlerinden gözyaşı döken fukara Müslümanlara inat devlete ve millete ihanet eden hainler ve şımarık zenginler için ağlama dostum! Bırak biraz da peygamber torunu ve güya Allah dostu olduklarını bahane ederek Müslümanlara kan kusturan İsrailoğulları ağlasın! Öyle değil mi Aziz Bahira ve Rahip Nastura?
Selamın ala İbrahim! Kim ne derse desin ağlamak değil, gülmek geliyor içimden. Son gülen iyi güler vesselam.