Maûn ve Kafirûn Surelerinden Ne Anlıyorum?

Maûn ve Kafirûn Surelerinden Ne Anlıyorum?

Öncelikle Maûn Suresi’nden bize yansıyan, İlahi mesajın bizim dilimize düşürdükleri neler olabilir. Sûreyi ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi; açık ve net bir şekilde kâfirlerin huylarından bahseden ilk üç ayet. Bu huylar; Dini yalanlamak, yetim haklarını ihlal etmek, yoksullara kayıtsız davranmak.

İkincisi; münafık huylarını ortaya koyan dört ayet. Bunlar da namazı etkisizleştirmek, gösterişçilik, kaskatı cimrilik.

Selef müfessirler Sure’nin ilk bölümünü Mekki, ikinci bölümünü medeni olarak tanımlar. Meselemiz malumu ilam etmek değildir. Sûre-i cemilenin yıllarca açıklaması yapılıyor ve kitaplar dolusu izahlar vardır. Hepsi de önemli ve muteberdir elbette. Yetim hakkını ihlal edip hacca giden, fakir fukarayı konuşmaya bile değer görmediği halde oruç tutan Müslümanlarımız var. Namazı kılıp hatta teheccüde kalkıp kimseye küçücük iyilikte bulunamayan, ülkesine sığınan mağdur insanlara hakaret eden Müslümanlarımız var. Bu karmaşa niye? Müslümanlığı sloganlaştırmadan inanıp yaşayanların dünyasını hatırlayalım. Hz. Peygamber aleyhisselam koyu bir şirkin, azgın bir inkârın, zifiri bir cehaletin ortasında doğdu. Yüce Allah azze ve celle gönderdiği rehberde “şaşkındınız size yol gösterdik, acınacak haldeydiniz size acımamızın sembolü olarak işte yeni yol haritanız” buyurdu.

GEMİLERİ YAKMADAN ZAFER GELMEZ!

Rab Teâlâ, kâfirlerin janjanlı, bonbonlu, şatafatlı hayatlarına imrenmeyin sakın diyor. Necip Fazıl’ın deyimiyle ‘hayat süren leşler’in nesine özeneceğiz? Rahmet peygamberi, omuzlarına binen ağır sorumluluğun farkına vardığında durum ne kadar iç kanatıcıydı. Cellâdına meftun olmuş küfrün, şirkin tükettiği ‘mükerrem insan’ leş olmaktan nasıl kurtulacaktı. Medeniyetin inşası bir günden bir güne olmuyor. Temeli din ve ahlak olan bir uygarlıktan bahsediyoruz. Atamız Âdem aleyhisselam ile başlayıp Hz.Muhammed aleyhisselam ile kıyamet sabahına kadar devam edecek bir süreç.

O gün Haşimoğulları yurdunda parlayan güneş, hiçbir zaafa uğramadan ısıttı kalpleri. Özünde samimiyet vardı. Ağdalı, cilalı lafa gerek yok, bütün benliğiyle “ben Peygamberim, beni Allah seçti, kimseden onay almama gerek yoktur.” sözleri aydınlığın ilk şualarıydı. Sokağımda inkârcıların galebesi umurumda değil. Samimi olan ben, tepeden tırnağa inanıyorum ki yaratan, kâinatın sahibi, mülk kendisinde olan, kahhar olan Allah azze ve celle yanımdadır. Bu inanç devletleri devirir, Mekke’nin putperest devletini yıktığı gibi. Bu inanç devletler kurar, Medine İslam Devletini kurduğu gibi. Önce Müslümanlar olarak Allah’a dair şüphelerimizi yok edip kalbimizde iktidarı kuralım.

Bugün öyle bir kaos yaşıyoruz ki çağlar boyu yaşanmamış, eşine az rastlanır cinsten. Maun Suresi’ndeki dini yalanlayanla-doğrulayan, kâfir-mü’min, müşrikle-muvahhid, dinli-dinsiz hepten karıştı. Lat’ın, Menat’ın, Uzza’nın önünde diz çöküp develerinin ikiz doğurması için yardım dileyen Ebu Cehil ile efendisinin kulaklarını kestiği kölenin çaresizliği mi büyük yoksa yaptırdığı camiye adını vermenin hazzını yaşayan ancak şeriata hayır deyip fabrikasındaki işçisinin hakkını gözetmeyen hacı efendinin zavallılığı mı büyük?

HANGİ PUT SEVİMLİ HANGİSİ SİNSİ HANGİSİ DAHA KARMAŞIK?

Putlarımızı çok sinsice koruyoruz. Altıncı asırda yontulmuş puta secde edenin kurtuluşu mu kolaydı yoksa 21. asırda çizilen arabasının kaportasına dertlendiği kadar yoksulu doyurmayıp yetim hakkını gözetmeyi dert edinmeyen, bunu umursamayan, trilyonluk villasında ağırladığı şeyhinin kendisini cennete koyacağına inanıp el pençe divan duran arkadaşın kurtuluşu mu kolay?

Yangın sarmış dört bir yanımızı. Babayla oğul, anneyle kız aynı dili konuşmuyoruz artık. Büyük şairin deyimiyle ‘burnunu göstermekten hicab eden’ nineyle, çıplaklığı ve teşhirciliği moda adıyla savunan torun yangınından bahsediyorum. Tezatları düşündükçe dertleniyor, kendi kendime söyleniyorum. Bir Ramazan boyunca Osmanlı Sokağı adıyla bir mekân düzenlemiş yaşadığım şehirde güya bizden bir belediye… Çarşaflı teyzeler, bilumum rezaletin, envai çeşit ahlaksızlığın yaşandığı bu yerde züppelerle, hoppalarla aynı ortamı paylaşmaktan hiç rahatsız gözükmüyordu.

Şimdi soralım; değerleri tarumar olmuş bu insan deseni için şirkten kurtuluşun formülü var mı?

Hz. Muhammed aleyhisselam Mekke’de yukarıdakine benzer çarşılarda, ortak yaşam alanlarında kardeş kardeş(!) yaşayarak insanlarını karanlıktan kurtarmanın imkânsızlığını gördü. İlahi rehberlik yardımını esirgemedi. Sokakları, çarşıları, pazarları, mescidleri, kamusu, özeli, tüzeli şirkten âri bir medeniyet Medinesi kuruldu. Aklımıza sokmalıyız. Mekke’de zor, hatta imkânsız gibiydi Müslüman kalmak. Ankara, İzmir, Kayseri’de de aynıdır. Kendimizi korusak evladımızı koruyamıyoruz. Komşudan etkilenmezse okuldaki dinsiz eğitim sistemi alıp götürüyor onları. Suriye’den gelip memleketine sığınan insanlara ‘gitsinler ülkelerine gebersinler’ diyen, Maun Suresi’ndeki ‘maun’u çok gören münafıkları nasıl üretti sistem? Tavuk kuluçkadan çıkan yavrularını izliyormuş. Birisi suyu görünce koşmuş atlamış. (Meğer aralarına kaz yumurtası karışmış.) Anne hayıflanıyormuş; kim bozdu kimyasını yavrularımın diye..

Din-i İslam’ı parçalamadan iman edip yaşamayı nasıl başaracağız? İslam imanı nasıl İslam ahlakına dönüşecek? Doğruları haykıracak diller nerde?

“De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam, sizde benim taptığıma tapmayın…” Bu sözü anlamayan var mı? Eğmeden, bükmeden, hoşgörü adıyla iğva etmeden, diyalog sosuyla zehirlemeden. Ey kâfirler! Ey kâfirliğini bayraklaştıranlar! Benim sizinle buluşma zeminim Allah’a davet, putları terke çağrı. Makam, mansıp, mevki, unvan, şöhret için sizinle kakara-kikiri yapamam. Doçentliğim onaylanmaz, rütbe alamam, müdürlüğümü elimden alırlar çeşni çeşni putlar. Kafirun Suresi haykırıyor: Allah’ın bir tek ayetine sizin bütün dünyanızı değişmem.

İşte şaşmaz mihverim: “Ey Muhammed! De ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana inananlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf, 108) Rabbimiz yeryüzüne insanı gönderdikten sonra bugüne kadar neler yaşadı dünyamız. Yaratıcının rahmet eli olan vahiyden kopuşlar yaşandıkça çöküşler oldu. İlk teseffüh Hz. Nuh aleyhisselam’ın kavminde oldu. Limit doldu, tufanla ilahi tanzim gerçekleşti. Hud, Salih, Musa ve diğer peygamberler büyük çileler çekti. Fitneler büyüdü, azgınlıklar dayanılmaz oldu, peygamberlerini katletti bazıları. Bazıları dinlerini değiştirdi. İlahi operasyonlar belalarla insanlığı ıslah ve imar etti. Son Nur Kur’an geldi. İnsanlık son şansını kullanıyor. Rahmet eli olan Kitabımız Kur’an kısmi müdahalelerle düzeltilen dünyamızın son tercihidir. Günümüzde insanlık öyle azgın ve inanılmaz bir bozulmaya şahit olmaktadır ki asırlardır bütün ümmetleri helak eden hastalıklar topyekûn günümüzde yaşanmaktadır. Renkler karışmış diller karışmış, dinler karışmış, kim nerede? İnsanların hatta inananların bile inancına dair şüpheler zuhur etmiştir.

Dini yaşamak belli meslek guruplarına tahsis edilmiş, onlar da dini menfaat ve nefsi tartışmaların sermayesi haline getirmiştir. Artık Müslümanlar öyle bir hale geldi ki tariften aciziz. Mekke’de Umeyye b. Halef; Utbe b. Ebi Rebia’nın, Ebu Cehil’in, Ebu Leheb’in Hz. Muhammed aleyhisselam’a yaptığı teklifi zımnen kabul etti. Allah Teâlâ, Hz. Muhammed aleyhisselam’a: “De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza tapmam (yani bir hususta Allah’ın sözü varsa onu değiştirip sizinle uzlaşamam)” fermanı bugün bizim elimizle değiştirildi. Kâfirler evimizin bir köşesinde kulluk yapmamız için bize müsaade ediyor. Yasalar, devlet, kültür, sanat, medya, sokak, sosyal hayat kuralları putların olacak! Uğruna Peygamberin ve ashabının canlarıyla bedel ödediği Şeriat-ı İslam’ın hâkimiyet sahası mezarlık olacak! Halifesiz, cihadsız ve devletsiz ölümler cahiliyye gölgesindedir. ‘Din topyekûn Allah’ın oluncaya kadar’ gayret gösterip mücadelesinde durmak bilmeyenlere ne mutlu!

Sonuç olarak güzel peygamberimize merhametli Rabbimizin söylediğini söylemeliyiz ki ağlamayalım: “De ki: Ey kâfirler biz hayatımızın tamamında, doğumumuzdan ölümümüze kadar Allah’ı birliyoruz. Sizinle uzlaşmıyoruz. Bu uğurda bedel ödeyen binlerce peygamber ve ümmeti gibi biz de bedel ödemezsek ancak bugünkü bazı hocaların(!) dogfight (it dalaşını) izler, hayıflanır, dedikodu yapar, şeyh efendilerimizin kerametlerini anlatmakla ömrümüzü tüketiriz.”

Duamız: “Ey kâinatın sahibi olan yüce Allah’ımız; bize acı, kalplerimizi İslam’da birleştir, cihadı öğret, imanı tattır, küfürde uzlaşmadan İslam’ın hâkimiyetini yaşattır ve bize imametinde ittihad edeceğimiz halifemizi çıkar. Sonu cennet olacak bir inkılab ver.”

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.