Mağlubiyet Neyine Yetmiyor Diyojen?

Tarihimizdeki yeri ve değeri itibariyle her fırsatta anılmayı ve anlatılmayı hak eden zaferlerimiz vardır. Bu zaferleri anmak ve anlatmaktan muradımız ise anlaşılabilmesini sağlamaktır.
Anlaşılmayı hak eden her tarihî olay milletler için olmazsa olmaz hükmündeki tarih şuuru’nu meydana getirecektir. Bu yüzden tarih şuuru dediğimiz özgüveni toplum hafızasında canlı tutmaya gayret etmek o toplumu oluşturan herkesin görevidir.
Geçmişine sahip çıkmayan ve tarihini yeni nesillere sevdirmekte ısrarcı davranmak yerine gevşeklik gösteren toplumlar sürekli değişen bölgesel ve küresel şartlar karşısında kendini koruyabilmek için ihtiyaç duyacağı hamle kabiliyetini köreltecektir.
Tarih, Özgüvendir
Bize, karşılaşılması kuvvetle muhtemel sorunlar baş gösterdiğinde bir şeyler yapabilme enerjisini verecek olan şey tarihimizde rahatlıkla bulabileceğimiz özgüven gücüdür. Tarihindeki büyük olayları ve isimleri hakkıyla anlayabilen toplumlar büyük millet olabilecektir.
Tarih size geçmişte neler başarabildiğinizi kendisine karşı duyduğunuz ilgi oranında gösterebilme özelliğine sahip bir tecrübeler bütünüdür. Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin tanımıyla ‘Tarih, milletlerin istikbal yollarını aydınlatan eşsiz bir meşaledir’. Tarih geleceği aydınlatabilme özelliğine sahiptir çünkü meşhur Müslüman tarihçi ve sosyolog İbn Haldun’un dediği gibi ‘Geçmiş, geleceğe suyun suya benzemesinden daha çok benzer.’
Sebepleri, meydana gelişi, sonuçları, kazananı ve kaybedeni dikkate alındığında anılmayı, anlatılmayı ve anlaşılmayı sonuna kadar hak ederek tarih şuuru oluşturabilme çabalarımız arasında değerlendirebileceğimiz zaferlerimizden biri de 1071 Malazgirt’tir. Merhum Yılmaz Öztuna’nın ifadesiyle tarihimizde İstanbul’un fethinden sonra en önemli olay Malazgirt Zaferi’dir.
Tarih, Kronoloji Değildir
Abdulkadir Yuvalı’nın belirttiği gibi tarihte kilometre taşı olmuş öyle olaylar vardır ki etkileri yüzlerce hatta binlerce yıl devam eder. Öyle olaylar da vardır ki yaşandığı çağda olağanüstü bir gelişme gibi karşılanmasına rağmen etkileri sonraki dönemlere yansımamıştır.
Büyük İskender’in Hindistan’a kadar gitmesi, Napolyon’un Fransa sınırları dışında kazandığı başarılar ve Timur’un 1402 Ankara Savaşı’nda Osmanlı’yı mağlup etmesi gibi olaylar etkisi çağıyla sınırlı kalmış gelişmelere örnektir.
Yılmaz Öztuna da bu duruma vurgu yaparak Malazgirt’i, 1040 Dandanakan’la başlayan Büyük Selçuklu zaferlerinin tamamlanma aşaması olarak görür ve tarihimizde dönüm noktası olmuş zaferler arasında ikinciliğe yerleştirir.
1071’e Doğru Selçuklu
Sultan Alp Arslan, Büyük Selçukluların ikinci hükümdarıdır. İlki Tuğrul Bey’dir. Selçukluların ilk Anadolu akınları Dandanakan’ın hemen ardından 1043’te Tuğrul Bey döneminde başlar ve Kızılırmak’a kadar uzanır. Bu akınlar sonraki dönemlerde yaşanacak fetih ve yerleşme hareketlerine zemin oluşturduğu için önemlidir.
Yapılan akınlarda Doğu Roma/Bizans’ın Doğu Anadolu’daki savunma mevkileri ve güçleri sürekli tahrip edilmiştir. Tuğrul Bey’i Malazgirt benzeri Anadolu’nun kapılarını Selçuklulara açacak büyük bir zaferden alıkoyan iç ve dış sebepler vardı. Tuğrul Bey içeride Resultekin ve İbrahim Yınal isyanlarıyla uğraşmış; 1055’te ordusuyla Bağdat’a giderek şehri ve halifeyi Şiilerden kurtarmıştı. Malazgirt’e giden yolda bu durumu fetret devri sebebiyle İstanbul’un fethinin gecikmesine benzetebiliriz.
Ebu Şüca Muhammed Alp Arslan başa geçtiği yıl olan 1064’te ordusuyla Anadolu’ya geldiğinde ‘Asla zapt edilemez’ denen Ani Kalesi’ni aldı. Sultan, 1071’den önce kesin bir zafer için her niyetlendiğinde ortaya çıkan iç sorunları çözmek zorunda kaldı. Durum o kadar ciddi ve hassastı ki 1069’da yani zafere iki yıl kala Sultan, Kavurt isyanında ordunun büyük kısmının Kavurt Bey tarafını tuttuğunu fark edince harekâtı durdurmak zorunda kalmıştı.
Sultan, neticede isyan eden beyleri ve taht için mücadeleye kalkışan hanedan üyelerini etkisizleştirmeyi başardı. İç siyasetin güvenliğiyle sağlanan otorite Ebu’l Feth Alp Arslan ve Selçuklu ordusuna birkaç yıl sonra zafer için gereken hamle gücünü verecekti.
1071’e Doğru Bizans
Bizans idaresindeki Anadolu 21 eyalete ayrılmıştı. Doğu sınırlarında Selçuklu akıncılarıyla uğraşan Bizans’ın başı Batı sınırlarında da Normanlar, Peçenekler ve Oğuzlar’la dertteydi. Bizans ordusunun gücünü bölen bu durum Selçuklu akıncılarının işini kolaylaştırıyordu.
Diğer yandan Bizans’ın iç siyasetinde sivil yönetim, orduya üstünlük sağlamıştı. Böylece asker sayısı azaltılmış ve orduda farklı uluslardan oluşan ücretli asker mevcudu artırılmıştı. 1042-1047 yılları görevinden alınan generallerin isyanlarıyla geçti. Anadolu’ya ilk Selçuklu akınları da bu dönemde başlamıştı. Şii Fatımîlerle arası iyi olan Bizans, Selçuklularla savaşıyordu.
1056’da imparator olan VI. Mikhail kendisini destekleyen sivil bürokrasiye büyük unvanlar ve armağanlar verince bu durum generallerin ayaklanmasına ve İsaakios’un tahta geçmesine neden oldu. Böylece ordu yönetimde yeniden üstün konuma geldi. 1067’ye gelindiğinde Macar, Kuman, Oğuz ve Norman tehditleri hala devam ediyordu.
İmparator Dukas’ın ölümü üzerine karısı Eudokia 1067’de üç oğlu adına imparatoriçe oldu. Bu dönemde saraydaki farklı gruplar arasında yaşanan çıkar çatışmaları sebebiyle eyaletler ve ordu ihmal edildi. Ali Sevim ve Erdoğan Merçil’in işaret ettiği üzere ‘İmparatorluğun öteki eyaletlerinde olduğu gibi Anadolu’da da Selçuklu fetihlerini durdurabilecek düzenli ordu birlikleri mevcut değildi.’
‘Kurtar Bizi Diogenes’
Önlenemeyen kötü gidiş ordunun da baskısıyla imparatoriçeyi askerî bürokrasi mensubu Kayserili bir general olan Roman Diogenes (Diyojen) ile evlenmek zorunda bıraktı. 1071’e üç kala imparator olan Diogenes, Selçukluları Anadolu’dan atmakla görevlendirilmişti. Ama başına geçtiği imparatorluğun yetersiz bir hazinesi ve toplama bir ordusu vardı.
Buna rağmen yeni imparatorun hedefi büyüktü. Peçenek, Oğuz, Kıpçak, Hazar, Slav, Alman, Bulgar, Frank, Ermeni ve Gürcülerden oluşan, birlikten yoksun 200 bin kişilik ordusuyla önce 55 bin kişilik disiplinli Selçuklu ordusunu imha edecek ardından başkent Rey dâhil olmak üzere bütün Selçuklu şehirlerini alıp sorunu kökten çözecekti. Hatta Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı alacağından emin olduğu için savaştan önce generallerini buralara vali olarak atamıştı.
26 Ağustos 1071’de cüretkâr Diogenes’in aldığı tek şey mağlubiyetti. Yetmez mi?