M. KEMAL CABİOĞLU

Yıllar önce okuduğum Mustafa Özdamar’ın “CELAL HOCA KUŞAĞI” isimli belgesel kitabından, Kemal Bey’le yaptığı konuşmanın bir kısmını siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
KEMAL CABİOĞLU KİMDİR?
Yeterince tanınmayan bu büyüğümüz,1925 yılında Isparta ilinin Senirkent ilçesinde dünyaya geldi. 1937’de Senirkent İlkokulu’ndan mezun oldu. Yalvaç Ortaokulu’nu bitirdikten sonra Afyon Lisesi’ne başladı. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydoldu. Ünlü hocalardan ders aldı. 1951 yılında fakülteden mezun oldu.
Memleketine dönen Cabioğlu, genç yaşta Anadolu’nun kalkınmasına kendini adadı. Daha sonra uzun süre başbakanlık danışmanlığı yaptı. 1947 yılında “Türk Gençlik Teşkilat’ını” gene henüz lise talebesiyken Afyon’da “Köy Yolu Derneği’ni” kurdu. Halen sağ olan M. Kemal Cabioğlu’nun, PAMER(politik araştırmalar merkezi) diye bir kuruluşa öncülük yapmakta; ayrıca yayınlanmış ‘Ekonomide Kurtuluş Savaşı’ adlı bir eseri ve çok sayıda makalesi mevcut.
SENİRKENT GAZETESİ
Başyazarlığını ve sahipliğini yaptığı bir de Senirkent Gazetesi çıkardı. Neden bu isimle çıkardınız, sorusuna bakın ne cevap veriyor:
“1946’ da DP(Demokrat Parti)’nin ilk taşra teşkilatı bizim Isparta Senirkent’te kurulmuştur.
E !.. O zamanın valisi Halk Partili tabii. Çok öfkelenmiş buna ve karakol kumandanına: “İyi bir ders verin şunlara!” der o da kapıkulu, valinin bir dediğini iki eder mi… Dersini vermiş. Nasıl mı?
Senirkent’ teki demokratların ileri gelenlerinin ağızlarına gem takmışlar, sırtlarına binmişler jandarmalar, deh diyorlar, kamçı kötek!..
Öyle vurup kan ter içinde bıraktıktan sonra, hayvanların su içtiği hatıllara yatırıyorlar, bir de onun içinde dövüyorlar!.. Sonra ölmüş hayvan leşlerinin işkembelerini başlarına takıyorlar filan derken bir facia oldu. Senirkent faciası…”
Bu olayı basın duyurmadı. Uzun uğraşlardan sonra Hüseyin Avni Ulaş noter kanalıyla basına duyurdu. Sonra Senirkent sembol oldu. Biz de 1950 arifesinde Senirkent Gazetesi’ni çıkarttık.
BİR HATIRA
-1980’den önce Demirel’in, 80’den sonra Bülent Ulusu’nun ekonomi danışmanlığı yapan Kemal Cabioğlu milliyetçe muhafazakar yapısıyla, birçok talebenin yetiştirilmesi için gayret etmiş.
“Bir gün bir şirketin genel müdürü geldi. Bir işi var hükümetle, benim yardımcı olmamı istiyor: “ Şu işi yaparsan, yaptırırsan, ben de senin himayendeki gençlere 40-50 milyonluk bir hizmet yapılmasını sağlarım.” dedi.
O tarihte, bizim için iyi bir para…
Meseleyi tetkik ettim. Baktım talep, tamamen hukuki ve meşru. Bana düşeni yaptım ve işini hallettim; fakat o vaat ettiği yardımı o tarihte yapmadı… Ben de onu dostluk defterinden sildim.
Sonra bir tarihte İstanbul’ dan Ankara’ ya gidiyorum. Baktım uçakta o da var ve beni yanına çağırıyor: “Ben senin yanına gelmem.” dedim; çünkü sen sözünde durmadın!…
Bunun üzerine çantasından yaptığı yardımın makbuzunu gösterince yanına vardım: ”Peki söyle bakalım, niye geciktirdin bu yardımı?” dedim.
Şunu anlattı o genel müdür:
“Bu görüşmediğimiz süre içinde, eşimden ayrıldım ve yeniden evlendim. Bunun üzerine şirket bana seyahat izni verdi. Yeni eşimle birlikte İstanbul, Adana, Bağdat, Bombay derken Endenozya’nın başkenti Cakarta’ya kadar uzandık. Orada bir mağazadan eşime elbiselik aldım. Kasaya paramı öderken benim nereli olduğumu sordu. Ben Türküm deyince derhal içeri aldı. “Bu elbiselik bizim size hediyemiz olsun, lütfen kabul edin! Yıllardır ilk defa bir Müslüman Türk mağazamızı şereflendiriyor…” diye sevincinden uçtu adam.
Sora bir kahve söyledi. Kahvemizi içtikten sonra, “Cuma’yı hangi camide kılacaksınız?” diye sordu.
-Babam dedem hep hacı hoca filan ama, biz Avrupa’ da tahsil, Türkiye’de haytalık yaptık filan derken cuma muma kalmamıştı o tarihte. Zor durumda kaldım ama yine de: “ Ben buraya henüz yeni geldim, şehri fazla tanımıyorum. Siz hangi camiyi tavsiye ederseniz orada kılalım.” dedim.
– Tamam, memnuniyetle ben sizi arabayla aldırırım! Otelin adresini verdim. Oradan çıktıktan sonra kendime takke aldım.
Ertesi gün beni otelden aldılar ve Cakarta’nın en büyük camiine götürdüler.
Cuma başladı, imam efendi minbere çıktı. Bana da en ön solda, minbere yakın bir alanda yer ayırmışlar.
İmam Efendi konuşuyor: “ Ey cemaat bugünkü hutbemizin mevzuu, Türkler ve İslamiyet… Çin Seddi’nden Atlas Okyanusu’na kadar, yedi iklim dört kuşak diyebileceğimiz bir coğrafyada ezan sesleri duyuluyorsa, bu işe Allah Türkleri delil ettiği için… İslamiyet onların gayretleriyle yayıldı. Pek çok millete olduğu gibi bize de İslam’ı onlar getirdi… Allah bu milleti İslam’ı yaymaktan alıkoymasın…” diye dua ettikten sonra şunu söyledi: “Ey cemaat, biliyorsunuz ki bugün burada bir Müslüman Türk var. Cuma’ mız onunla bereketlenmiştir. Şimdi ben konuşmamı kesiyor ve hutbenin devamını ona bırakıyorum. Hep birlikte o Müslüman Türk’ü dinlemenin zevk ve şevkini yaşayacağız.”
İmam efendi bunları söyledikten sonra minberden indi. Bana sarık ve cübbeyi giydirerek minbere davet etti. Bütün bunlar öyle ani ve hızlı gelişti ki, kendimde itiraza bile mecal bulamadım. Cuma kılmayı bile unutmuş olan ben, çıkıp minberde Cakartalılara hutbe okuyacaktım.
Minberin basamaklarını tırmanırken, içimden:”Ya Rabbî!.. Beni mahcup etme. Allah’ım!.. Bu güzel insanlar karşısında beni ve milletimi zor durumda bırakma.” diye nasıl dua ediyorum anlatamam.
Yukarı çıktım, yönümü cemaate döndüm, en az 20.000 kişi var. Onlar bana ben onlara bakıyordum derken, az sonra dilim çözüldü, konuşmaya başladım:
“Kardeşlerim, sizlere Türklerin selamını getirdim! cemaat hep birlikte: ” Ve aleyküm selaaam!” diye gürledi. Derken kendimin de beğendiği bir hutbe okudum.
Sonra cumayı kıldık, camiden çıktık. Beni özel bir arabaya bindirdiler ve arkamızda da kırk elli arabalık konvoyla tekrar kaldığım otele getirdiler. Yani öyle bir itibar gösterdiler ki, öyle onura ettiler ki otele girip de odama çekilince hüngür hüngür ağladım; insanlar bizden neler bekliyor, biz hangi noktadayız, diye.”
Geldikten sonra da size verdiğim sözü yerine getirdim.
Kendisiyle bizzat telefonla görüştüğüm, yeterince bilinmeyen kıymetli M. Kemal Cabioğlu büyüğüme hayırlı ve uzun ömür diliyorum.