Laiklik Üzerine

Laiklik Üzerine

Laikliğin ne olduğunu anlayabilmek ve üzerine birkaç kelam edebilmek için öncelikle kelimenin kökeninin nereden geldiğine ve anlamının ne olduğuna bakmak gerekir.

Laiklik, Fransızca bir sözcüktür. Fransızca’ya da Yunancadan geçmiştir. İlk çıkış yıllarında “ruhban sınıfı dışında, kiliseye mensup olmayan, halksal” gibi bir anlam taşırdı. Fransız devrimine kadar bu anlamları içeren sözcük devrim sırasında kilisenin kral yanlısı olması ile “halk egemenliği” gibi bir anlama bürünmüştür. Bütün bunlarla birlikte bu kelime anlam itibari ile “din karşıtlığı” değil “ruhban karşıtlığı” anlamını taşıyan bir kelime olduğunu belirtmek gerekir. Bu kelimenin farklı dillere geçişi ise genel olarak farklı anlam yüklenerek gerçekleşmiştir. Bu kelimenin Türkçe’ye geçişi farklı kavramlar kullanarak ve zaman içinde olmuştur. Buna şaşırmamak gerekir çünkü anlamı “ruhban karşıtı” olarak çıkan bir kavramı İslam’ın hüküm sürdüğü bir ülkeye uyarlamak zordur. Bu zorluk İslam’da ruhban kavramı bulunmamasından kaynaklanmaktadır. “Lâ-dinî” şeklinde Ziya Gökalp, “lâ-ruhbanî” şeklinde Ahmet Paşa, “iş hükümeti” şeklinde ise Ubeydullah Efendi’nin kullandığı söylenebilir*. Bu kullanımları günümüzde pek görmeyiz. Günümüzde belli bir tanımı olsa bile bu tanımın neleri kapsadığı hala tartışma alanıdır.

TDK “laiklik” kelimesine “1- Laik olma durumu, laisizm. 2- Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünü gerçekleştirmesi bakımından yansız olması, laisizm.” anlamını vermektedir. Öğrencilere, okullarında bu kavramla ilk karşılaştıklarından itibaren öğretilen anlam TDK’ya paralel olup “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır”. Bu tanım kelimenin anlamına paralellik içerse bile eksik kalmakta ve “laiklik=din karşıtlığı” gibi bir sonuca çıkmaktadır. Günümüzde laikliğin geçerli olduğu ülkelerde uygulanma biçiminde farklılık olsa bile hiçbirinde laiklik din karşıtlığı olarak karşımıza çıkmaz. O yüzden TDK’nın vermiş olduğu anlamı öğrencilere öğretmek daha doğru olur.

Laikliğin ülkelerde uygulama biçimlerini Alfred Stepan 4 model şeklinde kategoriye ayırıyor: -) ayrılıkçı model,

-) resmi din modeli,

-) pozitif barındırma modeli,

-) herkese saygı modeli.

Türkiye’yi ayrılıkçı model içinde saymaktadır. Bu grupta olan devletlerin uygulama biçimlerinde açıkça ortak olan nokta devlet ve din arasında ayrım olmasıdır. Devletin resmi bir dini yoktur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda bazı kimseler devletin resmi bir dini olmamasını sanki o devlet vatandaşlarının da bir dini olmadığını düşünmeye sevk etmektedir veya işlerine geldiği için bu şekilde yorumlamaktadırlar. Hâlbuki devletin bir dini olmamasının temel mantığı devletin din ve vicdan özgürlüğünü sağlamasını kolaylaştırmak ve herhangi bir dine veya din mensubuna devlet işlerinde yapılabilecek pozitif/negatif ayrımın önüne geçebilmek içindir. Vatandaşlarının dinsiz olduğu için veya vatandaşlarını dinsizleştirmek için devletin resmi bir dini yoktur denemez. Din ve vicdan özgürlüğünün sağlanabilmesi için illaki devletin resmi bir dini olmamalı mı sorusu tartışmaya açıktır. (Üst paragrafta gördüğümüz ayrımda bir devletin resmi bir dini olsa bile din ve vicdan özgürlüğünü sağlayabilmek için laikliğin resmi din modeli kapsamına girebildiğini biliyoruz. Bu modele örnek olarak sayılan ülkeler Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç, İzlanda, Norveç gibi genel olarak Kuzey Avrupa ülkeleridir.)

Din ve vicdan özgürlüğünü bir devletin sağlayabilmesi için devletin din karşıtı olmaması gerekir. Burada dinden kastım İslam dini yahut ilahi dinler değil bütün dinlerdir. Bütün dinlere eşit uzaklıkta olmak bir din/dinin mensubu için sağlanmış hakları/kolaylıkları başka dinlere/dinlerin mensuplarına sağlamakla olur. Türkiye’den örnek verecek olursak Müslüman olan milletvekillerinin bir camii için verilen kararı (mesela Kariye Cami, Ayasofya Cami kararları) kutlamak amacıyla mecliste sevinç gösterisinde bulunmaları normal karşılanması gerektiği gibi Hristiyan olan milletvekillerinin kilise için verilen kararı kutlama amacıyla sevinç gösterisinde bulunmalarının normal karşılanması ve bu durumun dini fark etmeksizin bütün milletvekillerinde görülebilmesi laiklik ile olabilir. Bir başka durum olarak kadının devlet görevinde bulunurken başının örtülü veya örtüsüz olabilmesi bu kararın kadın tarafından verilip özgür bir biçimde çalışması ve verdiği karar ile herhangi bir pozitif/negatif ayrıma tabi tutulmaması laiklik ilkesi ile olması gereken durumdur. Şayet devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olduğu iddiasında ise vatandaşlarının mensubu olduğu dini yaşarken vatandaşlarına problem çıkartmaması, çıkan problemleri çözmesi laiklik ilkesi kapsamında geçerlidir. Yoksa mecliste, sokakta vb. yerlerde herhangi bir din mensubu kişiler alınan kararlardan dolayı kutlama veya protesto amacı ile eylemde bulunulması laikliğin ihlal edildiğini göstermez aksine laiklik ilkesinin yerine getirildiğini gösterir.

*Özer Ozankaya, Türkiye’de Laiklik: Atatürk Devrimlerinin Temeli, (İstanbul: Cem Yay., 1993), s. 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.