Laiklik Elden Gidiyor

Laiklik Elden Gidiyor

Bir keresinde İç Anadolu’nun küçük ama tatlı şehirlerinden olan Nevşehir’den, Rize’de yaşayan ama daha önce hiç görmediğimiz akrabalarımızı ziyarete gitmiştik. Uzun bir yol, tefekkür demekti ve doğuya doğru ilerledikçe değişecek olan iklim, beni heyecanlandırıyordu. Sonuçta Sahra çölünü aratmayacak topraklardan geçecek, bakmaya doyamayacağımız yemyeşil ormanlar ve su kaynaklarına ulaşacaktık.

Rize merkezden çokta uzak olmayan bir köy evine ulaşmıştık. Hoşbeş muhabbet ve bir dizi ikramdan sonra gelmişken Artvin’i de gezelim dedik ve çıktık yola. Artvin dağlar üstünde dik ve kıvrımlı yolları olan bir şehirdi. İnsanlar neden böyle bir yerde yaşardı ki? Kafamda deli sorular. Şimdiye kadar hep havadan sudan konuştum ama içimde kopan fırtınalar bambaşkaydı tabi.

Nevşehir’deyken de insanları izliyordum. Neye gülüyorlar, nasıl yaşıyorlar diye hep merak etmişimdir. Çünkü insanların kalbine giden yol onları tanıdıkça ve nasıl düşündüklerini öğrendikçe açılıyordu. Bu yolculukta da insanları gözlemliyordum. Rize’de ve Artvin’de gördüklerim karşısında hem şaşırıyor hem de ürperiyordum. İnsanlar beklediğimin aksine tek tipleşmişti. Nevşehir’den Artvin 900 km idi. Bu iki şehir arasında onlarca farklılık olması gerekirken, insanlar aynı giyiniyor aynı konuları konuşuyor hatta aynı esprilere gülüyorlardı.

O zamanlar “Laiklik elden gidiyor!” diye bir video trend olmuştu. Garip olan şu ki çok az kişi bu hadiseye İslam’ın baktığı pencereden bakmış ve tavrını koymuştu. Büyük bir kısım yani neredeyse tüm Türkiye, günlerce Süleyman Dede ile dalga geçmişti. O insanın yerine kendimizi koymak ise hiç aklımıza gelmedi. Hâlbuki Rabbimiz “Ey iman edenler! Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler; onlar kendilerinden daha iyi olabilirler; kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesinler; alay edilen kadınlar edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi karalamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.”[1] buyurmuştu.

Teknolojinin gücünü ve iletişim çağında olduğumuzu ilk defa orada anlamıştım. Üzerinden neredeyse iki sene geçti ama insanlar değişmedi tabi. Geçenlerde bir sahur programında İslami rapçi(!) olduğunu söyleyen birisi sahne almıştı. Birkaç dakika içinde halkın çoğunluğunu temsil eden bir teyze takıldı kameralara. Masumiyetini ve ihlasını anlayamayan zihinler linç ettiler onu. Kanla beslenen troller doymadılar karalamaya. Yeni avlar aramaya devam ettiler.

Gündem havai fişek gibi bir anda yükselen ve harcanan insanlarla doldu. Hatalar örtülürken reyting almadı çünkü. Başkalarının açıklarını yayar oldu insanoğlu. Oysa Âişe r anha anamız diyor ki: “Bir defasında Peygamber Efendimiz’e: Ey Allah’ın Rasulü! Safiyye’nin kısa boylu oluşu sana yeter, diyerek Safiyye’yi küçümsemiştim. Rasulullah aleyhisselam: Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi, onun suyunu bozardı.” buyurdu.”[2]

Sahi ya biz Müslümandık değil mi? Bir omurgamız ve bir duruşumuz vardı bizim.  Suyun önünde ki çer çöp olmamalıydık. Kapılmamalıydık gündeme ve gülünenlere. Dik durmalıydık yönlendirmelere. Kendi mizahımız olmalıydı bizim. Kırmadan, incitmeden insanları eğlendiren, Müslümanları birbirine sevdiren. Belki bir hayal, belki de çok yakın olan. Ve son olarak kahrolsun troller, var olsun zulmün önüne dikilenler!

 


[1] Hucurat Suresi 11. Ayet

[2] Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Tirmizî, Kıyâmet, 51

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.