LA HAVLE- Kudüs Böyle Sevilirmiş

9 Aralık 1917 günü Kudüs’ün yönetimi Osmanlı idaresinden çıkarak İngiliz mandasına geçti. 1917’de Kudüs’e giren İngiliz Orduları kumandanı General Allenby iki gün geçmeden Şam’daki Selâhaddin Eyyûbî’nin türbesinde sandukasını tekmeliyor ve: “Kalk Ey Selâhaddin biz geldik!” diyordu. 1920’de İzmir’i işgal eden Yunan orduları komutanı Venizelos’un oğlu Sofokles, Osman Gâzi’nin türbesine gidiyor, sandukasını tekmeliyor ve: “Kalk ey koca sarıklı, seni yenmeye deldim.” diye bağırıyor.
Hiç şüphesiz Yahudi Siyonizmine en büyük desteği İngilizler vermiştir. İngiliz politikacıları 1840’lı yıllardan itibaren Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması projesini ele almaya başlamışlardı.
1917 yılının Kasım’ında İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un yayınladığı tarihi Deklarasyonunda, İngiliz hükümeti Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasından yana olduğunu tüm dünyaya açıkça duyurdu.
14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de toplanan bir grup Siyonist önder İsrail adını verdikleri devletin kurulduğunu dünyaya ilan ettiler. İlandan dakikalar sonra Yahudi İsrail devletinin kuruluşunu ilk tanıyan devlet ABD, ikinci tanıyan ülke ise Türkiye olmuştur ne acı ki.
1967 tarihinde İsrail, Kudüs’ün tamamını işgal etti. Sonrası malûm; zulüm, acı, işkence ve gözyaşı yüzyıldır o topraklarda hiç dinmiyor.
Sözün özü; tarih bir milletin hafızasıdır. Tarihini bilmeyen veya tarihi tahrif edilmiş, tahrip edilmiş milletlerin coğrafya sınırlarını hep düşmanlar çizmişlerdir. Son yüzyılda eğer tarih şuurumuzu yitirmemiş olsaydık, geleceğimizin teminatı olan gençlerimize “İngilizce” öğrenmesini değil, İngiliz’in kim olduğunu, Siyonizmin ne olduğunu öğrenmeleri ve o tarih şuurunda bir duruş sergilemelerini tavsiye ederdik.
Şu iki hâtıra gaflet uykusundan bir türlü uyanamayan bizleri uyandırır da mahcup eder mi acaba!
Gazze’de enkazın altından bir baba çıkarılıyor, bir anne çıkarılıyor… Belli ki iftarı ukbâda yapacaklar. 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu çıkarılıyor. Ağır yaralı. Ambulansla Kudüs’e getiriliyor. Bir hafta yoğun bakıma alınıyor. Kendine geldiğinde Kudüs’te bir hastanede olduğunu öğrenen bu yavru, şehit olan ailesinin acısına yanmak yerine, sevinç gözyaşlarıyla ellerini duaya açıyor: “Allah’ım ölmeden Kudüs’e geldim ya sana şükürler olsun!”
Demek Kudüs böyle sevilirmiş.
Türkiye’den Kudüs’ü, Mescid-i Aksâ’yı ziyarete giden bir gurup, Hz. Davut’un makamının girişinde bulunan küçük bir Müslüman mezarlığına bakarken, yanlarından geçen yaşlı ve ak sakallı bir Filistinli dönüp celalli bir şekilde der ki: “Mezarlığa niye bakıyorsunuz? Dönüp İslâm dünyasına bakın, Müslümanların haline bakın. Çoğunun mezardaki ölüden farkı yok.”
Hülâsa; Kudüs’ün haritadaki coğrafi konumu değil, Ümmet-i Muhammed olarak bizim sinemizdeki yeri nedir? Kudüs bizim neyimiz oluyor, biz Kudüs’ün nesi oluyoruz?
Madem bu mübarek şehir bu ümmete emanettir, emanete sahip çıkmak da imanın gereğidir.
Ya Rab! Bizi kendine lâyık kul, sevgili Habîbine lâyık ümmet eyle. Dostlarına dost, düşmanlarına düşman eyle bizi. Dostu-düşmanı tefrik edecek bir basîret ihsan eyle bizlere. Mescid-i Aksâ’nın, Kudüs-i Şerifin tekrar özgürlüğüne kavuşması için bizleri de gayret sarf eden, ter döken, acısını, hasretini yüreğinde hisseden o gariplerden eyle… Âmiiin!.. Âmiiin!.. Âmiiin!..