LA HAVLE – Karar Vermek – Kararlı Olmak

Hayatta iyi-kötü, bir şeyler yapmak isteyen insan onun mutlaka bir yolunu, yapmak istemeyen insan ise yüzlerce mâzeretini bulur…
Karar kendisinindir. Fakat vereceği karar, o insanın her iki dünyasıyla birlikte, mes’ul olduğu insanların da hayatını etkileyecektir.
Aslında hayatın her anı karar anıdır.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, ya daha önce verdiğimiz bir kararı uygularız, ya verdiğimiz karardan vazgeçeriz, ya da daha sonra uygulayacağımız bir karar veririz.
Çünkü geçmişe yönelik aldığımız kararın, bugünümüz ve yarınımız için hiçbir yaptırım gücü olmayacaktır.
Bir bilge kişi, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
“Hiçbir şey şu gerçeği değiştiremez: Bilgileriniz geçmişe mahsus, kararlarınız ise geleceğe yöneliktir.”
Madem kararlarımız geleceğe yöneliktir. O halde geleceğe yönelik kararlar alırken; geçmişte verdiğimiz ama “Ah şimdiki aklım olsaydı!” diye bugün pişmanlık duyduğumuz kararlarımızı da ciddi bir muhasebeden geçirmemiz gerekmez mi?
Bir kararın alınmasında en önemli şey, sağlam bir irâdedir. İrâde eğitimini inanç coğrafyasında, imanının ve ahlâkının umdeleri ışığında devam ettiren bir Müslüman’ın, aldığı kararlarda yanılma payı yüzdesi daha düşük, yanlışlık oranı daha az olacaktır.
İnsan sosyal statüsüyle, malıyla, makamıyla, mekânıyla, elinde bulunan kanun gücüyle, kabiliyetiyle, zekâsıyla, bilgisiyle insan değildir.
Merhum Ali Fuat BAŞGİL der ki:
“Başarılı olmanın ilk şartı irâdeli olmaktır. İnsan ancak irâdesiyle insandır.”
Çünkü yükselmek, başarmak, hedefe ulaşmak bir emeğin, bir gayretin meyvesi, gayret ise kararlı ve kuvvetli bir irâdenin meyvesidir.
Öyle insanlar olmuş ki; irâdesini kuvvetlendirmek için, çeşitli engellere rağmen yılmadan, yıkılmadan, kendisine zor gelen şeyleri her gün belirli bir disiplin içerisinde yapmayı, ihmâl edilmeyecek bir hayat prensibi olarak uygulamışlar ve başarmışlar.
İrâdesi kuvvetli insanlar; hiçbir başarı ihtimali gözükmeyen, en ağır şartlarda bile, en ufak bir ümitsizliğe düşmeden, inanmışlar, düşünürken dikkatli, uygularken kararlı olmuşlar ve başarıya ulaşmışlardır.
Verdiği kararlarda sâbit olmayan insanların, işlerinde de sebât ettikleri ve başarıya ulaştıkları görülmemiştir.
“Acabâ”lar… “Ya şöyle olursa”lar… “Fakat”lar… “Ama”lar… “Belki”ler… “Keşke”ler! gibi, kararsızlığa sonuna kadar kapı açan gel-gitler, ihmâller, gecikmeler başarısızlığın baş sebepleridirler.
Bir bilge kişi der ki:
“Felâket anında çabuk karar veren kişi, zararın yarısından kurtulur.”
Peki, ya felâket anında geç karar veren veya kararsız kalan Kasımların kârı ne olur?
Kararsızlık, hakikaten kuvvetli bir irâde eğitimini gerektiren ciddi bir hastalıktır. Dünya yangına gitse içinde bir tutam otu bulunmayan bir insan, uzun süreli bir tedavi gerektirebilir…
“Kararsız olmaktansa, yanlış karar vermek daha iyidir.” diyenlerin de bir haklılık payı vardır elbet. Hiç olmazsa, kararsızlığı bir alışkanlık hâline getirmemiş, yanlış da olsa irâdesini kullanabilme becerisini gösterebilmektedir.
İnsan elektrikle değil, buharla değil, akaryakıtla değil, ruhla çalışır!
Kuvvetli ve sağlam bir irâdeye sahip olmak isteyen insanın, ruhunu kirletmemesi, ruhunu kaybetmemesi gerekir ki, hakikati aramaya mecâli olsun.
İrâdesine hâkim insan; kendisinin en büyük ve en sinsi düşmanı olan nefsinin ve şeytanın tuzaklarına karşı daha tedbirli olur.
Aristo’nun; “İrâdene hâkim, vicdanına esir ol.” sözünü de hatırında tutmalı insan…
Vicdanına esir olan; eline sahip olur, diline sahip olur, beline sahip olur. Yâni “EDEB” sahibi olur. Edeb sahibi olanlar ise, irâdelerine hâkim olmuşlar ve hiç kaybetmemiş hep kazanmışlar…
O hâkim irâde ki; Târık bin Ziyad’a gemileri yaktırır, daha 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmed’e gemileri karadan yürüttürür de Peygamber müjdesine mazhar olacak fetihler nasip eder.