LA HAVLE-İslâm’ın Köprüsü Zekât

LA HAVLE-İslâm’ın Köprüsü Zekât

Kullarına her türlü nimeti bahşeden, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Can taşıyan her varlığın rızkını veren O’dur. Bahşettiği nimetleri saymaya da hiçbir fâni güç yetiremez.

Yaratan O’dur. Yaşatan O’dur. Hüküm koyan O’dur. Mülkün hakiki sahibi O’dur. Kullarına bir emanet ve bir imtihan vesilesi olarak verdiği mallar üzerinde tasarruf hakkını verirken şaşmaz ölçüler koymuştur.

Hiçbir Müslüman; “İstediğim gibi harcarım, mal benim değil mi?” deme hakkına sahip değildir. Servet sahibi zenginlerin mallarında, “Zekât” ve “Sadaka” olarak belirtilen fakirlerin hakkı vardır. Rabbimiz buyuruyor ki:

“Onların mallarından bir zekât al ki onunla kendilerini temize çıkarmış (günahlarından arındırmış) ve mallarını bereketlendirmiş olasın.” (Tevbe, 103)

Allah, Müslüman’dan malının zekâtını vermesini istiyor. Zekât vermekle hem kendisinin günah kirinden arınmış, temizlenmiş olacağını hem de malının bereketleneceğini müjdeliyor kuluna. Tıpkı budanan bir ağacın dallarının daha gür büyümesi ve daha çok meyve vermesi gibi.

“Namazı kılın ve zekâtı verin.” (Nur, 56; Bakara, 110)

Namaz ve Zekât. Allah’ın birbirinden ayırmadığı ve birlikte zikrettiği, farz olan iki ibâdet. Namaz günde 5 vakit. Zekât yılda 1 kere. Namaz; bedenî, Zekât; mâli bir ibadet. Hiçbir Müslüman: “Namaz kılarım ama Zekât vermem veya veremem.” diyemez. Derse İslâm dairesinin dışına çıkmış olur.

Asr-ı saadetten bir ibret tablosu:

Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan rivâyet edilmekte: Allah Resulü aleyhisselam vefât edince, yerine halife olarak seçilen Hz. Ebûbekir, (zekât vermeyi kabul etmeyerek) dinden çıkan mürtedler üzerine ordu göndermeye karar vermişti. Hz. Ömer: “Bunlarla nasıl savaşırsın? Allah’ın Resulü ‘Ben lâ ilâhe illallah diyene kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim bunu söylerse, şeriatın icâb ettirdiği hususlar hariç, malını ve canını korunmuş olur. Onun diğer hesabı Allah’a aittir’ buyurmuştur” deyince Hz. Ebûbekir: “Allah’a yemin ederim ki namazla zekâtı birbirinden ayıran kimseyle savaşırım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallahi bunlar Allah Resulüne verdikleri bir dişi oğlağı bana vermekten kaçınırlarsa, bundan dolayı onlarla mutlaka harb ederim!” diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Hz. Ömer: “Allah’a yemin ederim ki, bu hüküm, Cenâb-ı Hakk’ın Ebûbekir’in gönlünde yarattığı genişliğin eseridir. Böylece ben de gerçeği öğrenmiş oldum” dedi.

Bugün ümmet olarak, başımızda bir halifemizin olmayışının bedelini, İslâm dünyası olarak hayatın her alanında çok ağır ödüyoruz.

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Ey iman edenler, mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam’ demesinden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin! Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla tehir etmez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun, 9-11)

Her şeyin bir zekâtı vardır. Dilin zekâtı, hayır konuşmaktır. Nefsin zekâtı, zor olsa da affetmektir. Bedenin zekâtı hastalıklardır. Allah’ın izni, bizim gayretimizle kazanmış olduğumuz malların helâl olması, ilâhi hesap gününde bizi hesap vermekten kurtaracak mıdır? Vallahi hayır. Kazandığımız helâl malın zekâtını vermediğimiz zaman, o mala haram karıştırmış, o malda hakkı olan fakir ve muhtaçların hakkını yemiş olmuyor muyuz? Ve bundan dolayı mes’ul değil miyiz? Hesaba çekilmeyecek miyiz?

İçtiğimiz bir bardak soğuk sudan, bir lâhza dinlendiğimiz serin gölgeden bile hesaba çekileceğimiz” Nebevi ikazına rağmen, “helâl-haram” konusunda hassasiyetini yitiren biz Müslümanların, “hesap günü” gelmeden, kendimizi çok ciddi bir hesaba çekmemiz ve gereğini yapmamız gerekmiyor mu?

Rasulullah aleyhisselam Efendimiz; “Zekât, İslâm’ın köprüsüdür” buyurmuştur. Bu hadis-i şeriften, aynı zamanda zekâtın ahirette kurulan bir köprü olduğunu anlıyoruz. Katâde’nin nakline göre hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Zekât, cehennem ile cennet arasında bir köprüdür. Kim zekâtını öderse, köprüyü geçerek cennete nâil olur.”

Zekâtın ferdî faydalarının yanında, toplumun huzuru, barışı, güvenliği, kardeşliği ve nizâmı açısından da birçok içtimai fonksiyonlarının olduğu bir gerçektir.

Zekât verilmediğinde kişinin ve toplumun uğrayacağı sıkıntıların, musibetlerin dünyadaki zararlarını hepimiz çekiyoruz, çekeceğiz!

Rahmet Peygamberi, Efendimiz aleyhisselam ikaz ediyor:

Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her millet, mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır ve hayvanları olmasa, onlara yağmur yağdırılmaz.” (İbn-i Mace)

Yani zekât terk edildiğinde, toplumdan bereket kaldırılıyor. Bereketsiz bir toplumda hastalıkların, sıkıntıların, huzursuzlukların akla hayale gelmeyecek belâların girdabında kıvranacak insanlık. Bir ismi de “rahmet” olan yağmuru hayvanlar için yağdıracak Mevlâ.

Bugün ülke olarak, terör belasıyla mücadele ederken, Haçlı ve Siyonist dünyanın açmış olduğu ekonomik savaşla ayrı bir cephede daha gücümüz, enerjimiz tüketiliyor, yarınlara olan ümidimiz kırılıyor. Küfrün karşısında çaresiz el ovuşturmak bir Müslüman için zillet değilse, nedir?

Ya Rab, Sen bize yeniden zekât şuuru ihsan eyle, bizleri daima veren el eyle. (Âmin.)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.