LA HAVLE – Fakirlik (Yoksulluk)/Abdullah Gülcemal

Hak âşıklarından biri olan ve çok yoksul bir hayat yaşayan Minhacî, içinde derin manalar taşıyan bir şiirinde, gönül diliyle Mevlâ’ya şükür duygularını şöyle dile getirir:
“Hak ve hakikate agâh olan Hak
Nice şad olacak nimetlerin var.
Kaygısız zengine hüsran verirsin
Yoksula sabırdan nimetlerin var.”
Diyor ki Âşık Minhacî; ey Rabbim, her şeyi bilen Sen’sin, gören Sen’sin. Kullarını sevindiren, neşelendiren, bahtiyar eden nice nimetlerin var. Şükürsüz, fikirsiz, saygısız ve kaygısız zengini hüsrana uğratırken, fakire-yoksula da “sabır” gibi büyük bir nimet veriyorsun.
Evet, Rahman ve Rahim olan Rabbimizin verdiği nimetleri saymaktan ve onun şükrünü eda etmekten aciz birer kuluyuz hepimiz. Şüphesiz ki; verdiği nimetlerin en büyüğü de İslâm nimetidir, iman nimetidir, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber (s.a.v.) Efendimize ümmet olma nimetidir, elhamdülillah.
Rabbimiz buyuruyor ki:
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Allah ise gani (zengin, ihtiyacı olmayan) ve hamd edilmeye lâyıktır.” (Fâtır, 15)
Gani olan O. Fakir ve muhtaç olan bizleriz! Hamd edilmeye lâyık olan O, şanına lâyık olacak şekilde hamd etmekten, şükretmekten aciz olan da bizleriz.
Şu imtihan dünyasında gıpta edilecek en büyük zenginlik; güzel bir ahlâk ile iman zenginliğidir.
En kötü fakirlik de iman fakirliğidir, edep ve ahlâk yoksulluğudur.
Allah’ın Resul’ü (s.a.v) buyuruyor ki:
“Fakirler cennete zenginlerden daha önce girecektirler. Ey Aişe, fakirleri sev, onlara yakınlık göster ki, (bu sebeple) Allah sana kıyamet gününde yakınlık gösterir.” (Tac 5/314)
“Fukarayı arayın, görüp gözetin. Siz ancak fakirlerinizi memnun etmek, onları sevindirmek sâyesinde düşmanlarınıza karşı yardım görür, rızıklanırsınız.” (Ebû Dâvud; Riyâzüssâlihîn)
Peki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bu teşvik, müjde, tavsiye ve uyarılarına karşı bizi böylesine duyarsız kılan nedir?
Hani, “Komşusu aç iken kendisi tok yatan” kimlerden oluyordu?
Dün, “Zenginin olunca hayırlı olsun, fakirin olunca nerden aldın?” diye soruyorlardı.
Bugün, “Fakirin başucunda durana kadar, zenginin ayakucunda dururum” diyorlar.
Sadi der ki;
“Dostları zindanda bulunan, gülistanda nasıl eğlenir? Hastanın yanında oturan, sıhhatte de olsa neşeli olabilir mi?
Zavallı bir fakirin bir şey bulup yiyemediğini düşününce, yediğim her lokma zehir zıkkım oluyor, boğazıma duruyor.
İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladıklarını bilen, eğer taş yürekli değilse, midesini nasıl doldurabilir?”
“Bir memleket zenginse yoksulu hicap eder,
Değilse yoksulundan utanmak icâb eder.”
Utanmayı unutmuş taş yürekli zavallılar, Konfüçyüs “Bu sözleri kime söylüyor diye?” merak eder mi acaba?
Lokman Hekim:
“Oğlum, yoksulluktan korun. Yoksul düşen kimse şu üç musibetle karşılaşır:
* Din zayıflığı; çünkü fakirlik insanı kötülüğe sürükler.
* Akıl zayıflığı; çünkü ihtiyaç düşüncesi insanı şaşırtır.
* Mürüvvet ve insanlığı kaybolur; bundan daha kötüsü de insanların maskarası olur.”
Ataullah İskenderi, “Mahrumiyet, senin anlayış kapılarını açıyorsa; bu mahrumiyet, senin için mükâfatın ta kendisidir.” diyerek bizleri tefekküre davet ediyor.
Yani diyor ki: Ey insan! Bir sahip olduklarına bak, bir de mahrum olduklarına. İkisini bir mukayese et. Bir nefis muhasebesi yap. Sahip olduklarının gereği gibi şükrünü yapabiliyor musun ki mahrum olduğun şeylerden şikâyet ediyorsun?
Sahip olduğun şeyler kapatmış senin şükür, sabır, tevekkül, idrak ve infak kapılarını. Mahrumiyetini, mahremiyetin olarak gör. Gör ki anlayış kapıların ardına kadar açılsın da anla mahrumiyet dediğin şeyin sana verilmiş bir mükâfat olduğunu.