Küresel Devlet ve Küresel Ümmet

Devlet, Hıristiyan Batı medeniyetlerinde gücü simgelemekte ve insan toplulukları üzerinde zor kullanma yetkisine sahip meşru güç olarak kabul edilmektedir. Devlet, geçim kaynakları, coğrafya, nüfus, din, ırk, kültür vb. yaşama şekline göre çok çeşitli şekillerle karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlığın ilk yıllarında küçük yerleşim birimlerinde şehir devleti yeterli olurken, zamanla, ticaret ve güvenlik ihtiyacı önce bölgesel devleti sonra da imparatorlukları ortaya çıkardı. İslam karşısında ilmî, ekonomik ve askerî olarak mağlup olan Hıristiyan Avrupa’da kilisenin sorgulanmasıyla başlayan Rönesans ve reform hareketleri dinî ve örfî değerleri zayıflatınca Ulus Devlet denen kavim tabanlı bir devletler sistemi ortaya çıktı.
Osmanlı Devleti önderliğinde oluşturulan küresel İslam Medeniyeti’nin yıkılmasıyla yeryüzünde büyük bir otorite boşluğu oluştu. Bu boşluğu Avrupalı ulus devletlerin her biri tek başına doldurabilmek için birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye başladı. 19. yüzyılda Almanya, Rusya ve Amerika, Avrupa’nın küresel sömürge pastasına ortak olmak isteyince dünya iki küresel savaşı peş peşe yaşadı.
Osmanlı Sonrası Batıl’ın Küresel Ağı: BM
Hiçbir ulus devletin Osmanlı’nın bıraktığı küresel boşluğu tek başına dolduramayacağı anlaşılınca Hıristiyan Batı devletleri Birleşmiş Milletler adı altında küresel bir devlet düzeni kurdu. Bu küresel devlet, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeleri çok ustaca kullanarak tüm dünyayı siyasi, askerî, iktisadi ve kültürel bir bürokrasi ağı ile örmüştür.
IMF ve Dünya Bankası, küresel Merkez Bankası görevini görmekte, BM Dünya Parlamentosu olarak tüm dünyanın uyması zorunlu olan yasaları yapmakta, NATO dünyanın jandarmalığını yapmakta, çok uluslu anonim şirketler dünya ticaretini kontrol altında tutmakta, sinema, TV, internet, vb. küresel medya insanlığı küresel sistemin gönüllü köleleri olarak eğitmekte, uluslararası mahkemelerde küresel sisteme karşı gelenler suçlu ilan edilip cezalandırılmaktadır.
Bugün yaşadığımız fesat ve zulümler, bu küresel devletin kurumları aracılığıyla demokrasi, özgürlük, insan hakları adı altında gündelik hayatımızın doğal birer parçası olarak kabul görmüş durumdadır. Max
Weber, toplumsal disiplini “kitlelerin kazanılmış alışkanlıklar sonucu, anında ve kendiliğinden kalıplaşmış bir şekilde itaati” olarak tanımlamaktadır. Dünya, barış ve güvenlik karşılığında özgürlüklerimizden vazgeçmeye zorlandığımız küresel bir hapishaneye dönüşmekte.
Küresel Devlete Karşı Gelmek: Terörizm
“Günümüzde artık sınır sorunu ortaya atılmıyor. Devletin halka anlaşma olarak önerdiği şey ‘Güvence altında olacaksınız.’ Belirsizlik, kaza, zarar, risk olabilecek her şeye karşı güvence. Hasta mısınız? Sosyal güvenliğiniz var! İşiniz mi yok? İşsizlik ödeneğiniz var! Su baskını mı var? Bir dayanışma fonu kurulur? Suça eğilimliler mi var? Size onların ıslah edileceği ve sağlam bir polisiye gözetim güvencesi verilir.” (Foucault, 2005: 283) İnsanlık üzerindeki bu küresel disiplini kabul etmeyip özgürlüğünü talep edenler küresel devletin yasalarına karşı gelmiş teröristler olarak cezalandırılmaktadır.
Yeryüzünde insanlığın susadığı adaleti tekrar tesis edebilecek tek küresel alternatifin İslam olduğunu zalimler mazlumlardan daha iyi bilmektedir. Bu yüzden Huntington, Batı ve İslam’ı uzun dönemli jeopolitik çatışma içinde olan iki zıt “uygarlık” olarak görmektedir.
Amerikalılar, Irak modelini Ortadoğu’nun ve İslam’ın “ehlileşmesi” için bir başlangıç olarak görmektedir. Irak’taki demokrasi modeli tutarsa İslam küreselleşme için de alternatif bir model olmaktan çıkacaktır. (Keyder, 2004)
İçinde bulunduğumuz süreçte geliştirilen İslam analizleri; Müslüman ülkelerdeki toplumsal talepleri, özgürlük, insan hakları ve demokrasiyi, Washington ve Londra’nın geliştirdiği yeni İslam dünyası perspektifine göre yeniden tanımlama amacına yöneliktir. (Sait Yılmaz, 2010)
Genişletilmiş Orta Doğu Projesi, ABD’nin dünyayı yeniden şekillendirmesi için bir müdahale konsepti olarak algılanmaktadır. ABD’nin çıkarlarına uygun olmayan ülkelerin gücü sınırlandırılırken, dünyayı neo-liberal pazar olarak kavrayan anlayış bu pazara güvenlik(!) sağlayacaktır. (Yıldız, 2004: 69)
İslam’da Hüküm ve Devlet
İslam’ın devlet tanımını Muhammed Hamidullah, “İlahî otoritenin yeryüzündeki vekâleti” olarak yapmaktadır. Nitekim Bakara Suresi’nin 30. ayetinde “Hani Rabbin meleklere ‘Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ demişti.” buyrularak insanın yeryüzündeki varlık sebebi açıklanmıştır. “Ey Davut, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hakla hükmet. Heva ve hevesine tabi olma ki bu seni Allah yolundan sapıtır.” (Sad, 26) ayeti de insana vekâleten verilen bu yetkinin sınırlarını ve nasıl kullanılacağını açıkça belirtmektedir.
El Melik ismi, yeryüzünün asıl ve mutlak hâkiminin Allah olduğunu vurgulamaktadır. “Hak melik olan Allah pek yücedir, O’ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş’ın Rabbidir.” (Mü’minun, 116)
Kur’an’da devlet ibaresinin geçtiği tek ayet, Haşr Suresi’nin 7. ayetidir: “Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin. Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”
Servet Azınlıkta Toplanırsa
Bu ayet, servetin küçük bir grubun elinde toplanması neticesinde onların yasaları değiştirebilecek bir güç haline geleceğini ve gücünü devam ettirmek için yeryüzünde adaletin yerine kendi batıl düzenlerini hâkim kılacağı konusunda bizi uyarmaktadır.
Aslında Batıl devlet sistemlerindeki kuvvet vurgusunun aksine Allah, güç yerine adaleti esas almakta ve devlet yerine hüküm kavramını kullanmaktadır. “Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş Peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Âlimler ve fakihler de Allah’ın kitabını hıfza memur oldukları için yine hükümlerini onunla verirlerdi. Hepsi de Tevrat’a şahittiler. İnsanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi hiç bir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (Maide, 44)
Allah Teâlâ, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu zulümlerin sebebinin ne olduğunu Enfal Suresi’nin 46. ayetinde: “Allah’a ve peygamberlerine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer ve hükmünüz (devletiniz) elden gider.” buyurarak en güzel bir şekilde açıklamaktadır.
İyiler Yeryüzüne Mirasçıdır
Müslümanların tekrar izzet ve şeref sahibi olmalarının ve yeryüzünde adaletin tekrar tesis edilmesinin yolu Kur’an’ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Allah sizden iman edip güzel işler yapanlara, kendilerinden öncekileri yaptığı gibi onları da muhakkak yeryüzünün hükümranları yapacağına, onlara kendileri için hoş gördüğü dinlerini kuvvetle icra etme gücü vereceğine, kesinlikle onları korkularının arkasından güvenceye erdireceğine dair, yeminle söz verdi. Onlar, hakkımda hiçbir şeyi ortak koşmayarak yalnızca bana ibadet edeceklerdir. Artık bundan sonra kim nankörlük ederse, onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur, 55)
Hıristiyan Batı’nın kendi insanı da dâhil olmak üzere bütün insanlık siyasi, ekonomik, toplumsal olarak aynı küresel zulme maruz kalmaktadır. Meselemiz küresel boyutta bir meseledir. Çözümü de küresel boyutta aramak zorundayız. Bu bataklıktan bireyler, fırkalar, kabileler olarak kurtulmamız mümkün değildir. İnsanlar olarak, insanlarla, doğayla, ekonomiyle olan ilişkilerimizde Allah’ın hükümlerini önce kendi kalplerimizde sonra da yeryüzünde hâkim kılmak öncelikli ve aslî vazifemizdir.
Allah azze ve celle bizi bu bilinçle gayret ve cihad eden salih kullarından eylesin.