Kurbanı Allah İçin Kesmek

Dinî bayramlardan biri olan Kurban Bayramı, hali, vakti yerinde olanların yükümlü oldukları udhıye denilen kurban ibadeti, Allah’a yaklaşma gayreti içinde olan Müslümanların kulluk ve teslimiyetlerinin açık ve net bir göstergesidir. Kurban, Allah Teâlâ’ya ulaşmak için vasıtalardan biridir. Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için belirli vakitte kesilen özel hayvanın adı olan kurban, sayısız nimetleri ikram eden Halik’a yakınlığın, şükrün, fisebilillah fedakârlığın adıdır.
Hicretin ikinci yılında meşru kılınan kurban; Hz. Adem’in aleyhisselam çocuklarıyla başlayıp (Kur’an 5/27), İbrahim aleyhisselam zamanında yinelenen ve oğlu İsmail’in kurban edilmesinin emredilmesiyle (Kur’an 37/102) sürüp gelen bir ibadettir. Peygamber Efendimiz aleyhisselam kurbanı, Hz. İbrahim’den aleyhisselam gelen bir sünnet olarak ilan etmiştir. “Ben kurban gününü bayram yapmakla emrolundum. Allah onu bu ümmet için bayram kılmıştır. Kurban kesiniz. Zira o babanız İbrahim’in sünnetidir.”1
Hz. Aişe radiallahu anha validemizden nakledilen hadis-i şerifte Efendimiz “Ademoğlu Kurban Bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş ile Allah’a yaklaşmış değildir. Şüphesiz o (kesilen kurban), kıyamet günü boynuzları, çatal tırnakları ve kıllarıyla gelir. Elbette kurbanın akan kanı yere düşmeden önce, Allah katında kabul olunur. Bu bakımdan kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesiniz.”2 buyurmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey bayram namazını kılmak, sonra (evlerimize) dönüp kurban kesmek olacaktır. Her kim böyle yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur. Kim (namazdan) önce kurban keserse, o ancak ailesine bir et sunmuş olur. Bu kestiği kurban olmaz”3 buyrulmuştur.
Buna göre arife günü veya bayram gecesi kurban kesilmez. Kurban, bayram namazının kılınmasından sonra, üçüncü günü akşamına kadar olan süre zarfında kesilebilir. Arife günü veya bayramın ilk üç gününden sonra kurban kesmek caiz olmaz. Kur’an’da “Biz sana bol nimet verdik. O hâlde yalnız Rabbine ibadet et ve (yalnız onun adına) kurban kes.” (108/1-2) buyrulmaktadır. Hadis-i şerifte ise “Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın.”4 denilmektedir. Bu ilahî emre uymayarak bir koçu bile kurban kesemeyen varlıklı Müslümanlar, Hz. İbrahim’in aleyhisselam sadakatini ve Hz. İsmail’in aleyhisselam teslimiyetini nasıl idrak edecekler?
Hz. İbrahim aleyhisselam yüz yaşını aşmış, yaşlı ve yalnızdı. Ümitsizliğine rağmen bir oğul sahibi olmayı içinden geçiriyordu. Allah Teâlâ çektiği çileden dolayı Hz. İbrahim’i aleyhisselam İsmail ile ödüllendirdi ve sonra da sınadı. İsmail, babasının yanında bir ömür boyu bekleyişin, mücadelenin ve zorluğun sembolüydü. İsmail, Hz. İbrahim’in aleyhisselam nihayetinde soyu, ümidi ve sevgili bir varlığıydı. İsmail büyüdü, yedi ya da on üç yaşına geldi. İbrahim aleyhisselam rüyasında Rabbinden bir emir aldı: “Oğlunu kendi ellerinle kurban et!”
Bu emrin şokuyla Hz. İbrahim’de aleyhisselam meydana gelen dehşeti anlatabilmek kolay mı? Bunu biz anlayabilir miyiz? Böyle bir emir bize verilseydi ne yapardık? Putları yıkan, tarihin yılmaz ve yenilmez Ulü’l Azim peygamberlerinden biri, haberin etkisiyle sanki parça parça oluyordu. Çünkü O, bir beşer ve baba idi. Sanki İbrahim aleyhisselam Rabbiyle İsmail arasında seçim yapmakla karşı karşıya kalmıştı. Karar vermek, birini diğerine tercih etmek ne zordu!
Siz olsanız hangisine karar verirdiniz? Rabbinizi mi, çocuğunuzu mu seçerdiniz? Bahane aramayı mı, emri yerine getirmeyi mi? Duyguların sesine kulak vermeyi mi, imanın sesine kulak vermeyi mi? Bir baba olmayı mı, Allah’ın emrini yerine getiren salih bir kul olmayı mı? Ve nihayet Ey İbrahim Rabbin mi, İsmail’in mi? Haydi seç birini. İbrahim aleyhisselam, “Oğlunu, İsmail’i kurban et!” emri üç gün üst üste tekrarlanınca yanına İsmail’i ve bir de bıçak alarak şu an Mina denilen yere doğru gitti. Rabbi, oğlunun değil de kendi canını isteseydi bu daha kolaydı. Zaten geçmişte canını ortaya koymuştu da.
Hz. İbrahim’in aleyhisselam iki seçeneği vardı: ya kalbinin ağlayışına kulak verecek ve İsmail’i kurtaracak ya da Allah Teâlâ’nın emrine tâbi olup İsmail’i kurban edecekti. Birini seçmek zorundaydı. İçindeki İsmail sevgisi ve yaratıcısına olan itaati kavga ediyordu.
Allah Teâlâ, İsmail’i kurban etmesini emretti ki her şeyiyle Allah Teâlâ’nın iradesine teslim olsun ve böylece İsmail’i kurban etmek suretiyle İsmail’e Rabbinden daha fazla sevgi beslemesin. Çünkü “Bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir.” (Kur’an 8/28). Bu arada bu emrin yerine getirilmemesi için şeytan, nefis ve çevre bir taraftan Hz. İbrahim’i aleyhisselam diğer taraftan İsmail ile Hacer validemizi aldatmak, yanıltmak ve vazgeçirmek için büyük bir çaba harcıyordu. Ama tüm bu şer güçlerin gayreti İbrahim aleyhisselam, İsmail ve Hacer validemiz tarafından reddedildiği gibi, “Allah emretmişse onu hemen yapmalıdır.” tokadıyla şeytan, nefis ve çevre mağlup olmuş hak yerini bulmuştu.
İsmail babasının içinde bulunduğu durumu anlamış olacak ki babasına “Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.” (Kur’an 37/102) diyordu. İbrahim aleyhisselam kuvvetli iradesi ve güveniyle Rabbinin emrini yerini getirmek için kalktı, bıçağı aldı ve İsmail’i kurban etmek için yanına geldi. Sevdiği biricik oğluna bunu yapabilecek miydi? Allah’ın gerçek dostu, tüm benliğinden ayrılarak yalnızca O’na güvendi. “Bismillahi Allahu Ekber!” diyerek bıçağı İsmail’in boğazına dayadı ve sürtmeye başladı.
Hızlıca keserek işi bir an önce bitirmek istiyordu. Fakat bıçak kesmiyordu. İbrahim aleyhisselam kendi kendine konuşuyordu: “Ben onun babası değil miyim?” Tekrar kesmek için dokunduğunda bir seda geldi can kulağına: “Ey İbrahim, sen bu işi bırak. Muhakkak ki sen bu işi doğruladın (o rüyanın amacını yerine getirdin).” (Kur’an 37/104-105) Cebrail’in aleyhisselam nidasıyla kendine gelen Peygamber, getirilen koçu kesti ve ferahladı. Rabbine şükür ve hamd etti. Sonuçta İsmail’in kurban olmasının yolunun, kesilmek değil adanmak olduğu gösterilmiştir.
Senin İsmail’in kim? Yaratan’ının emrinin önüne geçen, ibadetleri yaptırmayan? Gençliğin mi, aşkın mı, sanatın mı, makamın, mevkiin mi? Araban, evin, paran mı? Arkadaşın mı? Ailen, bilgin, ismin, hayatın mı? Nedir kalbinde Allah Teâlâ’ya rakip olan sevgi? Cep telefonun, bilgisayarın, dizilerin, filmlerin, ayrılamadığın internetin mi? Kariyer hırsın mı? Herkese bir İsmail gerekmez mi? Ya da şöyle diyelim: herkesin bir İsmail’i olmalı, değil mi?
Kaynaklar
1 İbn Mâce, Edâhî, 3; Ahmed b. Hanbel, II, 368; bk. Sâffât, 37/ 107.
2 İbn Mâce, Edâhî, 3; Tirmizi, Edâhî, 1; Ahmed b. Hanbel, V, 239; Malik, Muvatta, Kurban, 24.
3 Buhârî, Îdeyn, 8, 10, Edahî,1; Müslim, Edâhî, 7; Nesâî, İdeyn, 8; Ahmed b. Hanbel, IV, 232, 303.
4 İbn Mâce, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 321.