Kur’an ve Sünnet

Kur’an ve Sünnet

Kur’an ve sünnet olmazsa olmazımız, hayatımız, mahşerdeki şahidimizdir. Allah, Kur’an’ı bize rehber kılıyor; yanlış yollara sapmayalım, doğruyu da Allah için yapalım diye. Kur’an insan için boş yere gelmemiştir. “Nefsimize tapınmayalım, heveslerimize uymayalım, hatalarımızı görmezden gelmeyelim.” diye bizi yalnız bırakmıyor. “Heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?” (Furkan, 43) diyor ayette. İşte bu ayet bize Kur’an’ın boştan yere gelmediğini açıklıyor. Kur’an’ı odanın en yüksek bölümüne koyup altına geçip rahmet beklemek cahillik olur. Kur’an her yerde ama yaşama hususunda pek de bir şey yok! Yani Kur’an ve sünneti okuyamamak ya da okuyup hayatına geçirmemek bir eksikliktir. Bu eksiklik bize mutsuzluk olarak geri döner.

İnsanlık tarihinde bir insan ne kadar Allah’a bağlıysa o kadar mutlu oluyor, insana o zaman bir mutluluk geliyor. Kur’an’ı arkasına atıp dünya işlerine dalanların çoğu ise mutsuz kalıyor. Mevlana’nın bir sözü var: “Dünya ve ahiret iki kuma gibidir. Birini ne kadar çok hoşnut edersen öbürünü o kadar çok kızdırırsın.” O zaman öyle bir iş yapmamız gerekiyor ki iki tarafı da kızdırmayalım. Yani dünyaya dalıp ahireti, ahirete dalıp dünyayı unutmayacağız. İkisini de dengede tutmamız gerekiyor.

Biz son ümmetiz. Bu son ümmetin iki kılavuzu var; Kur’an ve Sünnet. Özümüz, hayatımız, mutluluk kaynağımız Kur’an ve sünnet olacak. Bağlılığımız ise Abdullah b. Ömer’in, Efendimiz aleyhisselam’a olan bağlılığı gibi değerli olacak. Efendimiz aleyhisselam yolda yürürken O’nun izlerinin üzerinden gitmeye özen gösteriyor, O’nun dinlendiği gibi dinleniyor. Kısaca her halini takip ediyor. Bizler neden Abdullah b. Ömer’in gösterdiği değeri göstermeyelim? Efendimiz aleyhisselam ise her fırsatta ümmeti için yanıyor. Cehennemde bir ümmeti dahi kalmasın diye “Ümmetî, Ümmetî” diye koşuşturan bizim Efendimizdir. Ümmetin haline yanıp yüreği parçalanacak olan yine bizim Efendimizdir.

“Elbette Rabbin nimetini verecek, sende mutlu olacaksın.” (Duha, 5) ayeti geldiğinde çok seviniyor ve şöyle buyuruyor; “Ben de ümmetimden bir kişi kalmayıncaya kadar isteyeceğim.” İsteği “ümmetî, ümmetî” olmuştur. “Ümmetimi istiyorum Ya Rab!” demiştir. Şimdi herkes kendi kalbine şu soruları sorsun;

  • Peki, bizler bu nimetin farkında mıyız?
  • Kalbimizde dünya sevgisi mi var yoksa Kur’an ve Sünnet mi var?
  • Efendimiz aleyhisselam’ın mübarek sözleri hayatımızın neresinde?
  • Kur’an ve Sünneti ne kadar okuyor, ne kadar uyguluyoruz?
  • Kur’an ve Sünneti yaşama noktasında neredeyiz?

Bu sorular her ne kadar basit gibi görünse de bizim için hayati önem taşıyor. Çünkü Kur’an ve Sünnette bir kopukluk varsa eğer Efendimiz aleyhisselam bizden şikâyetçi olacak. “Ya Rabbi, benim kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş bir halde bıraktılar.” (Furkan, 30) Bizim için ciğeri yanan Efendimiz aleyhisselam bizi Kur’an’a bağlı olmayışımız yüzünden, okumayıp bir köşeye atmamız yüzünden bizi böyle şikâyet edecek. Çünkü biz O’nun emanetlerine sahip çıkamadık. Sahip çıkmayı evimizde bulunması olarak algıladık. Oysa sahip çıkmak demek, hayatına geçirmek demekti. Peki, hayatımıza geçiriyor muyuz? Gerçekten sahip çıkabiliyor muyuz? Sahip çıkmamız ne anlamda sahip çıkmak?

Her gün namazda onlarca Fatiha’nın ne dediğinden habersizsek, Kur’an bize kırılmaz mı? Kur’an şefaatçidir. O zaman şefaat beklenilebilir mi? Biz şefaat edecek diye hayatımıza devam ederken o gün geldiğinde Kur’an hadi şikâyet edecek olursa? “Şüphe yok ki o Kur’an senin için de ümmetin için de öğüttür. İleride hepiniz, ona uyup uymadığınızdan sorulacaksınız.” (Zuhruf, 44) Rabbimiz bizi kendine muhatap kabul ediyor ve eğer Kur’an’a önem vermezsek hesaba çekileceğimizi de bizlere haber veriyor. Kur’an’ı okumayı kendisiyle konuşmak olarak kabul ediyor. Okudukça Rabbimiz ile konuşuyoruz. Okudukça Rabbimizle dertleşiyor, O’na yalvarıyoruz. İşte hepsi Rabbimizin rahmetinin eseri. “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” buyuruyor. Bizler ise rahmete güvenip, sonuçta Müslümanım deyip, Kur’an ve Sünneti hayatımıza koyamıyoruz. Bizim nasıl yaşayacağımızı anlatan Rabbimizle konuşmaya vakit bulamıyoruz. Bir de bize Kur’an’ı anlatan bir peygamber gönderdi ki, yanlışa düşen olduğunda kaldırsın diye. Ne kadar hata yaparsak yapalım gideceğimiz tek kapı yine Rabbimizin kapısıdır. Hata yaptığımızda “Ya Afüvv” deyip eskisi kadar samimi olabiliriz Rabbimizle. Çünkü rahmeti, bağışlaması boldur. Affedendir, pişmanlığımızı görendir, kapısına neden gittiğimizi anlayan, bilendir.

Eğer böyle bir Rabbe karşı gelir, isyan edersek kendimize kötülük etmiş olacağız. Hz. Osman’ın bir sözü var; “Eğer kalpleriniz temiz olsaydı Kur’an okumaya doyamazdınız.” Kur’an okumaya doyamayan insan, Rahmeti bol olan Rabbine karşı gelir mi? Kendimize kötülük etmek istemiyorsak; nefsimizle hesaplaşıp, Kur’an’a göre yaşayacağız. “Pişmanlığın en kötüsü kıyamet gününde olanıdır.” diye buyuruyorsa Efendimiz aleyhisselam bizim de kıyamet günü gelmeden hakkıyla yaşamamız gerekiyor. O gün gelmeden; her anımızı Kur’an ile yaşamalı, Kur’an’ı hayatımızdan eksik etmemeliyiz. Hayatımızı Kur’an’a vermezsek Kur’an’dan bir hayat alamayız. Kur’an ve Sünneti unutursak kaybedenlerden oluruz.

Rabbim bizleri Kur’an ve Sünnet ile amel edenlerden eylesin. Amin.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.