KUR’AN İKLİMİ- Doğru Tevekkül Anlayışı

Yüce Allah, Âl-I İmrân sûresi 122. âyetinde;وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” buyurmak suretiyle kendisine güvenip tevekkül etmemizi istemektedir. Ayrıca وَعَلَى اللَّهِ فَتَوَكَّلُوا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ“Şayet inanıyorsanız Allah’a tevekkül ediniz.” [1]buyurmak suretiyle tevekkülün Allah’a inancın gereği olduğunu beyan etmektedir.
Birçok değerin ve kıymet hükmünün alt üst olduğu, ilahî vahyin ışığından uzaklaştığımız günümüzde birçok İslâmî kavram anlam kaymasına maruz kalmıştır. Nitekim günümüzde anlam kaymasına maruz kalan kavramlardan biri de tevekkül kavramıdır. İslâmî kavramlar yanlış anlaşılınca İslâm’ın mesajı da yanlış anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İslâmî kavramların vahiy ışığında yeniden ele alınıp değerlendirilmesi ve doğru anlaşılması gerekir.
Tevekkül kavramı Arapça “vkl” kökünden “tefa’ul” kalıbına aktarılarak türetilen bir mastardır. Sözlükte; “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme, birine işini havale etme ve ona güvenme” gibi anlamlara gelmektedir.[2]
Terim olarak ise, “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve bütün işlerinde Allah’ı vekil tutup sadece ona güvenmesi” demektir.[3] Allah’a tevekkül eden kişiye mütevekkil, kendisine güvenilene de vekil denilmektedir. Nitekim Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen sıfatlarından biri de “vekil” sıfatıdır.
Hakiki müminlerin en önemli vasıflarından biri de Allah’a tevekkül etmeleri ve mütevekkil olmalarıdır.[4] Allah Teâlâ kendisine güvenen, dayanan ve tevekkül eden kullarını çok sevmektedir.[5] Kur’ân’da “Eğer gerçek manada inanıyorsanız Allah’a tevekkül ediniz.”[6] buyrularak, insanlar Allah’a tevekküle davet edilmektedir.[7]Ayrıca Allah’a tevekkül eden insanlar övülmekte ve Allah’ın kendisine tevekkül eden kullara kâfi olduğu belirtilmektedir.[8]
İnsanlara örnek ve rehber olarak gönderilen bütün peygamberler Allah’a güvenip dayanarak tevekkül etmişlerdir. Nitekim onlar, hayatları boyunca çalışıp çabalamışlar, kendi ellerinin emeğiyle ve alın teriyle rızıklarını temin etmişlerdir. Bu konuda insanlara örnek model olmuşlardır. Mesela ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem, buğday ekip biçerek öğütüp hamur yapıp pişirmiş ve yemiştir. İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nuh (a.s) ise marangozluk yapmıştır. Hz. Davud (a.s) demircilik, Hz. Süleyman (a.s) sepetçilik yaparak rızıklarını kendi el emekleriyle kazanmışlardır. Hz. İdris (a.s) terzilik, Hz. Musa (a.s) çobanlık yapmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) ise ticaret yaparak rızkını temin etmiştir.[9]
Bütün Peygamberler çalışıp alın teri dökerek kendi el emekleriyle rızıklarını temin etmişlerdir. Onlar ne insanlara muhtaç olmuşlar ne de yük olmuşlardır. Böyle davranmak suretiyle insanlara güzel örnek olmuşlardır.
İslâm peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) de hayatı boyunca daima Allah’a tevekkül etmiş ve ashabına Allah’a tevekkül etmeyi tavsiye etmiştir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde; “Eğer siz gereği gibi Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp (akşam) doymuş olarak yuvasına dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.”[10] buyurmaktadır.
Günümüzde kader gibi tevekkül de yanlış anlaşılmaya başlanmıştır. Zira bugün bazı Müslümanlar tarafından tevekkül, “Allah’ın dediği olur” diyerek her şeyi Allah’a bırakmak, çalışmayı ve sebeplere tevessül etmeyi terk etmek olarak değerlendirilmektedir ki, bu yanlış bir anlayıştır.[11]
Gerçek tevekkül, bütün maddî ve manevî sebeplere tevessül edip çalışıp çabaladıktan ve gerekli tedbirleri aldıktan sonra Allah’a güvenip dayanmak ve sonucu Allah’a bırakmaktır. Şu husus asla unutulmamalıdır ki, Allah, bu dünyada her şeyi bir sebebe bağlı kılmıştır. Yani sebeplere tevessül etmeden, çalışıp çabalamadan, gerekli tedbirleri almadan bir sonuca varmak ve bir şeyi elde etmek mümkün değildir. Nitekim yüce Allah, “Gerçekten insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Sonuçta insan, kendi kazandığının karşılığını görecektir. Sonra da çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”[12] buyurmak suretiyle çalışmaya teşvik etmektedir.
Bir gün bir bedevi Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek; “Ey Allah’ın Resulü! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sorduğu zaman Allah Resulü ona “önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et.”[13] diye tavsiyede bulunmuştur.
Tevekkül ve iman arasında çok sıkı bir bağ vardır. Çünkü tevekkül, Allah’a imanın bir sonucudur. Allah’ın varlığına, birliğine ve O’nun ilim ve kudretinin sınırsız olduğuna inanan bir mümin, sadece Allah’a güvenerek, ona tevekkül eder. Zira kesin olarak bilir ki, yaratıcı, yarattığı varlıkların rızkını vermeyi de taahhüt etmiştir. Allah verdiği sözden asla dönmez. Ancak kul, üzerine düşeni yapmalı, çalışıp çabalamalı, gerekli tedbirleri aldıktan sonra Allah’a güvenmeli, dayanmalı ve tevekkül etmelidir. Sebeplere tevessül etmeden, çalışıp çabalamadan Allah’tan rızık beklemek doğru değildir.
Nitekim çalışıp çabalamadan sadece Allah’a tevekkül edip rızık bekleyen insanlarla karşılaşan Hz. Ömer, onlara: “Sizler kimsiniz?” diye sorduğunda onlar: “Bizler Allah’a tevekkül eden insanlarız.” demişler, Hz. Ömer onlara: “Hayır sizler müteekkil/hazır yiyicilersiniz. (Gerçek anlamda) tevekkül eden, tohumunu yere atıp (sonra) Allah’a tevekkül edendir.”[14] demek suretiyle hakiki tevekkülün ne olduğunu güzel bir şekilde açıklamıştır.
İslâm dininde tevekkül, çalışmaya, araştırmaya ve ilerlemeye engel değildir. Maalesef son asırlarda Müslümanlar tevekkülü yanlış anlayarak çalışmayı, araştırmayı terk etmişlerdir. Bu sebeple de ilimde ve teknikte geri kalmışlardır.
Nasıl tarlasını zamanında sürmeyen, tohum atmayan ve gübrelemeyen bir çiftçi hasat zamanında tarladan hiçbir ürün alamazsa; çalışıp çabalamadan, gereken sebeplere tevessül etmeden bir şeyi elde etmek de mümkün değildir. Yani insanın çalışmadan, çabalamadan başarıya ulaşması mümkün değildir. İslâm dininde tembel tembel yatıp “Allah’ın dediği olur” diyerek her şeyi Allah’tan beklemek şeklinde bir tevekkül anlayışı yoktur. Böyle bir tevekkül anlayışı ne Kur’ân-ı Kerîm’de ne de Sünnette vardır. Nitekim merhum milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy şu dizelerinde doğru tevekkül anlayışını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”[15]
M. Akif Ersoy, bu dizeleriyle Müslümanları önce imana, çalışmaya ve araştırmaya davet etmekte daha sonra Allah’a tevekkül etmeye çağırmaktadır.
Akif, günümüz Müslümanlarının yanlış tevekkül anlayışını da şu dizelerinde çok güzel bir şekilde ifade etmektedir:
“Allah’a dayandım diye sen çıkma yataktan…
Manayı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nereden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıtada, yer yer, kanayan izleri şâhid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Âlemde ‘tevekkül’ demek olsaydı ‘atâlet’;
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş’al-i tevhidi sönerdi;
Kur’ân duramaz, nezd-i ilâhiye dönerdi.”[16]
“Tevekkül olmasa kalmaz fazîletin nâmı…
Getir hayaline bir kere sadr-ı İslâm’ı
Hicaz, Çin’i düşün nerde? Nerededir Piene!
Nedir bu harikanın sırrı? Hep tevekküldür
Ki itimad-ı zaferden gelen tahammüldür.
Tevekkül olmaya görsün yürekte azme refik
Durur mu şevkine pervâne olmadan tevfik?
Cenab-ı Hakk’a tevekkül edip yol almaya bak
Demek ki azme sarılmak gerek mebâdide.
Yanında bir de tevekkül, o azmi te’yide”[17]
İnsan çalışıp çabaladıktan ve üzerine düşen görevi yerine getirdikten sonra İbrahim Hakkı hazretleri gibi Allah’a tam teslim olarak tevekkül etmesi ne kadar güzeldir:
“Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif ânı seyreyler
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sen Hakk’a tevekkül kıl,
Tefviz et ve rahat bul,
Sabreyle ve razı ol.
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”[18]
* NEVÜ İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri bölüm başkanı. msoysaldi@gmail.com
[1] Mâide 5/23.
[2] İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arabi’l-Muhit, Dâru Lisani’l-Arab, Beyrut, ts.,vkl mad.
[3] İsfahânî, Rağıb, Müfredâtu El fâzı’l-Kur’ân, Dâru’l-kalem, Dimeşk, 1992, “vkl” md.; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, “vkl” md.; Zebidî, Tâcu’l-Arûs, “vkl” md.; Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulumi’d-Dîn, Dâru ihyai’l-kütübi’l-Arabiyye, Kahire, ts., 4/259; Çağrıcı, Mustafa, “tevekkül”, Diyanet İslam Ans., İst., 2012, 41/1.
[4] Enfâl 8/2; Ankebût 29/59.
[5] Âl-i İmrân 3/159; Mâide 5/11.
[6] Âl-i İmrân 3/122; Mâide 5/23; Tevbe 9/51; İbrahîm 14/11; Mücadele 58/10; Teğabûn 64/13.
[7] Âl-i İmrân 3/160; Yûnus 10/84; Yûsuf 12/67: İbrahîm 14/12; Zümer 39/38.
[8] Talak 65/3.
[9] Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay., İstanbul, ts., 14/312.
[10] Tirmizî, Zühd, 33; İbn Mâce, Zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1: 30, 52.
[11] Râzî, Fahru’d-Din, Mefatihu’l-Gayb, Bulak, 1289, 111, 122; Yazır, Elmalılı, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İst.,ts., 7/5063, 5064.
[12] Necm 53/39-41.
[13] Tirmizî, Kıyâme, 60.
[14] İbn Receb, Ebu’l-Ferec Zeynüddin Abdurrahman b. Ahmed el-Hanbelî, Câmiu’l-ulûm ve’l-hikem fi şerhi hamsine hadisen mincevâmii’l-kelim, thk. Mahir Yasin el-Fahl, Dâru İbn Kesir, 2. baskı, Dımeşk, 1432-2008, 1/441.
[15] Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1992, 8/390.
[16] Ersoy, Safahat, 469-470.
[17] Ersoy, Safahat, 218-219.
[18] Erzurûmî, İbrahim Hakkı, Marifetname, Elif Ofset, 7.baskı, İst., 1980, 1/149.