KUR’AN İKLİMİ- Anne Baba Hakkı

Yüce Allah, Ahkaf sûresi 15. âyette şöyle buyurmaktadır:
وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Biz insana, anne-babasına iyi ve güzel davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince “Ya Rabbî!” der. “Gerek bana, gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine karşı şükür yoluna beni sevk et. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasip eyle! Rabbim! Ben günahlarımdan tövbe edip sana yöneldim. Ben sana teslim olanlardanım.”[1]
Bu âyette Yüce Allah, insana anne babasına iyi ve güzel davranmasını tavsiye ettiğini belirtmektedir. Allah Teâlâ’dan tavsiye, “önem verip emretmek” anlamındadır.[2] Dolayısıyla insan, dünyaya gelmesine, büyüyüp yetişmesine ve topluma yararlı bir fert olmasına yardımcı olan anne babasına iyilik ve ihsanda bulunmak zorundadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de anne babaya itaat ve iyi davranmayı emreden 7 sûrede 7 farklı âyet mevcuttur.[3] Bu âyetlerde Yüce Allah, anne babaya itaat etmeyi, onlara iyi ve güzel davranmayı emretmektedir. Nitekim bu âyetlerden Nisâ sûresi 36. âyette ve İsrâ sûresi 23. âyette anne babaya itaat, Allah’a itaatten hemen sonra ikinci sırada zikredilmiştir. Bu da anne baba hakkının önemini göstermektedir. Zira Allah Teâlâ, insanı yoktan var etmiş ve insana sayısız nimetler bahşetmiştir.[4] Dolayısıyla insan, önce yaratıcısına itaat etmeli, ona hakkıyla kulluk etmeli ve verdiği nimetlere de şükretmelidir. Daha sonra da anne babasına itaat etmeli, onlara iyi ve güzel davranmalıdır. Çünkü anne baba, insanın dünyaya gelmesine vesile olmuşlardır.[5] Ayrıca anne baba, insanın büyüyüp yetişmesinde büyük çaba ve gayret sarf etmektedir.
Özellikle anne, çocuğunu karnında dokuz ay taşımakta, bu süre içerisinde çeşitli sıkıntılar çekmektedir. Bin bir zorluk ve sıkıntı içerisinde çocuğunu doğumla dünyaya getirdikten sonra iki yıl yavrusunu sütüyle emzirmekte[6] ve büyütmektedir. Bu süre içerisinde nice sıkıntılara katlanmakta, yeri geldiğinde uykusuz gecelemekte, kendi yemesine içmesine dahi dikkat etmektedir. Çünkü yediği içtiği, yavrusuna gıda olmaktadır. Yavrusuna dokunacak bir gıda varsa, kendisinin hoşuna gitse bile, onu yemekten sakınmaktadır. Annenin evladına yaptığı fedakârlıklar saymakla bitmez. İşte bu hakikatleri Yüce Allah mu’ciz bir tarzda şöyle ifade etmektedir: “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.”[7]
Anne; fedakârlık, cömertlik, karşılık beklemeden vermenin ve sevginin sembolüdür. Anne karşılık beklemeden hep verir. Bu sebeple ilahî rahmete benzetilmektedir. Dolayısıyla anne, sevgi, saygı ve hürmete en layık olan yüce bir varlıktır.
Sahabe-i Kirâm’dan Cahime adlı bir şahıs, Allah yolunda cihat etmek istediğini Hz. Peygamber’e bildirerek ondan izin istediği zaman, Hz. Peygamber ona “Annen yaşıyor mu?” diye sormuş, o da “yaşıyor” diye cevap verince Hz. Peygamber “Git annene hizmet et, onun yanından ayrılma. Çünkü cennet onun ayakları altındadır.”[8] buyurmuştur.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz, “Cennet, annelerin ayağı altındadır.”[9] buyurmak suretiyle Allah rızasını kazanmanın ve cennete girmenin en kestirme yolunun anneye itaat ve hizmetten geçtiğini belirtmiştir.
Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre bir gün bir sahabi gelerek Hz. Peygamber’e “İnsanlar içerisinde benim iyi ve güzel davranmama en layık olan kimdir?” diye sorar. Hz. Peygamber aleyhisselam “Annendir.” buyurmuştur. Adam “Peki, daha sonra kimdir?” diye sorduğunda Hz. Peygamber yine “Annendir” diye cevap verir. Üçüncü kez tekrar sorduğunda, Hz. Peygamber aleyhisselam yine: “Annendir” diye cevap vermiştir. Dördüncü kez, “Peki daha sonra kimdir?” diye sorduğu zaman, Hz. Peygamber aleyhisselam, “Babandır” diye cevap vermiştir.[10]
Hz. Peygamber’in o sahabiye üç defa annesine iyiliği emretmesini emrettikten sonra dördüncü defada babaya iyiliği emretmesi, anne hakkının baba hakkından üç kat fazla olduğunu göstermektedir. Zira anne, çocuğunu dokuz ay nice sıkıntılar çekmek suretiyle karnında taşımış, meşakkatlerle yavrusunu dünyaya getirmiş, iki yıl onu sütüyle beslemiş ve büyütmüştür.
Burada anne hakkı ile ilgili Asr-ı Saadette yaşanmış enteresan bir olayı nakletmek istiyorum. Hz. Peygamber zamanında Alkame adında bir genç vardı. Hep tâat üzere olup, yaz-kış oruç tutar, geceleri sabaha kadar ibadet ederdi. Bir gün fenalık geçirdi. Dili tutuldu. Rasûlullah’a haber verdiler. O da Hz. Ali ve Ammâr b. Yâsir hazretlerini Alkame’ye gönderdi. Onlar Alkame’ye kelime-i şehâdeti söyletmek için çalıştılarsa da bir türlü dili dönmüyordu. Hz. Ali, Bilâl-i Habeşi’yi Rasûlullah Efendimize gönderip durumu bildirdi. Rasûlullah Efendimiz “Alkame’nin anası, babası var mı?” diye sorduğunda “Yaşlı bir anası var.” dediler. Hz. Peygamber aleyhisselam “Annesini buraya getirin.” buyurdu. Gittiler ve yaşlı annesini getirdiler. Hz. Peygamber, “Alkame’ye ne oldu, anlat! Seninle geçinmesi nasıldır?” buyurdu. Annesi şöyle anlattı: “Yâ Rasûlullah! Alkame çok iyidir, zahiddir, hep ibadet ve taat üzeredir. Ama ben ondan razı değilim. Çünkü o, hanımının rızasını benim rızamdan önde tutmaktadır.”
Peygamber Efendimiz aleyhisselam Alkame’nin annesine: “Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helâl et de dili açılsın.” buyurdu. Annesi “Ey Allah’ın Resulü! O benim hakkıma çok riayetsizlik etti. Hakkımı helâl etmem.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber aleyhisselam, “Ey Bilâl! ashâbı topla. Etraftan odun toplasınlar, Alkame’yi yakacağız. Çünkü annesi ondan razı değildir.” buyurdu. Annesi: “Yâ Rasûlullah! Benim oğlumu, benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?” dedi. Rasûlullah Efendimiz, “Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan razı olmadıkça, onun hiçbir taati makbul değildir.” buyurdu. Kadın feryat ederek, “Yâ Rasûlullah. Ben ondan razı oldum. Hakkımı ona helâl ettim.” dedi ve eve gitti. Eve gidince Alkame’nin sesini duydu. Kelime-i şehâdet söylüyordu. Dili açılıp aynı gün vefat etti. Peygamber Efendimiz, cenaze namazını kıldırdı ve Alkame’yi defnettiler. Hz. Peygamber aleyhisselam, “Ey asbabım, ey Muhacir ve Ensar! Hanımını annesinden üstün tutana, Allah Teâlâ ve melekler lanet ederler. Onun farz ve nafile ibadetleri kabul edilmez.” buyurdu.[11]
Evlat, anne babasının kalbini kıracak, gönlünü incitecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır. Nitekim Yüce Allah, İsrâ sûresi 23. âyette; “Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara öf bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” buyurmaktadır. Yüce Allah bu konuya o derece önem vermiştir ki anne babaya nasıl dua edileceğini de âyette bizlere öğretmektedir: “Onları esirgeyerek, alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse şimdi de sen onlara (öyle) rahmet eyle!’ diyerek dua et.”[12]
Peygamberlerin her konuda olduğu gibi bu konuda da insanlara güzel örnek olduklarını görmekteyiz. Nitekim Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsa ve Hz. Muhammed, daima anne babalarına dua etmişlerdir.[13] Biz Müslümanlar da Hz. İbrahim’in anne babasına duasını her namazda teşehhütten sonra tekrar ederek “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!”[14] diyerek ebeveynlerimize ve bütün müminlere dua etmekteyiz.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Peki, anne babaya itaatin bir sınırı var mıdır? Yani anne babaya mutlak olarak her konuda itaat edilmesi mi gerekir? Anne baba, çocuğuna Allah’a isyan konusunda bir emir verirse o konuda onların emrine uyulmaz. Nitekim bu hususta Yüce Allah, “Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme.”[15] buyurmuştur.
Nitekim Allah Resulü bunu şu sözüyle kaideleştirmiştir: “Allah’a isyan konusunda yaratılana itaat yoktur.”[16] İtaat ancak meşru olan, Allah ve Resulünün emrine uygun olan hususlarda olur. “Anne babanın meşru ve makul olan istekleri yerine getirilmeli ve onlarla iyi geçinilmelidir. Şu husus asla göz ardı edilmemelidir; Allah’ın rızası, anne babanın rızasına bağlıdır. Bir insan Allah’ın sevgisine ve rızasına nail olmak ve cennete girmek istiyorsa önce anne-babasına iyi ve güzel davranarak onları razı etmelidir.”[17]
Netice olarak diyebiliriz ki, insanın üzerinde anne babasının çok büyük hakkı vardır. Anne baba hakkı asla ödenemez. İslâm dininde imandan sonra en önemli şey, önce Allah’a itaat etmek, daha sonra da anne babaya itaat etmektir. Anne-baba, evladına, Allah’a şirk koşma veya günah olan bir şeyi yapmasını emretmediği sürece onların meşru emirlerine itaat etmek ve onlarla iyi geçinmek gerekir.
Allah’ın rızası, anne babanın rızasına bağlıdır. Allah’ın rızasını kazanıp cennete girmek isteyen, önce anne babasını razı etmelidir. Çünkü cennet, annelerin ayağı altındadır. Artık dileyen anne babasına iyi ve güzel davranarak Rabbinin rızasına erip cennete girsin. Dileyen de onları inciterek Allah’ın gazabına duçar olsun…
Ne mutlu, anne-babasını layıkıyla sevip de onlara iyi ve güzel davranıp hayır dualarını alarak dünya ve ahiret mutluluğuna erebilenlere.
* NEVÜ İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri bölüm başkanı, msoysaldi@gmail.com
[1] Ahkaf, 46/15.
[2] Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsiru’l-münîr, 26/30.
[3] Bakara 2/83; Nisa 4/36; En’âm 6/151; İsra 17/23; Ankebut 29/8; Lokman 31/14-15; Ahkaf 46/15.
[4] İbrahim, 14/34.
[5] Soysaldı, Mehmet, Hayatımıza Yön Veren Âyetlerin Tefsiri, İstanbul: Beka Yayıncılık, 2020, 154.
[6] Bakara 2/233.
[7] Lokman 31/14.
[8] İbn Mâce, “Cihad”, 12; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 1/335; en-Nebhânî, el-Fethu’l-Kebir, 1/540.
[9] Müslim, “Birr”, 1.
[10] Buhârî, “Edep”, 2; Müslim, “Birr”, 1; Tirmizî, “Birr”, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/3, 5.
[11] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Beyrut: 1967, 8/148.
[12] İsra 17/24.
[13] Bk., İbrahim 14/41; İsra 17/24; Meryem 19/14, 32; Nuh 71/28.
[14] İbrahim 14/41.
[15] Lokman 31/15; Ankebut 29/8.
[16] Buhârî, “Âhâd”, 1; Müslim, “İmâre”, 39-40; Ebû Davud, “Cihad”, 87; Nesaî, “Bey’at”, 34; İbn Mâce, “Cihad”, 40; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/94, 400, 4/426, 427, 432, 436; 5/66, 67, 70, 325, 329.
[17] Soysaldı, Hayatımıza Yön Veren Âyetlerin Tefsiri, 156.