Kul Hakları Nizamı

Bazen karınca ezen bir çocuğa, bazen vergi kaçıranlara, bazen zimmet faillerine, bazen de kediye tekme atan birine karşı kul hakkına girdiğinin hatırlatıldığına şahit olmuşsunuzdur. Üstelik sık sık haberlerde ve sosyal medya yorumlarında bahsi geçer. Hatta Müslümana benziyorsanız zaman zaman oy çaldığı iddia edilenlerle, çocuk istismarcılarıyla, Uygur Türklerine yapılan zulme sessiz kalanlarla aynı kefeye konup suçlanırken “bu da kul hakkı değil mi?” gibi ithamlarla karşı karşıya kalabilirsiniz. Eminim ki çoğu kişi kul hakkının ne olduğunu bilmiyor. Tartışmayı sığlaştırmak ve demagoji yapmak niyetinde değilim hatta tartışmayı bu popülist kısımdan soyutlamayı çok isterim. Ancak böylesi önemli bir kavramın içinin boşaltılmasına yüreğim el vermediğinden günlük hayatta bize nasıl bir çağrışım yaptığına dikkatinizi celbetmeyi amaçladım. Peki, kul hakkı nedir ve ne değildir?
Kul kelimesi Orhun Yazıtlarında dahi geçen oldukça eski bir kelimedir. Arapçadaki karşılığı abd’dır. Divan-ü Lügat-it-Türk’te kul kelimesine Osmanlı kullanışıyla da paralel olarak “tâbi, hizmetkâr, sadık” anlamları verilmiştir. Diğer sözlüklere bakıldığında “esir, köle” manalarının verildiğini göreceksiniz. Özellikle Fatih Sultan Mehmet devrinden sonra “tebaa” anlamında da kullanılmıştır. Hak kelimesine ise sözlükte; “yasaya, hakikate veya bilgeliğe uygun olma, doğruluk, hakikat, yasallık” manaları verilse de konuyu hukuk bağlamında ele alacağımızdan en temel tanımında “hukuken korunan ve sahibine bu korumadan yararlanma yetkisi veren menfaattir.” İkisi beraber okunduğunda tanım olarak kul hakkı Allah’ın kullarının sahip olduğu hak ve borçların tümüdür. Şimdi biraz daha detaylandıralım.
Allah Teâlâ ezeli ve ebedidir. O’nun dışındaki her şey yaratılmıştır. Dolayısıyla tüm mahlûkat O’nun kuludur. İnsanı mahlûkatın kalanından ayıran şey emaneti yüklenme teklifini kabul etmesi sebebiyle cüzi irade yüklenip imtihana tabi tutulmasıdır. Oysaki emanet başka mahlûklara da teklif edilmişti: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. “(Ahzab, 76) Ayette geçen gök, yer ve dağların insan ile eşit olduğu bir husus var, kulluk. Kulluk statüsünden çıkmak, vazgeçmek veya kulluktan düşmek mümkün değildir. Dolayısıyla kul hakkı vazgeçilemez, feragat edilemez bir haktır. Bu hakka sahip olmanın din mensubiyetiyle alakası yoktur. Her şey varlık âlemine kul haklarına sahip olarak çıkar. Yukarıdaki hak tanımından yola çıkarak söylersek din gününde kurulacak olan mizanın bir kefesine haklar diğer kefesine ise borçlar konacaktır. Zerre miktarını dahi hesaba katacak kadar hassas şekilde, öyle ya da böyle ilişkimizin olduğu her türlü varlık/kul, imtihan edilmiş insana hakkını verecek ve borcunu tahsil edecektir. O halde kul hakkı insanın tüm mahlûkat ile olan ilişkilerini düzenler ve bu sebeple doğrudan hukuk ile alakalıdır. Zira hukukun tanımı şöyledir; yetkili organlar tarafından toplumsal ilişkileri düzenlemek amacıyla konulan, maddi yaptırıma bağlanmış ve uyulması zorunlu olan kuralların oluşturduğu sistemdir. Bu sebeple kul hakkını hukuktan ayrı düşünmek imkânsızdır.
Bir hayvan, bir bitki, bir maden yahut su, elektrik gibi kaynaklar Allah katında insan ile kul olarak eşit oldukları için, Kuran-ı Kerim’de zalim ve cahil olarak tanımlanan insana birtakım kurallar koyarak bizlere bir sınır bildirmiştir. Çok ilginçtir ki kul hakkının affının olmadığı söylenir. Efendimiz bir hadisinde “…Allah’ın göz ardı etmeyeceği zulüm, kulların birbirlerine karşı yaptıkları zulümdür ki, haklarını birbirlerine ödetmedikçe onu terk etmeyecektir.” (el-Camiu’s-Sağir, 94) buyurmaktadır. Böylece kul hakkı nizamında insanların helalleşmesi önemsenmekte ve insana araç ve işaret olarak sunulan diğer varlıkların da sömürülmesi, amaç haline getirilmesi, merhametten uzak tavırlara maruz kalması önlenmektedir.
Kul hakkı hassasiyetinde insan ilişkilerinin sonucu huzur ve adalettir. Zira kul hakkı bilincindeki insanlar her yasal hakkın helal olmadığını bilirler. Helalleşmenin daha önemli olduğunu bilen insanlar, hâkim veya savcı önündeki davalarda haklı çıkmanın adaletin tek ölçüsü olmadığını bilirler. Böylelikle bugünkü mahkemelerin önemli iş yükü haline gelen komşuluk ve mülkiyet ilişkilerine ilişkin davalar zulüm için kullanılamaz. Sürüncemede bırakılan davalar ile yapılan haksızlıklar engellenebilir. Senet, icra kurnazlıkları ile borç ödemeyerek mağdur edilen sermayedarlar kadar borç batağının kaygan zemininde bir anda dibi bulan ve herkesten tekme yiyerek kenara itilen borçlular da korunabilir.
Öte yandan kul hakkı nizamında insan ile diğer varlıklar arasında öngörülen ilişkide sömürülebilir bir alan bulunmamaktadır. Efendimizin bu konuda çok çeşitli hadisleri bulunmaktadır: koyunu yüzünden dağlamamak, durgun suyu pisletmemek, binek hayvanların dinlenme hakkı, sokak hayvanlarının su hakkı, etinden faydalanacak hayvanların kesim usulü. Efendimiz böylece dilsiz kulların da hakkını teslim etmenin Müslümanın başlınca görevi olduğunu hatırlatmaktadır. İslam’ın hâkim olduğu bir dünyada ormanların çılgınca tahrip edilmesi mümkün değildir. Akarsuların diğer hayvanların istifade edemeyeceği hale getirilmesi mümkün değildir. Maden ve zenginlikler için orada yaşayan zevatın zehirlenmesi, havanın solunamaz derecede kirletilmesi mümkün değildir. Kısa yoldan zengin olmak için milyonların hakkı bulunan servetlere el uzatmak yahut milyonların hakkı bulunan servetini gizli kasalarda tutmak mümkün değildir. Böyle olunca mazlum coğrafyalarda her türlü katliam ve sömürüyü yaparken kamu vicdanını kanalize etmek için medya aracılığıyla iklim değişikliği veya sokak hayvanları sorununu gündem yapamayacaklardır. Bir yandan sömürmek için zayıf bıraktıkları, tarihi geçmiş ürünlerini ve ideolojilerini pazarladıkları; öte yandan yardımsever kitlenin parasını da elde tutmak için bilinçli şekilde etkisizce yapılan yardım gösterilerinin mekânı haline getirdikleri Afrika ile bizleri kandıramayacaklardır.
Unutulmamalıdır ki kul hakkı ana haber bülteni spikerlerinin nutkuna, sosyal medya vicdanına bırakılamayacak kadar önemli bir kavramdır. Kul hakkı; kullarda bilinç, hukukta ve toplumda bir nizamdır. Kul hakkı nizamı, mahkeme ilamının ardında helalleşen taraflar öngörmektedir. Hakikati ıslak imzalı senetlerin sert kelepçelerine değil, yumuşak ve gümbür gümbür vicdanlara dercetmektedir. Kul hakkı nizamı, ceplerimizde ve gönüllerimizde sömürülebilir bir alan bırakmaksızın gerçek mazlumu, gerçek gündemlerle, sahici çözümlere götürmektedir. Kul hakkı nizamı, kendini, demirden ve baruttan malul kıskacına alabildiği her şeyin efendisi gören günümüz insanına; mahlukat ile kul olma noktasında eşitliğini hatırlatarak merhamet ve adalet temelli, neticesi huzur ve selamet olan bir yaşam öngörmektedir. Bu sebeple bizlere düşen görev kul haklarını hukuk kitaplarına, anayasa ve kanunlara mayalamak, yarınların ideal mevzuatında ona yer bulmaktır. Gelişen Türk sanayisine diğer sessiz kulların haklarını hatırlatmak, operatörlerine bu bilinci kazandırmaktır. Uluslararası düzlemde çıkarı için her türlü dalavereyi çevirenlere, kulların aşılmaz hakları olduğunu dayatmak ve onlara bu haklara saygı göstermeye zorlamaktır. Görüldüğü üzere biz İslam’ın mükemmel nizamına inananların işi çoktur. Kul hakkı kavramının hatta İslam’ın ahiret hesabıyla insanları dünyada pasifize ettiği, adaleti ertelediği eleştirilerinin aksine hesabı ahirete bırakanlar için dünyada yapılacak çok iş var.
Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.