Kızgın Topraklara Serin Serin Yağmak

Kızgın Topraklara Serin Serin Yağmak

İbrahim, İsmail ile beraber Kabe’nin temellerini yükseltirken şöyle yalvardılar:

Rabbimiz!…(Bizim neslimizden gelen “önder topluluklar”) arasından kendilerine

Senin mesajını okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek ve onları arındıracak bir

rasul gönder. Çünkü yalnız sensin her işinde mükemmel olan. Her işinde tam isabet kaydeden. (Bakara suresi, 127-128-129)

Ömrümüz ardı ardına verdiğimiz kararlar ve bu kararların uygulanmasıyla sürüp gidiyor. Kararın öncesinde düşünce vardır. “Düşünce, aklımızın bilinenle bilinmeyen arasındaki hareketinden ibarettir.” Alınan kararlar isabetliyse hayatımız güzelleşip sanat eseri haline gelir, değilse şöyle-böyle olur. Kararlarımızın isabetli olabilmesi için düşünürken sağlam bilgiler kullanmamız lazımdır. Yanlış bilgilerle doğru kararlara varılmaz. Doğru kararlara varılmayınca güzel bir yaşantı husüle gelmez. İşte burada talim-terbiyenin, tebliğin önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Talim-terbiye örgün; tebliğ, yaygın eğitimdir. Tebliğe muhatab olmak insanın ihtiyacıdır. Tebliğ doğrudan olduğu gibi dolaylı da olabilir. Belki dolaylı olması daha uygundur. “Eğlendirirken eğitmek” dedikleri usul. İzzet-i nefis rencide edilmemiş olur. Sanat eserlerini izlerken, bir kitabı okurken, hayatımızı yaşarken gayretlerimizi dağıtan nice mesajlar alır dururuz. Gafleti dağıtmanın, suların üzerindeki çöpe dönüşmemenin bir yolu da sürekli mesaj veren bir toplumda yaşamaktır. Olanla olması gereken, yaşananla yaşanması gereken arasındaki farkı idrak etmek önemlidir.

İkinci adım, olanla yetinemeyecek bir zihniyet güzelliğine ermektir. Üçüncü adım, hemen tekamül yoluna revan olmaktır. Mezara dek uzayıp giden yola. İnsan eksilerini azalta azalta artılarını artıra artıra kemale doğru yol alacaktır. Hak katında kabul görmenin  gayreti içinde olacaktır.

Doğrudan, birebir, yüz yüze tebliğlerde usul meselesi çok önemlidir. Muhatabımızda gönül taşıyan hassasiyetleri olan birisidir. Belki de bizden çok üstün meziyetleri vardır.

Belki de şu veya bu acıları yaşaya yaşaya “acıların insanı”  haline gelmiştir de yine de hamdetmeyi sürdürmüştür. Belki de yaraları tazedir. Çözümü zor problemlerin içinde bunalmış da olabilir. ” Tebliğ yapıyorum” derken birileri onu kırıp dökmüşte olabilir. Gururu kırılmış. İsyan çizgilerine doğru sürüklenmiş bir yaralı vicdanda olabilir. Bu konuda “kaş yapayım derken göz çıkarmama”nın yolu usule riayetten geçiyor. Tebliğin dostça bir duyguya müsterih olması ise, işin olmazsa olmazıdır.

Kafalardan kafalara, gönüllerden gönüllere, hal dilinden gönül dalına, duygulardan düşüncelere sevdalardan sedalara ne ikramlar olabilir. Bir tek cümleden berceste bir mısradan ne umutlar doğabilir. Bir çift söz hayatın seyrini değiştirebilir. “Söz ola kese savaşı-söz ola kestire başı” Efendim, “söz” deyip geçmemeli, “Allah gökten yere söz indirmiş, annemiz babamıza bir çift sözle helal olmuştur”

Tebliğde bir gerginliğe ya da karşı sözlere muhatap olunursa dürüst olunmalı. Hak ve hakikatin hatırını dostun hatırından da, kendi hatırımızdan da üstün tutmalıyız. Kimsenin yanlışını doğru demediğimiz gibi, doğrusuna da yanlış dememeliyiz. Hak ve hukukun taraftarlarına, adaletin muhafızlarına bu yakışır. Önemli olan doğruların gün yüzüne çıkarılması, insanlara iletilmesidir. Ne bizim hakkı müessir kılmak diye bir vazifemiz ne de tesir ettirecek gücümüz vardır. Bize düşen sadece tebliğdir. Artıksız ve eksiksiz tebliğ. Ötesi muhatabımızla Mevlamız arasındaki bir iştir.

Hakkın ve hakikatin ilanında şahsımıza dönük övgülerin de yergilerin de bir değeri yoktur. İnsan, vazifesini bihakkın yaparak nez-i ilahide değer kazanır. Ötesi vesairedir. İnsan her halükarda güzel bir söz söylemelidir. Tohumu toprağa ekmelidir. Kim bilir, belki de günün birinde yağmurunu, güneşini bulur da serpilip gelişir ve hidayete vesile olur. Geleceğin neler getireceği Allah’a malum. İnsan hakikati doğruları dillendire dillendire, insanlığın değerlerini güçlendire güçlendire toplumun vicdanı haline gelebilir. Böyle bir meşguliyet insanlığa en büyük hizmettir ama zordur. Ardı arkası kesilmez, okuma ve araştırma ister, sevgi ve samimiyet ister, sabır ister.

Hiç bir insan sağduyusunu kaybetmiş makine kavmine dönüşmüş duygusuz bir toplumda yaşamak istemez. Ünsiyet ister, dost ister.

Efendim “ağaç kuruduğunda meyve vermezmiş, insan meyve vermediğinde kururmuş.” Âdemin evlatları olarak hepimiz hakkın hatırını ali tutanlar insanlık hayrına bir şeyler üretmek durumundayız. Bir gülfidanı bile vakti geldiğinde vazifesini yapıyor, gülünü ortaya koyuyor. İnsan bunca donanımına rağmen elbette atıl, üretimsiz verimsiz durmayacaktır. Güzellikler ürete ürete sayılı günlerini tüketecek sonra “Şen kalasın fani dünya” deyip daha güzel dünyalara çekip gidecektir.

Güzel yaşadıysak geride güzel izler bırakmışızdır. Ot gibi yaşadıysak, yok gibi hayat sürmüşüzdür. Beteri de var; lanetler bıraka bıraka yaşamak…

“Son gülen iyi gülermiş.”

Ağlaya ağlaya geldiğimiz dünyadan güle güle gitme gayretinde olmalı vesselam…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.