Kimiz? Kim Olmalıyız?

Kimiz? Kim Olmalıyız?

“O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah!’ diyecek, ‘Keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur’an bana gelmişken O, hakikaten beni saptırdı.’ Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.” (Furkan, 27-29)

Kimlik oluşumu küçük yaşlarda başlar. Çocuk, ailesi içerisindeki diğer bireylerle onların onaylayacağı ya da karşı çıkacağı davranışlar sergileyerek kendisine o evde yer açar. Bu kendini tanıma ve tanıdığı noktadan ilerleme hayatı boyunca sürer. Bazen bireyler bu tecrübelerini yeni nesillere de aktarır. Öyle ki bazen bu çalışmalar toplumsal bir düşünce ya da yaşam biçimi de oluşturur.

İnsanın oradan buradan elde ettiği şahsi bilgi ve tecrübeleri ile yola çıkıp başka kaynakları, bilgi ve tecrübeleri kabul etmemesi kendini en üstün varlık olarak tanımlamasına neden olmuştur. Hatta bazen kendinin diğer insanlardan da üstün olduğuna inanmaya başlamıştır. Bu ferdiyetçilere göre serbest düşünme ve özgür yaşama hakkına herkes sahiptir. Medeni, çağdaş yaşam diğer canlı türleri gibi insana has özgür bir yaşamdır. Kimse onu kınayamaz, hatta tenkit dahi edemez. Çocuklar ailelerinin kültür diye tanımladığı hikâyelere uymak zorunda değildir. Onlar da kendi özgür hayat modellerini belirleyeceklerdir. Bu durumda aile, çocuklarının taşkın yaşantılarına dahi yapıcı tenkitler yapamayacaktır. Çünkü “ferdi tecrübeler dışındakiler bir dogmadır ve kabul edilmemelidir” düşüncesi bir kabul haline gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim ise; kendi düşünce ve tecrübelerinden başkasını kabul etmeyen bu düşünceyi kendi doğrularına tapınmak olarak tanımlamıştır. “Ey Muhammed! Arzularını kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya akıl ettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz dört ayaklı hayvanlar gibidir belki daha da şaşkın yolludurlar.” (Furkan, 44)

Bu durum insanın kendini kendinin ilahı edinmesidir. Bu inançta kimliğini bulan insan toplumsal ve fiziksel kayıtlardan, baskılardan kendini kurtarsa dahi beynindeki, gönlündeki ruhunun tâ derinliklerindeki inanma ve sığınma duygusu ile mücadeleye girmiştir. Bu mücadele ruhun cesetle, imanın akılla, aklın kendi kendiyle girdiği çok çetin ve çok uzun soluklu bir mücadeledir. Dışarıdan tamamen inançtan uzak ateist bir görüntü sergilense de içerde her zerresinde hissettiği aklını ve beynini kemirip bitiren “Lâ ilâhe illallah” “Allah’tan başka ilah yoktur.” kelime-i tevhidi en büyük rakiptir. İnsan imana karşı mücadeleye girer ve iblislerle yol alırsa sonu onlarınki gibi olur.

Nedenler gayet açık; hayat prensiplerinin oturduğu taşlar yanlıştır. Sosyal bir varlık olan insan fert olarak yaşatılamaz. Ferdî ihtiyaçların giderilmesi sosyal kavramlar gözetilerek gerçekleştirilir. Örneğin mal sahibi olmak para kazanmak ferdî bir olaydır, bir haktır. Ancak elde etme yolu tektir en az birkaç kişi ile de olsa sosyalliktir. Aldatmak, hile yapmak, gasp, hırsızlık vs. haksız kazançlar tüm insanlık tarafından kınanmış ve cezalandırılması gereken bir taşkınlık olduğu kabul edilmiştir. Örnekleri çoğaltıp yüzsüzleri ve yüzlüleri, çağdaşları ve çağdışıları saymaya gerek yok. Mücadele gayet açıktır: Dünyanın şimdiye kadar kazandığı kültür değerlerini yıkmak ve yerine yeni bir anlayış, yeni bir dünya inşa etmek.

“Dinî kayıtlardan uzak, özgür dünya!…” Bu istek küçük bir topluluğun dünyada ulaşmak istediği nihaî hedef olabilir. Ancak aydın dünyanın isteği bu değil, teknik gelişmelere ve getirdiği kolaylıklara evet ama bu koyuvermişliğe ve nemelazımcılığa hayır. Hiçbir şeye sevgi ve bağlılık hissi olmayan ferde ve ferdî yaşama hayır.

Dünyanın ve dünyadakilerin bir boyası vardır. Varlık âlemi Allah’ın tablosundan çeşnilerdir. Bu boya, çeşitlilik ve çeşnilik boyası, âhenk ve ritim boyası, ortak değer ve denge boyası, birlikte yaşam ve paylaşım boyası, varlığı anlama ve hayatı yaşama boyası.

Kafalarımızı Rabbimizin sosyal ve fizikî kanunlarına (sünnetullaha) vura vura hayatı yeniden öğrenmenin gereği yok. “Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz ve yaşarız; tekrar diriltilmeyiz.” (Mü’minun, 37) demenin yanlışlığını insanlar yüzyıllar boyu acı tecrübelerle öğrenmişlerdir. Tekrar o acıları o savaşları yaşamak zorunda değiliz. Tevrat, İncil ve Kur’an diğer toplumlardan haber verir. Kaybolan, helâk olan toplulukları anlatır. Maddeperest, inkârcı yaşamı lanetler… Dünyanın problemlerinin çözümünü önce imanda sonra da istikamette aramaya davet eder.

“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da doğrulukta devam edenlere melekler ölümleri anında; ‘korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatında da ahirette de size dostuz. Burada canlarınızın çektiği, umduğunuz şeyler bağışlayan ve acıyan Allah katından bir ziyafet olarak size sunulur’ diyerek inerler. (Fussilet, 30-32) Bunlar birer dogmanın ifadesi değildir. Bir düşünelim işte yaratılma serüvenimiz. “Söyleyin akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz? Yoksa biz mi yaratmaktayız?” (Vakıa, 58-59)

İşte ektiklerimizin diktiklerimizin gerçeği; “Söyleyin ekmekte olduğunuz tohumu siz mi bitiriyorsunuz yoksa bitirenler biz miyiz? Eğer dileseydik elbette onu bir ot kırıntısı yapardık da siz de şaşar bakardınız.” (Vakıa, 63-65)

İşte içtiklerimizin gerçeği “Şimdi içmekte olduğunuz suya ne dersiniz? Söyleyin bana, onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indirenler biz miyiz? Dileseydik onu (içilmeyecek) tuzlu bir su yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?” (Vakıa, 68-70)

İşte ölümlülüğümüz, işte… işte… “Onlar yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değillerdir. Onların Allah’tan başka (yardım isteyecekleri) dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı.” (Hud, 20)

Karanlıklarda gezmemeli, huzura ve barışa teslim olmalıdır. Aranılan kimlik kulluktur. Gerçek izzet ve şeref de ondadır. “O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah! Keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!’ diyecek.

“Eyvah diyecek, keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur’an bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.”(Furkan, 27-29)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.