Kımılda!

Gün geçmiyor ki insan için hayatı kolaylaştırıcı, rahatlık sağlayan ve bazı tasarrufların önünü açan -zaman gibi- yeni gelişmeler yaşanmıyor olmasın. Her gün bir önceki güne nazaran daha az iş yüküne sahip olabilmenin yollarını bizim için(!) arayanlar var. Her işimizde yardımcı olan teknoloji, neye el atsak ‘sen dur, ben hallederim’ dercesine bizi birçok zahmetten kurtarmış durumda. İşin ne boyutlara ulaşacağını herkes ömrü nispetinde görecektir elbet. Ancak insanın bu kadar pasifize edildiği ve hareketsiz bırakıldığı bir devir görülmüş müdür, düşünmek gerek. Hayattan hareketi çıkardığımızda geriye pek az şeyin kaldığını düşünürsek kımıldamanın ne denli önemi olduğunu anlayabiliriz.
İlk emri bir eylemle -Oku!- başlayan bir dine mensup olup yerinde oturmayı kabul etmek büyük bir tezat olur. Başından sonuna hareket halinde ve yarışırcasına, durmadan devamlılığı esas alan bir dinin mensuplarıyız. Bu mensubiyet yerimizde durmamıza izin vermez, uyuşuk olmamıza müsaade etmez ve yan gelip yatmamıza razı olmaz. Müslüman hareketlidir. Ayakları sağlam, pazuları güçlü, sırtı yere gelmez, zihni berrak ve bakışları hayat dolu; her an dinamik ve hazır haldedir, Müslüman.
İnsanın hareketlenmesi, kımıldayıp ayağa kalkması tabi ki belli bir form gerektirir. Formunu koruyamayan, üstündeki ölü toprağı silkinip atamayan ve heyecanını kaybetmiş bir Müslüman, kendisini ne kadar diri tutabilir? Öyleyse bu formu ve zindeliği sağlayacak ve bize hareket kazandıracak faaliyetlere yönelmemiz gerekir. Bunun adına en genel manada ‘spor’ dememiz mümkündür. Asrımıza gelinceye kadar sporun insanlığın ayrılmaz bir parçası olduğunu görürüz. Avlanmak, ekip-biçmek, bir şeyler inşa etmek, yıkanmak, odun kırmak/kesmek, ateş yakmak, çamaşır yıkamak, yolculuğa çıkmak vs. gibi durumların her biri gündelik hayatın içindeydi ve yine her biri insanı paslanmaktan koruyan sportif faaliyetlerdi. Ancak -ne yazık ki- bugün yukarıda sayılanların hiçbiri için kendimizi yormamıza gerek yok. Hal böyleyken spora olan ihtiyacımız daha fazla öne çıkmaktadır. Spor; bizi forma sokucu, yılgınlık ve bitkinlikten uzaklaştırıcı ve hedeflerimize yöneltici olarak yanımızda olmalıdır.
Müslümanın diri, heyecanlı ve kuvvetli olması hem Allah’ın hem de Hz. Peygamber’in hoşnutluğunu kazanmak demektir. Ebû Hureyre r anh’den rivayet edildiğine göre, Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’tan yardım dile ve asla acz gösterme.” (Müslim, 34. İbn-i Mâce, 10.) Rasulullah aleyhisselam, kuvvetli ve sağlam olmanın yollarını da farklı hadislerde bizlere bildirmiştir. Atıcılık, at binme, yüzme, koşuculuk ve güreş gibi sporlara bizzat Efendimizaleyhisselam ashabını teşvik etmiştir. Kendisinin de spordan geri kalmadığını asr-ı saadetten örneklerle biliyoruz.
Bir rivayette Hz.Aişe r.anha şöyle der: ‘Bir defasında Hz. Peygamber ile ben bir koşu yarışı yaptık ve ben kazandım. Daha sonra benim kilo aldığım bir zamanda ikimiz tekrar koşu yaptık ve bu defa O beni geçti ve bana ‘işte Aişe bu, öncekinin karşılığıdır’ dedi.’(Ahmed b. Hanbel, 39, Ebu Davud, 61)
Yine Peygamberimizin, sırtı kimse tarafından yere getirilemeyen Rükane adlı bir pehlivanla güreşip onu yendiği rivayet edilmektedir. Öte yandan Rasulullah aleyhisselamın kendisi yüzme de bilirdi. Bunu annesiyle gittiği Medine’de dayılarının yanında bir gölette öğrendiğini söylemiştir.
Peygamberimiz, atıcılığın önemine binaen de şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı.’(Ebu Davud, 23)
Hz. Peygamber çocukları da koşmaya teşvik eder, onları bizzat yarıştırırdı. Nitekim amcası Abbas r.anh’ın çocukları Abdullah, Ubeydullah ve Kesir’i yan yana getirir ve şöyle derdi: ‘Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!’ Çocuklar da koşarak gelirler; kimi Rasulullah’ın sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırlardı. O da onları öper kucaklardı.(Ahmed b. Hanbel, 214) Sahabeler de birbirleriyle yarışırlardı. Onların arasında çok iyi koşanlar vardı; Ebu Hıraş el-Hüzeli’nin atları dahi geçtiği rivayet edilir.
Müslüman, yaptığı her eylemde bir şuur ve anlam olan kişidir. Spora yaklaşımı da bir anlam ihtiva eder. Elbette dışarıdan karizmatik görünmek, insanların hayranlığını celbetmek ve şöhret kazanmak için spora yönelmez, Müslüman. O, spora bir araç gözüyle bakar, onu asla amaç edinmez. Rasulullah aleyhisselam ve ashabının sporu nasıl kullandıklarından yola çıkarak; başta sağlığını korumak ve güvende tutmak, her zaman güçlü/dayanıklı bir bedeni taşımak, çağın tehlikelerine/düşmanlarına karşı hazırlıklı bulunmak, gönül alma ve moral verme vasıtası olarak kullanmak ve heyecanının temposunu kaybetmemek amacıyla hayatında spora yer ayırır. Kendisine bedensel veya zihinsel olarak zarar veren, inancını ve inancının hükümlerini gölgede bırakan ve çağının putu haline gelmiş bir spora asla tevessül etmez.
Genç adam, sen fiziksel olarak da zihinsel olarak da mükemmel olmalısın. Spor seni forma sokar ve zinde tutar. Spordan kastın yalnızca fanatizmin esiri olmuş, bahis metaı haline gelmiş belli başlı branşların olmadığını zaten sana söylemek gerekmez. Bir sabah vakti belli tempoyla yürümenin, bir kamp günü ateş yakabilmek için kurumuş bir ağaç devirmenin, bir kaç dostun ziyareti uğrunda pedal çevirmenin, küçük kardeşine el ense atıp devrilmenin, merdiven sayısı göz korkutan bir saat kulesine tırmanmanın, Hakk’ın huzurunda el bağlayıp kıyama durmanın ve geçmişin hesabını, anın kritiğini, geleceğin ümidini tefekkür etmenin bir spor olduğunu bilirsin. Genç adam, sen hazırlıklısın ve heyecanlısın! Haydi, Genç Adam!