Karışık Duygulardan Kendi Öz Bayramlarımız’a

Hep on beş gün öncesinden hazırlanırdı. Kendini daha iyi tanımak için maddi ve manevi imkânlarını gözden geçirirdi. Bulunduğu hal nedeniyle rabbine hamd etmeyi asla terk etmezdi. O günler yaklaştıkça merhameti, cömertliği ve sevinci daha da artardı. Ona göre o günler tüm Müslümanlar için sevinç ve kardeşlik günleri olmalıydı. Derken gönül coğrafyası gözünün önünden geçer ve içini sızlatan bir buruklukla “Ah, kardeşlerim! Ah, Samimiyet!..” derdi.
Allah bu yıl da ömür vermiş ve o özlediği günlere kavuşmuştu. Gönlünde yine secdeyi hak eden bir sevinç vardı. Tekbir getirerek ilerlerken günün planını tasarlamaya başladı. “Sabah namazı, bayram namazı, mezar ziyareti… aslında yapılacaklar belli!” demişti ki caminin kapısına ulaştığını fark etti. Bayram namazının ardından camidekilerle musafahalaşıp kucaklaştı. “Herhâlde mahşerde de böyle olacak. Müslümanlar dualaşarak, tebrikleşerek ve kucaklaşarak cennete koşacaklar.” dedi ve Allah’tan tüm Müslümanlar için hayır temennisinde bulundu.
Yukarıda hikâyeleştirmeye çalıştığımız durum Allah Teâlâ’yı rab, Muhammed aleyhisselam’ı peygamber, İslam’ı din kabul eden her dertli Müslüman için bayramlarda ya da bayramlara yaklaşılan zamanlarda yaşanan bir hatıradır. Bir yanda bayramın gelişinin sevinci diğer yanda Müslümanların hali ve ihtiyaçları karşısında güçsüzlüğü ve çırpınışı.
Bayram kelimesinin kökü ve yapısıyla ilgili açık bir bilgi bulunmamakla birlikte sosyal bilimler bayramların dini bir esasa dayandığını ifade etmiştir. Buna istinaden bayram kelimesi “belirli günlerin şerefli olduğuna inanılarak bir arada ve sevinç içerisinde kutlanan günlerdir.” anlamında kullanılmıştır.
Müslümanların bayramları ve eğlence anlayışları İslam’ın olgunluğunun, şahsiyetinin ve vakarının ispatıdır. Bunu batıl anlayıştaki batı bayramlarıyla karşılaştırarak daha iyi anlarız. Bizim bayramlarımız; tatlı hatıralarla, yardımlarla, vefayla anılırken batının karnavalları, noelleri, faşingleri; içkiyle, zinayla, tüketim çılgınlığıyla anılır.
Hicretten kısa bir zaman sonra Efendimiz aleyhisselam “Ramazan ve Kurban bayramlarını Allah lütuf olarak size vermiştir.” buyurarak bayramların Allah Teâlâ tarafından hediye edildiğini bildirmiştir. Hediye alan kimse sevinir ve bunu etrafındakilere belli eder. Öyleyse bayramlar; af, merhamet, cömertlik çerçevesinde dertleşme, halleşme, kaynaşma, hasbihal ve ikram günleridir.
Bayramlarımız böyleydi ama bize ulaşana kadar bayramlar hiçbir zaman tatil olarak algılanmamıştı. Günümüzde toplumsal sevincin değil bireysel doyumların, israfın muhteşem zamanları olarak yaşanılıyor. Yalnızlaşmanın mantıksız bahanesi ve sözüm ona yoğun tempoda süren hayatın tembellik günleri… Modernizmin baskın kültürüyle savurduğu zihinlerimize yılda birkaç kez yaptırdığı huzurevi ziyaret günleri değildir, bayramlar.
Buna rağmen gönlümüzde her zaman yer edinen bir bayram var aslında. Fitnenin ortadan kalktığı, Din’in yalnız Allah için olduğu, zulmün kökünün kurutulduğu, yüzlerin güldüğü, sevinçlerimizi burukluklara dönüştüren hadiselerin son bulduğu bayramlar… Dünya hayatında yaşanır mı bilmem ama bir gün elbette yaşanacaktır. Vesselam…