Kardeşliğin Zaferi Çanakkale

Çanakkale, tarihimizin en acı ve hüzünlü zaferlerinden birisidir. Yoksulluk içinde can çekişen bir milletin dönemin en güçlü devletlerine ve silahlarına tek vücut halinde direnişinin gerçek bir destanıdır. Her satırında yaşanan bir insanlık onuru vardır. Bu olay, düşmana sadece silahla savaş değil, verilen insanlık dersi örnekleriyle de Allah’a imanın somut göstergeleriyle de tüm insanlığa okutulan bir derstir. Çanakkale imanın tekniğe meydan okuduğu bir savaştır.
Çanakkale Savaşı’na Giden Süreç
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti, Avrupalıların deyimiyle “Doğu’nun hasta adamı” olarak yorgun, halsiz ve bitik bir durumdaydı. Hele hele I. Dünya Savaşı’na girebilecek durumu hiç yoktu.
Ekonomik olarak büyük bir yıkımla ve ciddi kayıplarla çıktığı Balkan savaşının yaralarını saracak zaman bulamamıştı. 1911/1912 Trablusgarp ve 1913 yılının Balkan savaşlarının yenilgisi Osmanlı’nın belini bükmüş ve onu çok zorlu bir sürecin içerisine sokmuştu. Osmanlı’nın bu halinin farkında olan Batılı büyük devletlerin ağzı, Osmanlı’nın mirasına bir an önce konabilmek için sulanıyordu. Özellikle de dünyanın en önemli ve kıymetli yerlerinden olan İstanbul ve Boğazlar’da hem İngilizlerin hem Fransızların hem Rusların hem de Yunanlıların gözü vardı. 1808 Mayıs’ında Napolyon, bu gizli kavga için “İstanbul kime kalacak? Meselenin esası daima budur!” diyerek itirafta bulunuyordu.
Uzun yıllardan beri dünyayı daha fazla sömürebilmenin yarışında olan Avrupalı devletler arasında, Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp tarafından öldürülmesiyle 28 Temmuz 1914’te I. Dünya Savaşı başladı. Savaşın bir tarafında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın birlikte hareket ettikleri grup olan İtilaf Devletleri, karşı tarafında da Almanya, İtalya ve Avusturya-Macaristan’ın meydana getirdiği grup olan İttifak Devletleri bulunuyordu.
1913’te yaptıkları kanlı baskınla (Bâb-ı Âli Baskını) Osmanlı Devlet idaresini eline geçiren İttihat ve Terakki yöneticileri, İngiltere ve Fransa’dan gerekli desteği göremeyince bu savaşta Almanya’nın yanında yer almaya karar verdiler. Ancak bunun için bir bahane gerekiyordu. O da bulundu: Akdeniz’de, İngiliz donanması ile yaptığı mücadeleden kaçan Goeben ve Breslau isimli iki Alman savaş gemisi Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdi. O tarihte henüz tarafsız durumdaki Osmanlı Devleti’ni yöneten İttihatçılar tarafından, vaziyeti görünürde kurtarabilmek için, bu gemilere Osmanlı bayrağı çekildi; gemilerin isimleri “Yavuz” ve “Midilli” olarak değiştirildi; gemi personeline fes giydirildi. Böylece gemilerin artık satın alınmış olduğu bildirildi.
Ancak çok da inandırıcı olmayan bu açıklamalar Yavuz gemisinin, Karadeniz’e açılarak, Sivastopol önündeki Rus gemilerini ve sahillerini bombalamasıyla yalanlanmış oldu. Sonuçta da bu olay, Osmanlı’nın 31 Ekim 1914’te fiilen savaşa girmesine neden olmuştur. Böylece uzun yıllar boyunca savaşlarda yorgun ve yoksul düşmüş bir millet, bir anda kendisini ateş çemberinin içinde buldu. Hem de 7-8 cephede birden ki, bu cephelerin en büyüğü Çanakkale cephesidir.
Çanakkale Cephesi’nin Açılması
Savaş en acımasız yüzünü Çanakkale Cephesi’nde gösterdi. İtilaf devletleri bütün güçleriyle Çanakkale’ye yüklendiler. Temel amaçları, savaş sırasında halkının içerisinde açlıktan dolayı isyan oluşumları görülen Rusya’ya silah ve gıda yardımı yaparak Rusların Doğu Avrupa’ya saldırmasını kolaylaştırmak, aynı zamanda Almanya’nın Doğu’ya doğru yayılmasını önlemek, boğazlar ve İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak ve yüzyılların intikamının son darbesini indirmekti.
Cephenin açılış süreci incelendiğinde, birbiriyle ilgili birçok hadisenin tarafların iradeleri dışında geliştiği görülmektedir. Zira bu süreç, Batılı devletler nazarında Şark Meselesi, Mısır Sorunu ve Boğazlar Meselesi çerçevesinde, özellikle taraf devletlerin geçmişlerinden gelen siyasî, iktisadî hatta sosyal bazı beklentileri ve hedefleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.
İngiltere, İstanbul’u susturarak Süveyş Kanalı ve Hindistan yolu üzerindeki Türk tehlikesini tamamen ortadan kaldırmak, diğer cepheleri de bir hamlede tasfiye etmek istiyordu. Ayrıca İngiltere, Mısır’daki işgalini güvenceye alıp oradan Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına ulaşmak istiyordu. Bu durum boğazların İngilizler için önemini her geçen gün değerli kılmaktaydı. İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill 25 Kasım 1914’te yaptığı konuşmasında “Türklerin gırtlağı bu boğazdadır. Onu demir bir el ile şöyle bir sıkmak yeter.” diyerek boğazın Osmanlılar açısından da önemini ifade etmektedir.
Fransızlar da İngilizlerle birlikte hareket edip, Suriye ve Güney Anadolu’ya hâkim olma niyetiyle bu savaşa katılmıştır.
Çanakkale mücadelesi daha başlamamışken, ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morqenthau şöyle diyordu: “200 yıldan beri zaferden zafere koşan, dünyanın tek yenilmez gücü olan İngiliz donanmasına karşı Çanakkale’deki üç beş topun galip gelmesi nasıl umut edilebilirdi?” Avrupa’nın tamamının da bu şekilde düşündüğünü o dönem yapılan konuşmalarda rahatlıkla görebiliriz. Ancak hesap edilmeyen şey, üç beş topu ve silahı ateşleyen askerin ‘iman gücü’ idi. Savaş sonunda İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill bu durumu şöyle itiraf ediyordu; “Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah ile savaştık! Tabii ki yenildik…”
Çanakkale Savaşlarının Başlaması
Çanakkale’deki savaşları Deniz Savaşları ve Kara Savaşları olarak ikiye ayırabiliriz. Deniz savaşları dediğimiz bölüm, 19 Şubat günü Fransız kuvvetleri ile İngiliz Queen Elizabeth savaş gemisinin Osmanlı sahil bataryalarını bombalamasıyla başladı. Osmanlı ordusu Boğaz’ı mayınlamıştı. Osmanlı ordusunun komutası Miralay Cevat Bey’e verilmişti. İngilizler sahil bataryalarını bombaladıktan sonra boğazlardan geçme vakti geldiğine inanarak Boğaz’ı mayınlardan temizlemişti. Fakat Mart ayının 7’sini 8’ine bağlayan gece Yüzbaşı Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın Gemisi, düşmana hissettirmeden liman bölgesini mayınlamıştı. 16 büyük savaş gemisinden oluşan dev donanma deniz mayınlarına çarpıp hasar gördü. Altı büyük gemiden Bouvet, Inflexible ve Ocean zırhlıları batırıldı, üçü de kullanılamaz hale getirildi. Nusret’in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti. Şanlı Mehmetçik, Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğini 18 Mart 1915’te tüm dünyaya ispat etti.
18 Mart yenilgisinden sonra sömürgelerde itibar kaybedilmesinden korkan İngiltere, Çanakkale’nin karadan zorlanmasına karar verdi. Savaş kararı ile birlikte düşman kuvvetleri de Mısır’da toplanmaya başladı. Düşman kuvvetleri içerisindeki askerlere baktığımız zaman çok farklı milletlerden insanın bir araya geldiğini/getirildiğini görüyoruz. İngilizlerin özellikle sömürgelerinden getirdiği insanlar nereye gideceklerini bile bilmeden orada bulunuyorlardı. İtilaf askerlerine baktığımızda görülen manzara şu idi: ‘Safkan’ İngilizler, İrlanda, İskoçya, Galler Birlikleri, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Kanadalılar, Suriyeli Yahudi Mülteciler Alayı: Sion Katır Birliği; İspanyol Süvariler, İsviçreliler, Polonez Adalarından Maoriler, Cook Adaları askerleri; Eğitimini Kahire’de sürdüren Hint Tugayı içinde Sikh, Pahtan, Jat, Bhil, Madrossi ve Bahiciler; Nepal’den, Zığındere Muharebeleri’nde 25. ve 26. alayımızın yaralı askerlerini seyyar hastanede süngüleyecek 4 Gurka Taburu; Yine Hint Tugayı içinde çıkarmanın ilk gününde “Allah Allah!” seslerini duyduklarında karışıklık çıkaracak olan 2 Müslüman bölüğü; ‘Safkan’ Fransızlar ve onların Afrika sömürgelerinden getirdiği askerler ve daha niceleri…
Hani, Mehmet Akif “Çanakkale Savaşı”nı anlatırken “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” diyordu ya, işte tam da o manzara vardı.
Avusturya ve Yeni Zelanda’daki İngilizler sağlam bir plan yapmışlardı. Hindistan ve Mısır’da Cuma namazından sonra halka beyanname dağıtacaklar ve “Hilafet merkezi Almanlar tarafından işgal edildi. İngiltere halifeyi kurtarmak için seferberlik düzenledi.” diye gönüllü toplayacaklardı. İngiliz gemilerinde gelenler Müslüman gönüllülerdi aslında. Fransızlar da Senegal’de aynı kirli yalanı uydurdular. Oradan gelenler de Senegalli Müslümanlardı.
İşte bu kandırılmış Müslüman askerleri, İngiliz, Fransız ve Anzak askerlerinden oluşan 500 bin kişilik düşman ordusunun karşısında; Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Arnavutlar ve daha nice milletten oluşan, amacı İslam’ın son kalesinin düşmesine engel olmak olan kahraman Osmanlı askeri bulunuyordu.
Türk tarafı Gelibolu’yu savunmak üzere 5. Ordu’yu kurdu. Başına da Alman General Liman Von Sanders getirildi. Yarımada kıyıları dikenli tellerle çevrildi. Birlikler önemli yerlere yerleştirildi. Müttefiklerin her harekâtı yarımadadan gözetleniyordu. Müttefikler 25 Nisan 1915’te Gelibolu yarımadasına iki ayrı bölgeden çıkarma yaptılar. Bu kuvvetler İngiliz ve Fransızlardan oluşuyordu.
Ayrıca Arıburnu’ndan çıkarma yapan birlikler ise İngiltere sömürgesinde olan Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri idi. Gelibolu kara savaşları 25 Nisan tarihine kadar 8,5 ay devam etmiştir. Bu mücadelelerde gerçekten insanüstü bir maddi ve manevi güçle mücadele eden Osmanlı ordusu, düşman karşısında tarihinin belki de en büyük zaferlerinden birini elde ediyordu. Ancak şehitlerinin sayıca çokluğu Osmanlı askerinin ve İslam ümmetinin bu zaferin mutluluğunu yaşamasına engel oluyordu.
1915’te Çanakkale Savaşları’nda Osmanlı kuvvetlerini yöneten Alman deniz generali (amiral) ve Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders’tir. Sanders, Bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı makamlarından sonra cephe içerisindeki en yetkili komutandı.
Şurası da bir gerçektir ki ne yazık ki ülkemizde Çanakkale ile ilgili yazılmış birçok eser, sadece Mustafa Kemal Paşa’dan ve sadece O’nun kahramanlıklarından söz ediyor. Mustafa Kemal, elbette Çanakkale’de savaşmıştır. Ancak, Miralay (Alay komutanı, Albay) Mustafa Kemal, Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders’e bağlı olan Çanakkale komutanlarından sadece birisidir ve 19. İhtiyat (yedek) Tümen komutanıdır. Conk Bayırı’nda iyi bir savunma yapan Esad Paşa; Güney Grubu Komutanı olarak 15. Kolordu Komutanlığı’nı yapan, yaptığı savunmayla Seddülbahir taraflarında verilen yoğun kayıpların önüne geçen Vehip Bey; 6. Ordu komutanı Tuğgeneral Mustafa Hilmi; Çanakkale boğazı Müstahkem Mevki Komutanı Tümgeneral Cevat Paşa ve daha niceleri Çanakkale zaferinin adı unutturulmaya çalışılan gizli kahramanlarıdır. Bütün tarihi belgelerle bu durum ayan beyan ortada iken Çanakkale zaferini tek bir kişiye mal etmek, orada canını ve kanını bırakan Mehmetçiklerimize ve komutanlarımıza yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
Şu unutulmasın ki Çanakkale’de düşman birkaç devletten ibaret değildi. Sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması, II. Dünya Savaşı’na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmaydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş, yenilmez sayılanların mağlubiyetidir.
Savaşın Sonuçları
İngiliz gazeteci Sydney Mosley, Çanakkale Savaşı’nın Müttefik Ordu açısından sonucunu şöyle ifade ediyor: “Aşağılayıcı ve acı veren son!”
Savaşın sonucunda elde ettiğimiz zafer, I. Dünya Savaşı’nın 2-3yıl uzamasına sebep oldu. Rusya’da iç karışıklıklar arttı ve Bolşevikler 1917 İhtilali ile Çarlık devrini kapattılar. İngiltere ve Fransa, Çanakkale’de yalnız askeri değil siyasi bakımdan da çok hırpalanmışlardır.
Lozan’da yayınlanan Gazet de Lozan savaşın sonucu özetlerken: “Türkler zaferlerini kutluyor. Bir aralık savaşın şark meselesini hallederek Türkleri Asya’ya atacağı kanaati hâsıl olmuşsa da bugün böyle bir ihtimal tamamen uzaklaşmıştır.” diyordu.
Çanakkale’de öğrencisiyle, öğretmeniyle, köylüsüyle, şehirlisiyle, Türk’üyle, Kürt’üyle İslam’ı hayatlarının merkezine koymuş olan askerlerimiz ölümün üzerine üzerine gittiler. Bu savaşta gencecik liseliler, iki dil bilen ve aydın olan genç subaylar, şairler, aydınlar, ressamlar, okuma yazma bilmeyen delikanlılarla omuz omuza sekiz ay dövüştüler ve şehit oldular.
Çanakkale, milli bütünlük ve beraberliğimizin tam anlamıyla yaşandığı son sahne olmuştur. Çünkü Anadolu’da gerçekleştirmek istedikleri emellerini askeri bir mücadele ile yapamayacağını öğrenen Hıristiyan dünyası, Anadolu’yu zehirlemeye “Çanakkale Ruhu”nu yok ederek devam etmeye çalışmaktadırlar. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan meselelerde ama özellikle de şu anda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan olaylarda bu ruhun yok edilmeye çalışıldığını net olarak görebilmekteyiz. Geleceğimiz adına kardeşlik, iman, sabır ve fedakârlık üzerine müesses milli birlik ve beraberliğe çok ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu birliği sağlamak adına da herkes üzerine düşen sorumluluğun gereğini “Mü’minler kardeştir” düsturundan hareket ederek yerine getirmelidir.
KAYNAKÇA
Harun Tuncer-Ahmet Temiz, Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale-2, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2012
Abdullah Uçar, Haçlı Gururunun Ezildiği Yer Çanakkale, Konya 2007
Vehbi Vakkasoğlu, Bir Destandır Çanakkale, Nesil Yayınları, İstanbul, 2006
Recep Şükrü Apuhan, Çanakkale Geçilmez, Timaş Yayınları, İstanbul, 2006
Mustafa Arslan, Çanakkale Ruhunu Yaşatmak, Akçağ Yayınları, Ankara, 2009