KAPAK-Yaşayanların Gözünden 6 Şubat Depremleri

Röportaj: Şevket Şayakdokuyan
Binlerce kişinin hafızalarına acı bir anı olarak kazınan 6 Şubat depremlerini en yakın tanıklarının dilinden aktarmaya çalıştım. İçinde bulundukları yoğun ve sıkıntılı bu zamanlarında bizi kırmayan Kahramanmaraş, Malatya, Şanlıurfa, Hatay ve Gaziantep’te ki değerli dostlara şükranlarımı sunarım. Rabbimiz bu imtihanı yüz akıyla atlatmayı nasip etsin.
Soru: Deprem anında ilk aklınıza gelen neydi?
Mehmet Ali GÜÇ: Dünyanın son bulduğunu düşündüm. Torunumu, kızımı, oğlumu ve hanımı bir kolonun yanına götürüp dua dua Allah’a yalvarıyor buldum kendimi. Çatlayan duvarlarda çaresizliğimizi iliklerimize kadar hissettik. Kendim çok korktuğum halde onlara korkmamalarını telkin ettim. Dışarıda yağmur yağıyor ve zifiri karanlık vardı. Araçların içine geçip bekledik. Bu arada yine sallanmaya başladık. Acaba yer yarılacak içine mi gireceğiz diye düşündüm. Birçok ayette kıyamet tasvirleri gözümün önüne geldi. O anda aynel yakin yaşıyorduk ve sallantının duracağını da bilmiyorduk. Akıbetimiz meçhuldü. Hamdolsun O’nun azametine.
Mustafa DEMİRCAN: Bir taraftan Ayetel Kürsü okuyordum bir taraftan da çocukları güvenli bir yere yerleştirmeye çalıştım. Sarsıntıların süresi çok uzun olduğu için bitmeyecek gibi geldi. Kıyamet yaklaşıyor hissine kapıldım.
Murat İPEK: İlk düşüncem evlatlarım oldu. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerini de yaşadım. Sarsıntıyla uyandıklarında anne-babasını göremeyince dengeyi kaybetmelerinden endişe ettim. Eşim ve çocuklarımla bir yere sığındık. Tekbir getiriyorduk.
Nail ORHAN: Zaten uyanıktım, çocuklar da uyandı. Çocukları bir araya toplamaya çalıştım. Onların gözlerindeki korku beni de korkuttu.
Mahmut İRİ: O gün Viks ilacı sürdüm ve ailemi rahatsız etmemek için salonda yattım. Eşimin “Mahmut yetiş!” sesiyle uyandım. Çocuğumu ve eşimi yanıma aldım. Artık öleceğiz diye düşünüyordum. Bir taraftan da korkuyordum. “Rabbimin huzurunda hesap verebilecek miyim?” diye. O kadar çok sallanıyorduk ki depremin tüm dünyada olduğunu zannetmiştim.
Mehmet ALİKO: Sarsıntı ve hanımın çığlığıyla uyandım. Sanki taş kırma makineleri çalışıyor gibi sesler geliyordu. Sekizinci katta sağa-sola ve aşağı-yukarı hopluyorduk. Daha önce de deprem yaşamıştım ama bu bitmiyordu. Öleceğiz dedim, çocuklarla beraber yüksek sesle Kelime-i Şehadet getirmeye başladık.
Soru: Deprem sonrası neler yaşadınız?
Mehmet Ali GÜÇ: İlk etapta yakınlarımızı güvenli bir alana yerleştirdik. Halkla beraber enkaz çalışmalarına katıldık. Zaman ilerledikçe belediye, asker, AFAD gibi görevliler geldi. Ekip güçlendikçe biz ikinci plana düştük. Başka yerlerde de yardıma ihtiyaç vardır düşüncesiyle 4 kişilik bir ekiple Urfa’dan Adıyaman Besni’ye geçtik. Orada İHH ile çalıştık. Çıkarılan kardeşlerimizle yeniden doğarken, cenaze çıkarılınca yıkılıyorduk. Bu işlerin duygusal adamların işi olmadığı anladık. Ertesi gün lojistiğe geçtik. Öyle bir yardım yağıyordu ki, Subhanallah… Tırlar kuyruğa girmiş, yardımı indirecek yer bulamamıştık.
Mustafa DEMİRCAN: Ailemle güvenli bir yere geçtik. İlk gün bir koordinasyon bozukluğu vardı ama sonraki günler daha düzenli hale geldi.
Murat İPEK: İlk sarsıntıdan sonra evi boşaltmıştık ama ikincisi olmaz diye düşündüğüm için binaya tekrar girmiştik. İkinci deprem başladığında artçıdır dedim ama çok şiddetliydi, gece yaşadığımız paniği ikinci kez yaşadık. Altıncı katta oturuyorum. Artık sarsıntılar alttan vurmaya başlayınca “ömür tamam, gittik!” dedim. Sarsıntı bitince küçük oğlumu kucağıma aldım. Kızım ve oğlum önde, biz arkada yangın merdiveninden inmeye başladık. Son kata geldiğimizde kızım: “Baba merdiven yok” dedi. Duvar ve merdivenler yıkılmıştı. Dışarı çıktığımızda binanın duvarları çatlak doluydu.
Nail ORHAN: Binada bir sorun gözükmüyordu. Bizde dokuz gibi içeri girdik. Tekrar sallantılılar başladı. Apartmanlar kalkıp kalkıp iniyordu. Allah’a şükür ikinciyi de atlattık. İlk gün ihtiyaçlarımızı karşılayamadık. Araç için yakıt, su, ekmek vs. bulamıyorduk. Çünkü çok geniş bir alanda ve çok şiddetli bir deprem olmuştu. Zaten ilk 24 saatte açlık-tokluk değil hayatta kalabilmek akla geliyor.
Mahmut İRİ: Yıkılan dolapların üzerine basarak kapıya geldik. Panikle kapının son kilidini açmayı unutmuşum. Kapı açılmayınca çok korktum. Neyse ki kapıyı açtım. Çıkarken bir battaniye ve bir yorgan kaptım, birinci katta oturuyordum. Bina yıkılırsa çocuğumun ihtiyacını nasıl karşılarım diye düşündüm. Sallantı geçince tekrar içeri girip pantolonumu ve cüzdanımı aldım. Eşimin de benimle kapıya kadar gelmiş olduğunu görünce “sen neden geldin” diye kızdım. Çocuğu battaniyeye sardık. Parkta şemsiyeyle beklemeye başladık. Kayınbabam bizi almaya geldi. Güvenli bir yere gitmeye çalıştık.
Mehmet ALİKO: Pencereyi açtım ve dışarıya baktım. Herkes ayaklanmış. Bağlık, çığlık… Kiminin nutku tutulmuş, konuşamaz vaziyette. Ayakta duruyor, öylece binayı seyrediyordu. Müthiş bir tipi. Parkta araçların içinde beklerken artçı sarsıntılar başladı. Herkeste sadece bir çaresizlik vardı.
Fikret Ç: İkinci depremden sonra ailemi memlekete bırakmak için yola çıktım. Yol boyu birçok yıkılmış bina gördük. Yer yer yollar yarılmıştı. Tüneller kapalı olduğu için eski bir yoldan Nurdağı’nı saatler sonra çıkabildim. Osmaniye’yi geçtikten sonra karşı şerit tırlarla doluydu. Birçoğu iş makinası taşıyordu. Türkiye seferber olmuş deprem bölgesine akıyordu. Depremin yıkıcı yüzünü gece memlekete geldiğimde daha net anladım.
Soru: Deprem sonrası manzarayı gördüğünüzde düşünceleriniz neler oldu?
Mehmet Ali GÜÇ: Sanki ikinci surun üflenmesi gibi gözümüzü açmış, neresi yıkılmış, neresi duruyor diye korku ve dehşetle seyrediyorduk.
Mustafa DEMİRCAN: Çok dehşet verici bir manzaraydı. Akrabalarımdan, öğrencilerimden ölüm haberleri gelince: “Yıkılan bu binaların sorumlusu her kimse, hesap vermeli.” diye düşündüm.
Nail ORHAN: Samimiyetimle söylüyorum, mahşer yeri aklıma geldi. İnsanların mahşerde çırılçıplak haşrolacağı ve kimsenin kimseye bakmayacağı, çünkü yeterince derdinin olacağı hadisi aklıma geldi. Kimi eşofmanıyla, kimi geceliğiyle, kimi yalın ayak çıktığının farkına sonradan vardı. Çığlıklar, bağırmalar… Mal, mülk kimsenin aklında değildi.
Mahmut İRİ: Bağlık, çığlık, depremin korkunç sesi, yağmur… Sanki mahşer yeri gibiydi. “Rabbim bizi affet” diye dua ediyordum. Nasıl bir ruh halindeydim ki o hali bizzat yaşadığım halde sanki sabah her şey eskisi gibi olacak, işe gideceğim gibi zannettim.
Mehmet ALİKO: Düşünündüm ki bu Allah’ın azameti, büyüklüğü ve “Ey kullarım kendinize gelin” diyordu. Çünkü insanlar bırakın İslami şuuru, ahlaki şuurdan bile uzak bir konuma gelmişti.
Soru: Sizi etkileyen bir olay var mı?
Mehmet Ali GÜÇ: Diğerkâmlık, isar ruhunun zirveye ulaşması beni çok etkiledi. Bir yerde enkazda çalışırken cenaze sahibi bize acıyor, “gel biraz ısının” diyordu. Diğer yandan canı pahasına enkazların altına giren ekipler de beni çok etkiledi.
Nail ORHAN: Allah inancı çok zayıf, dine bakış açısı çok farklı olan bir komşum vardı. Zaman zaman kendisine tebliğ yapıyordum. Deprem sonrası binayı terk ederken “Allahu Ekber, La ilahe illallah” diyerek çıkması beni çok etkiledi. Kur’an’da “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir” ayeti aklıma geldi. İnsanın ne kadar aciz olduğunu bir kez daha gördük.
Mahmut İRİ: Evden çıkarken bir battaniye ve bir yorgan almıştım. Battaniyeyi eşim ve çocuğuma vermiştim. Parkta Suriyeli bir aile gördüm. Ellerine köpük parçaları almış yağmurdan korunmaya çalışıyordu. Yorganı onlara verdim, adam teşekkür etti. Bunu sana nasıl geri vereceğim, diye sordu. Ona yardımcı olmak beni de mutlu etti.
Mehmet ALİKO: Arkadaşım aradı. Anne ve babasını merak ettiği için bulunduğu yerden Maraş’a gideceğini söyledi. Ben de acele etmemesini, yol durumunu öğrendikten sonra çıkmasını söyledim. Ama duramamış 50 dakikalık yolu 3 buçuk saatte gitmiş. Ulaşınca aradı. Telefonda ağlıyordu: “Gitti bizim Maraş! Gitti nazlı Maraş!” diye.
Fikret Ç: Herkes korku içindeydi. Öyle ki esmer denecek insanların yüzleri beyaz gözüküyordu.
Soru: Hayatınızda neler değişti?
Mehmet Ali GÜÇ: Depremde Allah dışında ne varsa hepsi bir anda silinip yok oldu. Allah, tek sözü geçenin kendisi olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Allah dışında her şey iflas etmiş; fani olanla baki olanın birbirine karıştırılmaması gerektiğini bir kez daha ortaya konulmuştu. Dünya gözümde küçüldükçe küçüldü. Allah’ın rızasını her şeyin en üstüne koydum. Hayatı yeniden tahlil etmeye başladım.
Mustafa DEMİRCAN: Vademiz dolmamış. “Rabbim, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı kıl” diye dua ediyorum.
Nail ORHAN: Deprem sonrası çocuklarımı Nevşehir öğretmen evine yerleştirdim. Görevim gereği geri döndüm. İki arkadaşla Malatya’ya girerken “nerede kalalım” diyorduk. 3 gün önce Malatya’da nerede kalalım der miydik? Bir cenaze olduğunda “tüm şu binalar senin olsa ne olacak” deriz ama bunu derken bile “acaba benim olsa” diye sorgularız. Şimdi tüm şehir senin olsa içine girecek ev yoktu. Şu an başka bir şehirde yaşıyoruz. Hayal de kuramıyoruz. Yaşamanın, dostluğun kıymetini bildik. Malın, mülkün, eşyanın, paranın değersiz olduğunu yani kıymetsizliği bildik. Umarım bunlar unutulmaz ve insanlar altı ay sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmezler. Tabi ki evler sağlam olmalı ama bir yaprak bile Allah’ın izni olmadan yere düşmez. Allah kendini gündeme aldı, Ben varım diyor. Gündemimizden düşürmeyiz inşallah. Kendimden ziyade çocuklarımın acılı ölümü, bir de amellerimin Huzur-ı İlahi’deki değerini düşünmek korkutuyor beni. Bir de sorularınız arasında yok ama yazarsanız sevinirim: Türkiye’de devlet, polis, halk, asker birlik oldu. Suriyeli göçmenler hakkında vatanlarını neden terk ediyor, madem zor şartlar var, kadınları ve çocukları bıraksın, erkekler savaşsın gibi sözler duyuluyordu. Bak hiç de öyle değil durum. On il halkı kendi ilini terk etti ve erkekler de geldi. Ve bize devlet ve halk sahip çıkıyor Elhamdülillah. Ama oradaki Suriyeliler bir taraftan PKK, bir taraftan DAEŞ, bir taraftan Esed zulmü altındalar… Allah korusun ümmeti.
Mahmut İRİ: Şu an bir işim yok. Asgari ücret de alsam bir işim vardı. Antakya diye bir şehir yok, insanlar yok. İnşallah her şey düzelir. Rahman’ın huzurunda kazananlardan oluruz inşallah.
Mehmet ALİKO: Allah Teala diyor ki; “Ey yer ehli, siz birbirinize merhamet edin ki gök ehli de size merhamet etsin.” Yaşananların bir hikmeti vardır diye düşünüyorum. İnşallah ümmet kendini toparlar.