KAPAK- Vahyin Değerleriyle Beslenmek

KAPAK- Vahyin Değerleriyle Beslenmek

İnsan denen meçhul, Allah’ın en muhteşem ayetlerinden biridir. Bir tarafı kokuşmuş çamur, diğer tarafı üflenmiş ruh olan insanın[1] sağlıklı yaşaması için hem ruhunun hem de maddi bedeninin gerekli değerlerle beslenmesi gerekir. İnsan, maddi anlamda ayakta durmak için ihtiyacı olduğu mineralleri, vitaminleri besin yoluyla alır. Aynı şekilde kişinin zihin dünyası gerekli değerlerle doyurulmadığında manevî anlamda çöküş kaçınılmazdır.

Zihin Sağlığımız İçin Helal Bilgi

Sağlıklı bir yaşam için helal ve temiz yollardan gıda alması gereken insan, zihin sağlığı için de helal ve temiz yollardan beslenip ihtiyacını karşılamalıdır. Kirlenmiş dünyanın değer yargılarından kendisini koruyarak helal bilgilerle sahih bir düşünceye sahip olmalıdır. Aksi takdirde zihinsel berraklığa, saf bir düşünceye sahip olması beklenemez. Helal gıda Müslüman için ne anlam ifade ediyorsa helal içerikli fikirler de bir o kadar önemlidir. Haram gıdayla beslenmenin vücuda etkisi olduğu gibi haram fikirlerle beslenmenin ruha olan etkisi de inkâr edilemez bir gerçektir. Diğer yönden besinlerdeki yapay ve sahte katkı maddelerinin insanın yapısı ve sağlığı açısından oldukça tehlikeli olduğu herkesçe mâlumdur. Anlam dünyasını, gayrimeşru fikirlerle besleyenler de mazotla çalışan arabaya benzin konulması gibi bir durumla karşılaşır ve bu gibi kişilerin zihinleri çalışmaz hale gelir.

Yediğimiz şeylerin genetiğinin bozuk olup olmadığına dikkat ettiğimiz gibi fikir dünyamızın tohumları olan kavramlarımızın da içyapısının el değmemiş olmasına dikkat edilmelidir. İsrail tohumu gibi genetiği bozulmuş GDO’lu maddeler nasıl ki insan sağlığına zararlı ise içeriğiyle oynanmış, Batı patentli GDO’lu fikirler, vahiy dışı anlayışlar da zihin dünyamıza bir o kadar zararlıdır. Kavramlarımızın genetiğinin bozulduğuna dair bir misal verecek olursak günümüzün özgürlük anlayışı ile Hz. Bilal’in zihnindeki “özgürlük” eşdeğer değildir. Birinde Allah’tan başka hiçbir varlığa kul olmamak, diğerinde ise Allah’tan başka her şeye köle olma anlamı vardır. Günümüz özgürlüğü öz(ü)gürlükten ziyade özkörlük içermektedir. Yıllarca zihinlere işlenen pozitivist eğitimin doğal sonucu olarak kavramların ve değerlerin genetiğiyle oynandığı için şu anda özgürlük denilince akla cinsel özgürlük, keyfince yaşama, kafaya göre takılma gibi sentetik anlayışlar gelmektedir. Elimizi çabuk tutmazsak zihinsel kokuşma, kavram yozlaşması yaşayan tuhaf bir neslin ayak sesleri çok yakında duyulacaktır.

Son günlerde salgına yakalanır gibi “her düşünceye saygı duyma, her fikre açık olma” hastalığı revaçta olsa da bu durum kişinin anlam dünyasında iflasa yol açan zihinsel bir travmadır. Seçici ve dikkatli olmadan abur cubur ile beslenmenin insanın midesini ve bünyesini bozduğu gibi vahiyle beraber her türlü haber kaynağına, düşünce dünyasına, bilgi sistemine ve bilgilenme tarzına açık hale gelenler de aynı şekilde zihinsel ifrazata uğrarlar. Zira Müslüman her düşünceye değil hür düşünceye açık olmalıdır. Bunu temin eden tek yer ise özgürlüğün adresi olan İslam’dır.

Mideyi, sıcak-soğuk, ekşi-tatlı gibi zıt şeylerle beslemek ya da tıka basa alakasız yiyeceklerle doldurmak mide bulantısına yol açabilir. Vahyin süzgecinden geçirmeden, çağın çarpık fikirleriyle zihinlerini dolduranlarda da zihinsel bulantı, anlayış/bakış bulanıklığı ve fikrî karışıklık gibi yan etkilerin oluşması kaçınılmazdır. Kişi, temiz kaynaklarla zihin dünyasını beslemediğinde zamanla “sahte ve yapay” ön kabullerle kendini ayakta tutmaya çalışır. “Müzik ruhun gıdasıdır.” gibi sunî düşüncelerle kendine çıkış yolları arar. Hâlbuki ruhun gıdası vahiydir. Vahiy, Allah’ın insanlık için gökten indirdiği ziyafet sofrasıdır.[2]

Ruhun Gıdası: Vahiy ve Sünnet

İslâm’dan beslenen Müslüman, tevhid ve ahiret inancını ayakta tutan ayetlerle ve bu davayı çağlara taşıyan vahyin ulvî işçileri olan peygamberlerle inanç değerlerini oluşturur. Bunlar, Kur’an’dan alınması gereken en temel gıdalardır. Vahiy, hayatı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini öğreten değerler manzumesidir. Vahiy; “insana, eşyaya, tabiata, varlığa karşı konumumuz nedir, daha da önemlisi üst varlık olan Rabbimiz karşısında nasıl vaziyet alınır?” bunu öğreten ilahî bir bakış açısıdır.

Kur’an’ın ana konularından olan peygamberlik mücadelesi, kötülüklere ve çarpık anlayışlara karşı insanın bağışıklık sistemini geliştiren yaşanmışlıklardır. Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin kutlu davasını, neredeyse her sûrede günlük hayatımıza ışık olsun diye anlatır. Tarih sahnesinde insanlığa ve çağlara seslenen bütün peygamberlerin, değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilahî yasaları nasıl yılmadan tebliğ ettiklerini dile getirir. Böylece Kur’an, değişip dönüşüm geçirmeden, zikzak çizmeden, her zaman ve zeminde, sağına ve soluna bakmadan “Ben Müslümanım” diyebilmenin ciddiyetini ve cesaretini peygamberler üzerinden gösterir. Hakkın yılmaz savunucularıyla zihinlere nübüvvet aşısı yapar. Bunun için ilahî bildiri olan Kur’an, küfürle çatışmayı göze alan Nuh, İbrahim, Musa ve İsa aleyhimüs selam gibi tevhid davasının nice peygamberlerini çağlara hakkı tesis eden şahsiyetler olarak tanıtır.

Fikrî Hastalıklar ve Tedavi Yolları

Düşünce sistemi ve hayatı anlamlandıran bilgi dünyası, vahyin kaynağından, nübüvvet kurumundan uzak tutulduğu zaman şeytanî düşünceler, iblis kaynaklı fikirler insanı istila eder. Çünkü hayat, boşluk kabul etmez bir gerçekliğe dayanır. Bilgi ve değerler dünyası vahiyden yalıtılmış kişilerde kişilik karmaşası ve şahsiyet bunalımı görülür. Zihinleri yeterince vahiyle beslenmediği için bu gibi kişiler, sabah İslamî kafa yapısına sahipken bakarsınız ki gün içerisinde bazen pragmatist bazen modernist bazen realist bazen de demokrat refleksler geliştiren birileri oluverirler. Ya da İslam dışı fikir ve inançların şemsiyesi altında olmayı kendileri için şeref sayarlar. Tıpkı Kıptî kültür içerisinde eriyen ve benliğini kaybeden Mısır’ın dünkü şaşkın İsrailoğulları gibi. Kendi öz değerlerinden beslenmeyen zihinler sömürüye açık hale gelir. Nitekim Cezayir ulemasından Malik bin Nebi’nin de ifade ettiği gibi “Sömürgecilikten daha tehlikeli olan şey, fikrî olarak işgale uğrayan zihinlerin sömürüye müsait hale getirilmesidir.” Düşüncesi, sömürüye açık hale gelen bu tür kişilerin sistemli bir şekilde verilen bönleştirici eğitim sonucu değerlendirme sistemleri, reddetme refleksleri ve melekeleri yok edilmiştir. Zihinleri, küfrün tezgahlarında işlenen bu kişilerde artık inançlarını tehlikeye atan, şirk katkılı çarpık fikirleri kucaklama ve onların doğruluğuna inanma gibi bir garabet açığa çıkar. Bu durumun yaşanmaması için Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin uyarı mahiyetinde söylediği şu hadis-i şerife kulak vermek gerekir:

“Hayırlı ameller işlemekte elinizi çabuk tutun. Zira karanlık gecelerin parçası gibi fitneler/zihinsel ve toplumsal çöküşler meydana gelecek. O günlerde kişi, sabah mümin iken akşam kâfir bir zihniyete sahip olacak ve dinini az bir dünyalık değer karşılığında satacak.”[3]

Besmele Çekilmiş Bilgiler

Tevhid’in sembolik ifadelerinden biri de besmeledir. Yani hayatın her yerini ve yönünü Allah’a göre ayarlayarak ondan onay alma durumudur. Besmele, yenmek üzere kesilecek bir hayvanın kesiminde kasıtlı olarak söylenmediğinde hayvan leşe dönüşür. Çünkü Allah’sız bir tavırla eylem gerçekleşmiştir. Yine yerken ve içerken besmele bilerek dile getirilmediğinde bu durumumuz şeytana ortak edilmiş olur. Allah’ın kontrolünden geçmemiş besmelesiz fikirler ve bilgilenmeler de leş hükmündedir ve şeytanın kontrolüne geçmiş sayılır. Bunun için hayatın bütün yönlerinde özellikle bilgi bombardımanı altında olduğumuz şu günlerde her bilgi ve haberi bismillah filtresinden geçirerek zihnimize yerleştirmek zorundayız.

Bilgilenmede Doğru Yol ve Yöntem

Dinimizi, inanç değerlerimizi nereden aldığımız, fikriyatımızı hangi düşüncelerle beslediğimiz önemli bir meseledir. Zira tabiin âlimlerinden olan İbn Sirîn’in (rhm.) şu sözü, konunun ciddiyeti açısından hala günceldir: “Namaz dindir, vahyin bilgisini elde etmek dindir. O halde dininizi kimden aldığınıza dikkat edin.”[4]

Her mesleğin bir ustası, her ilmin de bir üstadı olur. Hiçbir ilim el yordamıyla öğrenilemez. Kadîm ilim kültürümüzde bir kimse ilmini kimden almış, öncelikle buna bakılırdı. Bu sebeple Kur’an ve sünnete dair bilgiyi bu ilmin bizzat ehlinden, hocasından almak gerekir. Hangi hocaları dinlediğimiz, hangi kitapları okuduğumuz, kimleri takip ettiğimiz, ne tür haber kaynakları ile meşgul olduğumuz zihniyetimizin şekillenmesi açısından önemli bir husustur. Yiyeceklerin yerli olması ne kadar önemliyse düşünce dünyamızın da organik olması o kadar önemlidir. İnanç dünyamız yabancı düşüncelerden ayıklanıp yerli olmalı ve ümmet havzasından beslenmelidir. Nitekim zemzem suyu bile hoş olmayan bir suyla karıştığında özelliğini kaybeder. Bu durumun en acı örneği, tarihte Haricîler diye adlandırılan zihniyette görülmüştür. Gıda zehirlenmesinin yol açtığı tehlikeye benzer “bilgi zehirlenmesi” yaşayan dünkü Haricî tehlikesi hala güncel bir şekilde yaşanmaktadır. Vahiy ve sünnet bilgisini zihnine tam oturtamayan ve ehlinden almayan bu tür kişiler, ilim sahibi olmadan fikir sahibi oldukları için dinlerini ideolojiye indirgemişlerdir. Peygamberimiz, zihinsel duruluğun ve dinginliğin sağlanması için bilgi kaynağı olarak Kur’an’ı bırakıp başka yerlerden din edinme tehlikesinden dolayı bazı sahabelerini çok ciddi bir şekilde uyarmıştır. Bir gün elinde Tevrat sayfaları gördüğü Hz. Ömer’i[5] ve eski dini metinlerden Yusuf Kıssası’nı okuyan bir sahabîyi, Kur’an ve sünnetin dışında bilgilenmeyi ve buralardan beslenmeyi hoş karşılamadığı için şu sözlerle ikaz etmiştir: “Ben aranızdayken Musa/Yusuf aleyhisselam dahi gelse siz beni bırakıp onlara yönelirseniz cennet yolunu kaybeder, dalalete sürüklenmiş olursunuz.” [6]

Çocuğun Zihinsel Gelişimi

Sahabe-i Kirâm, tertemiz olan çocukların zihinleri tevhid ayetleri ile şekillensin, Allah’ı daha küçük yaşta tanısınlar diye konuşmaya yeni başladıkları günlerde önce “la ilahe illallah” sözünü öğreterek tevhid aşısı yapmışlardır.[7] Daha sonra çocuklar anlamlı bir şekilde konuşmaya başladığında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin tavsiyesi ile Rabbimizi güzel ve çarpıcı bir şekilde anlatan Furkan Sûresi’nin ilk ayetleri öğretilerek masum dimağlara Allah hakikati kazınmıştır.[8] Böylece Hz. İbrahim’in, “Ey Rabbim! Beni ve neslimi puta tapanlardan eyleme!” duasının tezahürü olarak sahabeler, çocuklarının hiçbir dünya görüşüyle kirlenmeden, kalplerinde tevhid düşüncesinin kök salması, inanç değerlerinin İslam’la mayalanması için kelime-i tevhid ve bu anlamı içeren ayetleri çocuklarına öğretmeye çalışmışlardır. Bu uygulama, ihya edilmesi gereken sünnet olarak bizleri beklemektedir. Ne yazık ki günümüz çocukları, zihinlerinde tıpkı sahabe çocuklarında olduğu gibi İslam’ın temiz kaynakları ile çiçekler açması gerekirken dijital dünyanın, medya çöplüklerinin etkisi altında kalmaktadır. Daha acısı annesinin kucağından koparılarak gayri sahih bilgilenme yerleri olan okul öncesi eğitim kurumlarında eğitim adı altında öğütüm işlemleri yapıldığı için zihinleri yanlı(ş) bir şekilde biçimlendirilmektedir.

Zihin Sağlığı

Sağlık açısından bir kimsenin midesini tamamen yemeğe ayırması uygun değildir. Üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de havaya ayırmalıdır. Nitekim bir Müslümanın zihin yapısının bir bölümü vahiy, diğer bölümü vahyin nasıl yaşanacağının pratik karşılığı olan sünnet/hikmet, diğer bir bölümü de dinin toplumsal planda yaşanmışlığı olan sahabe hayatı ile doldurulmalıdır. Daha sonra okuma ve tecrübelerle elde edilen her türlü bilgi, zihnin bu üçlü yapısından onay alıp “helal bilgi” olduğuna karar verildikten sonra değerler dünyamıza ve hayatımıza yerleştirilmelidir. Zihne kodlanan bu bilgi kuru bilgi/malumat olmaktan çıkıp ilim seviyesine ulaşır. Çünkü ilim, dayanak noktası “vahiy+sünnet+sahabe örnekliği” olan ve kişiye cennet kazandıran bilgiye denir. İslam’da talep edilmesi öğütlenen ilim de bu ilimdir.[9]

Tarih boyunca bu üçlü yapıyı peygamberler eliyle tesis etmeye çalışan İslam, bu sistemi ortadan kaldıracak iki zihinsel tehlikeye karşı uyarır ve gözümüzü açmak ister. Birincisi şirk diğeri ise ehli kitap sendromudur. Şirk, din katkılı gâvurluk iken ehli kitap şirk katkılı dindir. Bu konuyu biraz daha açarsak şirk, Allah’a yetki sınırlandırması getiren, izin verdiği ölçüde dine yaşama hakkı tanıyan, böylece dini kontrolü altında tutan yaşam biçimidir. Ehli Kitap bakış açısı ise; özelde hayat anlayışının Yahudileşmesi ve Hristiyanlaşması demektir. Bu düşünce biçimi, sözde vahyin değerlerini terk etmiyor gibi görünse de esasında şirkle kurulan izdivacın adıdır. Ama her ikisinin din ile yüzeysel bağlantısı vardır: Örneğin, Mekke müşrikleri hayatın bazı noktalarında dine yer açmalarının gereği olarak Kâbe’yi tavaf edip Hac ibadetini ifa etmişlerdir. Yahudi ve Hristiyanlar da tevhid dini olan İslam’ın içerisine pagan Roma’nın şirk inanışlarını boca ederek dinlerini tanınmaz hale getirmişlerdir. Rabbimiz, bu sapmaların bir benzerinin günümüz Müslümanlarının hayatında da yaşanmaması için vücudun suya olan ihtiyacı gibi Fatiha Sûresi’ni günde kırk kez kıldıkları namazlarda okunması suretiyle zihinlere içirir. Dinlerini şirk inanç değerlerinden, Yahudi ve Hristiyan bakış açısından koruyan Fatiha Sûresi, Müslüman zihinlerin ufkunu şu şekilde açar;

“Ey insan! Hayatı, varlığı, eşyayı ve insanı her türlü zihinsel kirlilik demek olan şirkten uzak tutarak sadece Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla ve O’nun öngördüğü şekliyle ele al! Övülmesi gereken en büyük değer olarak Allah’ı kabul et! O’nu yüceltmek, gereği gibi takdir etmek, O’na minnet duymak demek olan hamd bil ki sadece Allah’a aittir. Dahası senin Rabbin rahman ve rahimdir. Yani dünyada bütün varlıklara, ahirette ise sadece müminlere özel olarak rahmet sahibidir. Rahmet sahibi olması seni gevşekliğe sürüklemesin. Aynı zamanda senin Rabbin ahiret gününde hesaba çekecek tek otoritedir. Ey insan! Rabbini böyle tanıdıktan sonra şirke düşmeden, zihnini bozmadan, Müslümanca bir tavırla Allah’a kendini sen de şu şekilde tanımlamalısın;

Ya Rabbi! Seni tanıdıktan sonra Seni bırakıp hiçbir kimseye ve ideolojiye, kurum ve kuruluşa hayatımızı feda etmeyeceğiz. Bundan böyle ancak biricik ilah ve rab olarak seni kabul edecek ve sadece sana kulluk edeceğiz. Söz veriyoruz, yalnız senden yardım isteyeceğiz. Ey Rabbimiz! Bizi dosdoğru yola ilet. Nimet verdiğin kişilerin yani peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoluna ilet. Dünyevileşmeleri sebebiyle peygamberlerini öldüren, kitaplarını yaşanmaz hâle getiren, şirk ile barışık yaşayan ve bunun sonucu olarak Allah’ın gazabına uğrayan Yahudilerin ve dinlerini sadece kalbe hapseden, hayattan kopuk yaşayan, böylece İslâm’dan uzaklaşıp Roma’nın değer yargılarıyla hayat sürdükleri için dalâlete düşen Hristiyanların yoluna iletme. (ÂMİN)”[10]

Zihinsel Gelişimde Sûrelerin Etkisi

Her sûrenin hayatımıza bıraktığı olumlu etkileri vardır. Bütün hücrelerimizi, diriltici vahiyle besleyerek hayatımızı dinç kılmak zorundayız. Az önce ifade ettiğimiz üzere, zihnimizin ekmek ve su gibi günlük ihtiyacı olan Fatiha Sûresi olmadan ne namaz olur ne de inanç sistemimiz ayakta durur. Bu sûreyi namazda, cenazede, hastalığımızda, sağlığımızda, psikolojimizin düzelmesinde kısacası hayatımızın neredeyse her yerinde okuruz. Her zaman tek gıdayla beslenilmediği gibi zihin dünyamızın da hep aynı surelerle doyurulmaması gerekir. Bilindik sureler olan Fatiha, İhlâs vb. sûrelerinin yanı sıra Kur’an’ın her bir sûresinden istifade edilmesi elbette yerinde olacaktır. Anlam dünyamızın bütün hücreleri, vahyin her bölgesinden yani Kur’an’ın bütün ayetlerinden beslendiğinde fikrî hastalıklara karşı dayanıklı olacaktır. Kur’an coğrafyasının her yerinden vahiy takviyesi alındığında vücut sistemi daha zinde kalacaktır. Bunu isterseniz örneklendirerek izah edelim;

Bakara Sûresi, deyim yerindeyse kemik gelişimine katkısı olan, kişiyi omurgalı ve oturaklı kılan bir sûredir. Şeytani virüslere karşı kalkan olan bir sûredir.[11]

Âl-i İmran Sûresi, vahyin kontrolünden uzak, aşırı sevginin peygamberlerini bile putlaştırıp bunun sonucu olarak açığa çıkan şirk tehlikesine karşı panzehir niteliğinde olan bir sûredir. Ayrıca zihni, bunamaktan kurtarıp şirk kanserine yakalanmaya engel olan bir sûredir. Din tanımaz çağın karşısında kişiyi pasif ve donanımsız bırakan Hristiyanlaşma enfeksiyonuna yakalananlara, iman koruyucu özelliğiyle şifa olan bir süredir.

Nisa Sûresi de karı ve kocanın sorumluluk alanlarını, mirasın adaletli pay edilmesinin zaruretini dile getirir. Hayattan kopuk bir din anlayışının, dikkat edilmediğinde iman sarayında kalıcı ve olumsuz izler bırakabileceğine dikkat çeker.

Maide Sûresi, zihinlerin ancak vahyin sofrası ile doyabileceğini, kişinin hayat boyu yanına azık olarak takvayı alması gerektiğini öğütleyen bir sûredir.

Hemen belirtelim ki Bakara, Âl-i İmran, Nisa ve Maide suresi gibi bazı sureler Medine’de indirildiği için “Medenî Sûre” diye isimlendirilir. Medine’de indirilen bu sûreler, sosyal ve siyasal hayatı düzenleyen, Allah’ın kırmızı çizgileri demek olan helal ve haramları bariz bir şekilde ortaya koyan sûrelerdir. Öncelikle zihne iman değerleri yükleyen Mekkî sûreler okunduktan sonra Medenî sûrelerin okunup anlaşılması usûl açısından daha münasiptir. Yoksa dönem karmaşası yaşanıp kişide anlamayı güçleştiren zihin taşları oluşturabilir.

Manevi açıdan dirençli kılan Enâm, Yunus, Zümer sûreleri ve “Hâ-mîm” harfleri ile başlayan sûreler, tevhidi en çarpıcı şekilde zihinlere yerleştiren sûrelerdir.

Araf, Hûd, Yusuf, İbrahim ve “Tâ-sîn” harfleri ile başlayan sûreler grubu ise zihin felci ve şirk vebasına yakalanmamak için peygamberler koridorunda nübüvvet havasını ciğerlerimize çekmeyi zaruri kılan sûrelerdir. Bu sûreler, sahte lider ve önderlerle akıl tutulması yaşayan, dolayısıyla peygamberler tarihini unuttukları için zihinsel alzheimer tehlikesi geçiren kişilere oldukça iyi gelir.

Değerleri en yüksek olan sûreler ise insanın omuzlarına ağır yük bindiren, saçları ağartan Hûd Sûresi ve kardeşleri olan Vâkıa, Nebe, Tekvir ve Murselât sûreleridir.[12]

İsrâ, Kehf, Meryem ve Taha sûreleri, ruhu çevreleyen şirk zincirlerini kırıp kişiyi özgürleştiren surelerdir. Ayrıca Ashab-ı Kehf’in, Hz. Meryem’in ve İsa aleyhisselamın duruşlarıyla genç kalmanın iksirini içinde barındıran sûreler topluluğudur.

Yâsin Sûresi, Kur’an’ın kalbidir.[13] Zihnimize format atan, kişiye manevi kalp ameliyatını gerçekleştiren sûredir. Şehrin öbür ucundan koşarak gelip peygamberlere destek çıkmanın destansı mücadelesini öğreten, ayrıca zihin yazılımımızı virüslerden koruyan bir sûredir.

Vâkıa Sûresi, cennete duyulan özlem sonucu dünyalık değerlere bel bağlanmayacağını, asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu ifade eden ve seküler metal yorgunluğunu gideren bir süredir.

Unutmamak gerekir ki yatmadan önce Mülk Sûresi’ni aç veya tok ruha içirmek kabir aydınlığına iyi gelir.[14]

Nebe Sûresi’nden Kur’an’ın sonuna kadar yer alan sûreler, kıyamet ve ahiret konusunu gündeme getirerek dünyalıklara aşırı bağlananların zihinlerini şoklayıp gönül gözünün açılmasına yarayan sûrelerdir.

Şirk detoksu yapacak olanlara mutlaka her gece yatmadan önce Kafirun ve İhlâs Sûrelerini okumaları tavsiye olunur.[15] Ayrıca kâfirle hesaplaşmayı ve küfre karşı “Dur! Sana söyleyeceğim çok şey var, beni iyi dinle! Ben, kabul ettiğiniz saçma sapan bütün değer yargılarınızı ve kulu-kölesi olduğunuz her şeyi reddediyor, kabul etmiyorum.” demek suretiyle iman kaslarını geliştiren bir sûredir.

Felak ve Nâs Sûreleri somut ve soyut şer güçlere, şeytan ve şeytanca davranışlara karşı koruyucu özelliği olan antiseptik bir sûredir. Mikrop kapmış ruhların iyileşmeleri için dua ilacına sarılmasını öğütleyen ve sığınılması gereken tek mercinin Allah olduğunu gösteren iki özel sûredir.

Bu sûrelerle vahyin gıdasını alırken duadan, namazdan, ihsan ve takvadan, dünyaya karsı esaslı duruş demek olan zühdden, edepten, terbiyeden, merhametten, gözyaşından, insanı kendine getiren deprem görüntülerinden, infaktan da beslenmemiz gerektiğini aklımızdan hiç çıkarmayalım.

Hazmedilmeyen Bilgi Zihin Sağlığına Zararlıdır

Besin değerleri midede sindirildikten sonra nasıl ki kana karışıp vücuda yarayışlı oluyorsa vahiyle beslenen bir Müslümanın da her bir sûreden, hadislerden aldığı değerleri öncelikle zihninde hazmetmesi, sindirmesi ve hayatında dengeli şekilde enerjiye dönüştürmesi gerekir. Zira kişinin gönül dünyasında vahiyle beslenen fikir yumağı aceleye getirmeden düzgünce sarılmalıdır. Bir çocuğa verilen gıdayla yetişkine verilen gıda aynı değildir. Dini, dimağlara yerleştirirken kişisel farklılıklar, uygun ortam ve zamanın gözetilmesi en önemli konulardır. Sübhaneke duasını bile okumada aciz kalan, zihinlerindeki bilgiler henüz tam demlenmediği için basiret körlüğü yaşayan bazı kişiler, iki ayet ve hadisle dünya kurmaya kalkışmaktadırlar. Sonra da sindirilmemiş bilginin, tecrübeyle terbiye edilmemiş bu düşüncenin sonucu işin altından kalkamayınca suçu dine atarak dinin sanki bir fantezi olduğunu ve yaşanamayacağını iddia etme cüretini gösterirler.

Vahyin yüz on dört kapısından girip 6236 değerini özümsemiş, binlerce hadisi içine sindirmiş, peygamber öncülüğünde Müslümanca kalmayı başarabilmiş ve ruhunu iman değerleri ile Allah’a teslim etmiş Müslüman artık cennete girmeyi hak eder ve Rabbimizin şu sözüne muhatap olur:

“Hiç sıkıntı yaşamadan cennete güven içerisinde giriniz!”[16]


[1] Hicr Sûresi: 26.

[2] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân: 3350.

[3] Tirmizî, Sünen: 2195.

[4] Dârimî, Mukaddime: 433.

[5] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid: 1-178.

[6] Abdurrezzak, Musannef, 10158.

[7] Abdurrezzak, Musannef, 7977.

[8] Abdurrezzak, Musannef, 7976.

[9] İbn Mâce, Sünen: 925.

[10] Fatiha Sûresi: 6-7.

[11] “Şeytan, Bakara Sûresi okunan eve yaklaşamaz, uzaklaşır.” (Müslim, Müsâfirîn, 212).

[12] Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’an 56 (3297).

[13] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.

[14] Tirmizi, Fedâilü’l-Kur’ân: 9.

[15] Ebu Davud, Sünen: 5055

[16] Hicr Sûresi: 46.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.