KAPAK- Ümmetin Hayatında Mücadele

İnsanlığın iyiliğe, doğruluğa ve hayra kavuşması için verilen mücadele tarih boyunca hep olagelmiştir. Mücadeleciler, insanın ahsen-i takvim sırrına uygun olarak eşref-i mahlukat hakikatine binaen Allah’ın Halifesi olma bilinciyle tüm kâinata karşı derin bir sorumluluk hissederek çevrelerini bu konuda uyarmış ve ona doğru sevk etmişlerdir. Haliyle yeryüzünde karışıklık, kargaşa ve huzursuzluğun ortadan kalkması için mücadele etmeyi, hayatın asli gayelerinden biri olarak kabul etmişlerdir. Hayrın hâkim olması ve şerrin def’i için mücadeleden hiçbir zaman geri durmamışlardır.
Mücadeleciler, başta peygamberler olmak üzere, davasına sadık olanlarla değerlerini koruyan salih kimselerdir. Peygamberler ile başlayan mücadele geleneği, çağımıza kadar kesintiye uğramadan devam etmiştir.
Hak yolunda batıla karşı verilen mücadeleyi; bıkmadan, usanmadan, teslim olmadan, ümit kesmeden sürdürmek gerekir. Zira ahiret tarlası olan dünyada, ukbayı kazanmak için nefisle, şeytanla, şanla, şöhretle, makamla, mevkiiyle kısaca imtihan olunabilecek her şeyle ölene kadar mücadele etmek gerekir.
Allah Teâlâ, “Nefsini arındıran felaha erer.” ayet-i kerimesinde bizlere nefsimizi arındırmayı emretmiştir. Temizlenmeli ve kendimizi düzeltmeliyiz. Düzeltme ise mücadele ile olur, bir çaba gerektirir. Çünkü yıkmanın kolay, yapmanın ise zor olduğu bilinen bir gerçektir.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- hazretleri, Tebük seferinden dönüşlerinde, sefere iştirak eden mücahidîn-i kiram hazarâtı gayet yorgun, bîtab, mecalsiz idiler. Her ne kadar düşman ile karşılaşılmadı ise de yolun uzunluğu, yazın şiddetli sıcağı, suyun ve erzakların kifayetsizliği onları, haylice yıpratmıştı. Aynı zamanda da küffar bertaraf edilmiş ve evlerine dönerek rahat edeceklerini düşlerlerken Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ilk sözleri şöyle oldu: “Küçük cihaddan büyük cihada döndük”.
Ashab-ı kirâm radıyallahu anhüm, merakla sordular: “Büyük cihad nedir ya Resûlullah?” Cevaben buyuruldu ki: “Nefis ile cihad…”
Nefsimizle doğruluk için mücadele edeceğiz ve sorumluluğumuzun bilincinde olacağız. Çabalama ve gayret etme insan için vardır. Hayvanlar, iradeli canlılar olmadığından fıtratlarıyla oynamazlar ve seciyeleri (içgüdü) neyi gerektirirse o şekilde davranırlar ve bundan da sorumlu değildirler. İnsan ise akıllı ve iradeli bir varlık olduğu için hem hayvan hem de meleklerden ayrı tutulmuştur. Bu anlamda bir mümin kötü duygulardan nefsini arındırma, toplumu inşa etme ve Allah’ın halifesi olarak yeryüzünü ıslah ile mükelleftir, sorumludur.
Sonuç itibariyle dünya imtihan âlemidir. Öyle ki kişi berzah âleminden koptuğundan beri müşahede âleminde hep bir arayış içinde olmuştur. Aslına dönme sâikiyle hareket etmede kimi dünyanın seyrine dalıp asıl gayesini unutmuşken kimi de güzele ve asıl olana dönüş gayreti içinde bulmuştur kendisini. Bu manada insanlar iki tür halinde çıkar karşımıza: Mücadeleciler ve müsteslimler.
Mücadeleciler dünya hayatının imtihanını bilip sürekli ona göre nefisleriyle mücahede edip ebedi mutluluğu yani ahireti hedeflerken, müsteslimler ise dünyaya ayak uydurup anlık mutluluğu tercih ederek ahireti görmezden gelirler. Elbette ki insan nisyan ile ma’lûldür. Hatalarımız olacak. Ancak bunlarla da mücadeleyi ve tövbeyi bırakmamamız lazım. Ahiretini unutan insanlar mücadeleden vazgeçenlerdir. Ümitsizlik şeytandandır. Bu itibarla Rabbimizden, kendimizden ümidimizi asla kesmeden mücadeleye devam edeceğiz.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyruğu bize dünya hayatının bir imtihandan ibaret olduğunu gösterir. Biz de bu hadisten mülhemle bir atasözümüzde “Ne ekersen onu biçersin” düsturunu hayata geçirerek her dem bir mücadelenin olması gerektiğine kani olmuşuz. Vereceğimiz mücadeleyle ahiretimizi önceleyip insan olmaya ve kendimizi arındırmaya çabalayacağız. Peki, bu mücadele nasıl ve neye yapılmalı?
Peygamberimiz insanlara İslam’ı tebliğle mücadele içindeydi. Gayesi; dünya ve ahireti güzelleştirmekti. Ashab, Mekke döneminde imanlarını muhafaza için müşriklerle mücadele halindeyken, Medine döneminde ise münafıklarla (hainlere) mücadele halindeydi. Hulefa-i Râşidîn iktidarlarında adaletle idare için, da’vet aşkıyla, yalancı peygamberlere karşı orduların sevkiyle mücadele ettiler.
Bu anlamda ulema, talebenin tedrîsine; ehl-i hak, hakikati aramaya; mürşid, mürîdini irşâda gayret eder. Günlük yaşayışımızda, anne, tedbir-i menzil; baba, tahsil-i maişet; evladın ise tahsîn-i hulk ile meşgulü söz konusu değil mi?
Misaller insana güç verir, destek olur. İnsanoğlu kendi gibilerini gördükçe yolu aydınlanır. Bu sebeple örneklerimizi çoğaltıp genişletebiliriz. Mücadele kendi içinde fedakârlıklar da barındırır. Örneğin; peygamberimiz insanlığı İslam’a davet etti. Bu konuda tehditlere, eziyetlere maruz kaldı. Yasir ve ailesi işkencelere sabretti, İslam’ın ilk şehidleri olarak ana-babasını kaybetti, yetim ve öksüz kaldı. Bilâl-i Habeşî, müşriklerin eziyetlerine tahammül etti. Ebû Zerr, Kâbe’de okuduğu Kur’ân’dan dolayı dayak yedi. Mus’ab annesinin eziyetlerine sabırla karşılık verdi. Bu yaşananlar bizim için usve-i hasenelerdir.
Müslümanlar İslam’ın ilk dönemlerinde peygamberimiz etrafında birleşmişlerdi. Bu cepheyi sarsmaya yönelik münafık ve müşriklerden gelen tepkilerden mesela Uhud’da Abdullah b. Übey ve avenelerinin 300 küsur münafıkla savaştan firar etmesi; Yahudilerin, Medine’yi korumak üzere beraber imzaladıkları Medine Vesikası’nı kabul etmeyerek ahidlerini her zaman olduğu gibi çiğnemesi gibi karşı çıkışlar, peygamberimiz ve ashabının verdiği mücadeleyle cevabını bulmuştur.
Peygamberimizden sonra ise asıl yapmamız gereken mücadeleyi aksattığımızdan mücadelenin değişen seyri bizi bir süre sonra kendi içimizde birbirimizle mücadele eder hale getirdi. Bunun ilk adımını peygamberimizin vefatında yaşanan olaylarda görüyoruz. Zamanla birbirimize olan tahammülsüzlüğümüz, dünyalığın bizi kuşatmasıyla çekişmelerimizi daha da arttırdı. Böylece mücadelelerimizin zemininde kaymalar oldu ve dünyalık için mücadele etmeye başladık.
İşte Cemel-Sıffîn olayında Hz. Ali-Aişe arasındaki mevzular, Hz. Ali-Muaviye kavgaları, Hz. Hasan-Hüseyin’in Yezid elinden şehadetleri, Ahmed b. Hanbel’in Emeviler ile Kur’ân’ın yaratılmışlığına dair Mihne olayı, Ebu Hanîfe’nin Emeviler’in kadılık teklifini reddetmesi, Emevî-Abbâsî hanedanlarının çekişmeleri, Endülüs’teki mücadelenin zayıflatması, Abbasiler dönemindeki tavaif-i mülûk devletleri ve çekişmeleri, Fatımi, Karmati, Büveyhi devletlerinin ehl-i sünnet dışı iddiaları…
İslam’ı anlayan, dünyayı tanıyan, tarihten ders alan büyüklerimizden mücadeleyi düzeltmeye çabalayanlar da yok değildi. Ne zaman İslam âlemi mücadele zeminini doğru yakalayıp hatasını düzeltti, muhalifini belirledi, kendini doğru konumlandırdı, işte o zaman izzetini tekrar kazanmış oldu. Böylece Memlukler, Selahaddin Eyyûbî’nin birlik çabalarıyla; Selçuklular, Haçlı Seferlerine karşı durmalarıyla; Osmanlılar batı fetihleriyle mücadelenin kime karşı olması gerektiğini ortaya koydular ve başarılı oldular.
Mücadelemizde karşı tarafı doğru seçmeliyiz. Aksi halde birbirimize düşer, gücümüzü kaybederiz. İmtihanımız bazı zamanlarda zenginlikle, bazı zamanlarda iktidarı ele geçirmekle bazı zamanlarda bu elde ettiğimiz nimetlerin elimizden gitmesiyle olur.
Buradan hareketle zaman zaman pörsümeler, durgunluklar, karışıklar veya sapmalar olduğunda Rabbimiz derleyici, birleştirici kanat önderleri ile bizlere istikamet göstermektedir. Bizler Peygamberimizi, Ashâbı, Hulefâyı, Ulemâyı, Ümerâyı, Ecdâdımızı mikyâs alıp mücadele edeceğiz. Geçmişte Hassan el-Benna, Seyyid Kutub, Abul A’la Mevdudi, Şah Veliyyullah Dehlevi, Takiyyuddin Nebhani, Ömer Muhtar, Şeyh Şamil, Hasan et-Turabi ve Aliya İzzetbegoviç gibi önemli Müslüman öncülerin motiveleriyle günümüze kadar ıslah, ihya ve tecdid hareketleri nasıl gelmiş ise kıyamete kadar da böyle sürecektir.
Bizler tabi olduğumuz esaslarımızı kaybetmeden, kardeşlerimizi küstürmeden, yolda bulduklarımızı yola çıktıklarımıza tercih etmeden, sağlam adımlarla doğru yolda yürümekle sorumluyuz. Mücadelemize devam edeceğiz. Gaflete düşmeyeceğiz. Arınmaya çabalayacağız. Tercihlerimizle insan olmaya gayret edeceğiz. Hayatımızda müsteslimlerden olmayacağız, mücadelecilerden olacağız. Mücadelede muhalifimizi doğru seçeceğiz. Peygamberimizi, Ashâbı, Hulefâyı, Ulemâyı, Ümerâyı ve Ecdâdımızı ölçü alıp mücadeleye devam edeceğiz.