KAPAK – Uhud Savaşı

KAPAK – Uhud Savaşı

İslam tarihi, biz Müslümanlar için okuyup ibret almamız gereken nice sayısız olaylarla doludur. İslam tarihine baktığımızda yapılan her bir savaşın da hem o günün müslümanlarına hem de bu dönemde yaşayan bizlere önemli dersler verdiğini görmekteyiz. Bu anlamda bu savaşların belki de en önemlilerinden birisi de Uhud’dur. Bu yazımızda Uhud savaşını ayrıntıları ile anlatmak yerine daha çok bizlere verdiği mesajların üzerinde duracağız.

Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında yapılan ikinci büyük savaş (625) olan Uhud Savaşı’nda, dehşetli hüzün manzaralarıyla hayâtın birçok acı ve tatlı safhaları büyük bir kulluk olgunluğu içinde yaşanmıştı. Bir taraftan büyük bir îman vecdi içinde, sabır, tevekkül, teslîmiyet ve kadere rızâ zirve seviyede sergilenirken, diğer taraftan bir anlık gaflet ve dünyâya meyil gibi nefsi zaaflar yüzünden çok acı imtihanlarla da karşılaşılmıştı.

Savaş öncesi duruma kısaca baktığımızda şunları görmekteyiz. Bedir’de ağır bir yenilgiye uğrayan Kureyşliler, Müslümanlardan intikam almak için reisleri Ebû Süfyân’a savaş hazırlıklarına hemen başlaması hususunda baskı yapıyorlardı. İntikam hisleri yanında, Müslümanların, Suriye-Mısır ticaret yolunu kesmeleri ve kervanlarına baskınlar düzenlemeleri de onları endişeye sevk ediyordu. Kureyşliler, çevredeki dost ve akraba kabilelerden de yardım alarak topladıkları 3.000 kişilik bir orduyla Bedir Gazvesi’nden bir yıl sonra Medine’ye doğru yürüdüler. Resûl-i Ekrem yenilgiye uğramalarından endişe duyduğunu bildirmesine rağmen, Bedir Gazvesi’ne katılmamış bazı gençler ile düşman ordusunun ekili arazi ve bahçelerini tahrip etmesine kızan Ensârdan bazılarının ısrarı üzerine çoğunluğun görüşüne uyularak 1.000 kişilik orduyla şehre 5,5 km. uzaklıktaki Uhud’a gitmeye karar verdi.

Hz. Peygamber cuma namazının ardından bir konuşma yaparak sabırlı oldukları takdirde zafer elde edeceklerini ifade etti. İkindi namazından sonra hazırlıklarını tamamlayan müslümanlar Mescid-i Nebevî’de toplanmaya başladılar. Daha önce meydan savaşı için ısrar edenler evinden dışarı çıkan Rasûlullah’a tutumlarından dolayı pişmanlıklarını belirttiler ve savaşın nerede yapılacağı konusunda kendisinin karar vermesini istediler. Resûl-i Ekrem onlara şöyle dedi: “Bir peygamber zırhını giydikten sonra Allah onunla düşmanları arasında hüküm verinceye kadar çıkarmaz. Eğer sabreder ve görevinizi yaparsanız Allah zaferi size ihsan edecektir.”

Yolda, münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl 300 kadar adamıyla ordudan ayrılıp şehre geri döndü. Yanında kalan 700 sahabesiyle Uhud dağı eteklerine gelen Rasûlullah, Müslümanların en büyük sancağını Mus‘ab b. Umeyr’e teslim etti. Arka tarafı emniyete almak için Ayneyn tepesine Abdullah b. Cübeyr komutasında elli okçu yerleştirdi ve onlara, savaşın seyrine bakmaksızın, kendisinden bir emir gelmedikçe yerlerinden ayrılmamalarını emretti.

İki ordu 7 Şevval 3 (23 Mart 625 ) Cumartesi günü karşılaştı ve Müslümanlar başlangıçta Kureyşlileri püskürtüp geri çekilmeye mecbur bıraktılar. Düşmanın bozulup kaçmaya başladığını gören okçular, kumandanları Abdullah b. Cübeyr’in bütün ısrarlarına rağmen yerlerinden ayrılarak ganimet peşine düştüler. Ayneyn tepesinin stratejik önemini tıpkı Rasûlullah gibi takdir eden Kureyş ordusunun süvari birliği komutanı Hâlid b. Velîd, Müslüman okçuların yerlerinden ayrıldığını görünce, savaşın kaderini değiştirecek bir hamle ile yerinde kalan birkaç okçuyu şehit ederek İslam ordusuna arkadan saldırdı. Bu hamlenin ardından savaşın seyri bir anda değişti. Rasûlullah, miğferinin halkaları iki şakağına battığı için yüzünden yaralandı, alt dudağı kanadı ve dişi kırıldı. Ayrıca Rasûlullah’ın öldürüldüğüne dair yayılan yalan haberin etkisiyle çatışmalar yavaşladı. Müslümanlar Uhud dağının eteklerine çekilerek Hz. Peygamber’in; müşrikler ise Ebû Süfyân’ın etrafında toplandılar; iki ordu birbirinden ayrıldı ve savaş sona erdi.

Uhud Gazvesi’nde müslümanlar yetmiş şehid vermiş, Hanzale b. Ebû Âmir dışındaki şehidlerin hepsine işkence yapılmış, organları kesilmiştir. Müşrikleri destekleyen Hanzale’nin babası Ebû Âmir oğlunun cesedine işkence yapılmasına engel olmuştur. Vahşî, Hz. Hamza’nın ciğerini sökerek Bedir Gazvesi’nde babası, amcası ve kardeşi öldürülen Ebû Süfyân’ın karısı Hind’e götürmüş, Hind ciğerden bir parçayı ağzına alarak çiğnemiş, Vahşî’ye de mükâfat olarak ziynet eşyalarını vermiştir. Resûl-i Ekrem amcası Hamza’nın ciğerinin çıkarıldığını, burnunun ve kulaklarının kesildiğini görünce çok üzülmüş, halası Safiyye, kardeşi Hamza’nın şehid edildiğini duyunca savaş alanına gelmiş, büyük bir üzüntü içinde dua ve istiğfarda bulunmuştur.

Şehidler ikişer üçer kişi olarak aynı kabirde kefensiz ve üzerlerindeki elbiselerle birlikte defnedildi. Uhud’da şehitlerin cesetlerinin müşrikler tarafından parçalanması, kulak ve burun gibi uzuvlarının kesilmesi Müslümanları büyük acıya boğmuş, bazı Müslümanlar da buna karşılık olmak üzere müşrik cesetlerine aynı muameleyi yapmak istemişlerdi. Fakat bu konuda nazil olan Nahl suresinin 126. ayeti ve Hz. Peygamber’in uyarısı üzerine bu düşüncelerinden vazgeçtiler.

Resûl-i Ekrem, Uhud şehidlerini her yıl ziyaret etmiş, onlara Allah’tan mağfiret dilemiş, vefatına yakın zamanda da şehidlere bir ziyarette bulunmuştur. Kendisinden sonra Hulefâ-i Râşidîn ve diğer birçok sahâbî de onun bu uygulamasını sürdürmüştür.

Uhud Gazvesi müslümanlar için ders ve ibretle doludur. Rasûlullah her zaman olduğu gibi bu savaşta da istişareye önem vermiş, Ayneyn geçidine yerleştirdiği okçuların onun emrine uymamaları ve yerlerinden ayrılıp ganimet toplamaya başlamaları savaşın seyrini değiştirmiştir. Bu da zaferin sabırla ve kumandanın emirlerine itaatle kazanılabileceğini göstermektedir. Ganimet elde etme arzusu Allah rızasını kazanmanın ve Hz. Peygamber’e itaatin önüne geçmiş, bu durum yenilgiye yol açmıştır. Bu mağlubiyet Müslümanlara, itaat etmemenin, gevşeklik göstermenin ve çekişme içine girmenin sonucunun kötü olduğunu ve başlarına gelenin de sırf bu yüzden olduğunu bildirmektedir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğimiz sırada size olan vaadini gerçekleştirdi. Nihâyet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra zaaf gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) Emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, âhireti isteyenler de. Sonra sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi (kaçıp hezimete uğradınız. Buna rağmen) Sizi bağışladı…” (Âl-i İmran, 152)

Uhud Savaşı doğru ve samimî mü’minlerle yalancı münafıkların birbirinden ayırt edilmesini sağlamıştır. Çünkü Bedir savaşında, Allah Müslümanları düşmanlarına galip getirip şöhretleri etrafa yayılınca, aslında İslâm’a girmeyen kimseler, görünüşte onlarla birlikte İslâm’a girmiş gibi göründüler. Allah Teâlâ, kendine inanan hakiki mü’minlere içlerindeki münafıkları alenen göstermek için bir sıkıntıyı sebep kıldı. Münafıklar bu savaşta (Uhud’da) başlarını gösterdiler, içlerinde gizlediklerini konuştular, mü’minler de böylece kendi yurtlarında bazı düşmanlarının olduğunu öğrenip onlara karşı önlem aldılar ve ihtiyatlı olmaya çalıştılar.

Uhud Savaşıyla beraber Müslümanlar, Allah’ın dost ve taraftarlarının iyi günde ve kötü günde, sevdiklerinde ve sevmediklerinde, düşmana galip geldiklerinde ve düşman kendilerine galip geldiğinde kulluğun nasıl olacağını öğrendiler. Sevdikleri ve sevmedikleri hususlarda itaat edip kulluğun gereğini yerine getirirlerse Allah’ın gerçek kulu olacaklarının bilincine eriştiler.

Uhud savaşının sonucunda müşriklere fiiliyatta hiçbir neticesi olmayacak aldatıcı bir zafer takdîr olunarak, onların gâfil ve âtıl bir sûrette hareketsiz kalmaları temin edilmiş oldu. Bu aldatıcı zafer ile Bedir’den beri müşriklerin gönlünde biriken kin ve öfke sâkinleşmiş, geçen zaman içinde onların İslâm’a karşı duydukları şiddet ve soğukluk azalmıştır. Bu öfke ve kinin sakinleşmesi, onların kalbinde zamanla yerini İslam’a karşı daha sakince bir yaklaşıma bırakmış ve bunun neticesinde de kalplerinin İslam’a ısınmasına neden olmuştur.

Uhud savaşında dikkati çeken hususlardan birisi de sahabenin yediden yetmişe Uhud Gazvesi’ne katılmak ve şehîd olmak için yarışmalarıdır. Çocuk denebilecek yaştaki gençler, Rasûlullâh’ın ordusuna nefer olabilmek için her türlü çâreye başvurmuşlardı. Bu şekilde her yaştaki insanın ölüme koşmasındaki sır, kalplerinin kuvvetli bir îmanla dopdolu olması ve kâinâtın yaratılış sebebi olan Rasûlullâh’a karşı gönüllerinde duydukları üstün muhabbet hissidir. Bu îman ve muhabbet nerede bulunursa, orada her türlü yiğitlik ve cesâret mevcuttur. Nerede de azalmışsa, orada tembellik, çekingenlik, zillet ve korku ortaya çıkar. Bu muhabbetin yolu ise zikri artırmak, Rasûlullâh’a salâvatı çoğaltmak, Allâh’ın nîmetleri üzerinde tefekkür etmek ve Rasûlullâh’ın ahlâkı ile istikâmetlenmenin gayreti içinde bulunmaktır.

Uhud’da Allah’ın resulünün yaralanması ve şehîd olduğu haberinin yayılması, mü’minler için mühim bir hikmeti ihtivâ etmektedir. Bu olaylar ve haberlerle Allâh Resulü’nün de bir beşer olduğunu, zamânı geldiğinde O’nun da Rabbi’nin huzûruna gideceğini, O’nun vefâtından sonra mü’minlerin gerisin geri dönmeyip Peygamberimizin gösterdiği yolda devâm etmeleri lâzım geldiğini öğrenip, bu tür hâdiseler başlarına gelmeden önce, bir bakıma kalben hazırlanmış oldular.

Öte yandan müslümanlar Uhud’da fazla kayıp vermekle birlikte ezilmemiş, hatta savaşın sonuna doğru toparlanarak düşmanı takip etmiştir. Geri dönüp onlarla savaşma cesareti gösteremeyen müşrikler birçok müslümanı öldürüp intikam duygularını tatmin etmiş, ancak müslümanları ortadan kaldırma ve Medine’yi işgal etme amaçlarını yine gerçekleştirememiştir.

Sonuç olarak, Allah Resulünün hayatında gerçekleşen her olay bizler için ibret vesilesidir. Zahirde olumsuz gibi görünen bütün olaylarda çıkarılacak dersler vardır. Müslümanlar olarak peygamberimizin hayatının her kesitini çok iyi tefekkür ederek dersler çıkarmalı ve zor dönemlerden geçtiğimiz bugünlerde her zaman olduğu gibi peygamberimizin rehberliğini kendimize şiar edinerek Allah’a layık bir kul olma gayreti içinde olmalıyız.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.