KAPAK- Uhud Bizi Sever

Uhud Savaşı, Bedir’de yenilgiye uğrayan Mekkelilerin bunun intikamını almak için ertesi yıl (625) büyük bir ordu toplayıp Medine’ye yürümeleri sonucu yaşanmıştır. Ebu Süfyan komutasındaki Mekke ordusu paralı askerlerle birlikte 3000 mevcuda sahipken, 1000 kişiyle Medine’den ayrılan İslâm ordusu yolda ayrılanlar olmasından dolayı 700 kişiyle Uhud’a ulaştı.
Savaşın ilk bölümünde Mekkelilerin verdikleri kayıplar sonucu geri çekilmesiyle Müslümanlar ilerlemiş, Resulullah’ın geride bıraktığı okçuların ganimet toplama kaygısıyla bulundukları tepeyi terk etmeleri neticesi, Mekke süvarilerinin İslâm ordusunu arkadan çevirmesiyle Müslümanlar arasında başlayan kargaşa bir bozgun havası oluşturmuştur. Resulullah’ın Uhud Dağı eteklerine çekilmesiyle ordunun etrafında toparlanmasından sonra savaş nihayete ermiş ve Mekkeliler geri çekilmişlerdir.
Uhud Savaşı’nın nedenlerine baktığımızda en belirgin faktörün Mekkelilerin Bedir’in intikamını almak istemeleri olduğu görülmektedir. Çünkü kayıpları sadece savaş alanında bıraktıkları ölülerle sınırlı değildi. Mekke’nin siyasî ve ekonomik konumu böyle bir yenilgiyi kabullenmelerinin önünde ciddi bir engel oluşturmuştur. Sarsılan itibarlarını kurtarmak öncelikli meseleleri olmuştur.
Öte yandan İslâm tebliğinin başladığı sırada Arabistan yarımadasının sahip olduğu siyasî, dinî ve sosyo-ekonomik yapısı ve bunlar etrafında şekillenen ilişkiler ağı, İslâm’ın yayılması yolunda Resulullah’ın stratejisini belirlemiştir. Tebliğin başladığı Mekke, Arabistan’ın ticaret merkezi konumundaydı. Dolayısıyla Mekkeli kabileler ve bunların ileri gelenleri Arap kabileleri arasında öne çıkmışlardı.
Resulullah’ın Mekke’de yaşadığı zorluklar neticesi Medine’ye hicret etmesiyle birlikte İslâm’ın yayılması amacıyla siyasal bir konfederasyon kurması dönemin şartları açısından bir mecburiyet olarak görülmektedir. Zira İslâm’ın hedeflerine ulaşması adına Mekkelilerin etkisinden kurtulup hareket alanını genişletmesi için Medine’de oluşan birliğin diğer Arap kabilelerine ulaşmasını gerektiriyordu. Bu amaca ulaşması için Mekke’nin gücünün kırılması öncelikli hedef olarak belirlenmiş ama Mekke’nin itibarını yok etmek yerine bu itibarı İslâm’ın kullanımına sunma kaygısı güdülmüştür.
Hicretin ikinci yılında Mekke’nin can damarı olarak nitelenecek ticaret yolunun kesilmesi Bedir Savaşı’nın yaşanmasına neden olmuştu. Bedir’de Müslümanların kazandığı zafer, belirtildiği üzere Uhud Savaşı’nın asıl nedeni olarak kayıtlara geçmiştir. Bununla birlikte Medine’den sürülen ve Müslümanlara olan kinleri daha da artan Beni Kaynuka Yahudilerinin liderlerinden Ka’b b. Eşref de Mekkelileri savaşa teşvik etmiş ve yardım vaadinde bulunmuştu.
Mekke’nin kaybettiği itibarı tekrar sağlamak ve Müslümanların elde ettiği üstünlük sonucu Arap kabilelerinin İslâm’ı kabul etmesi ihtimalini ortadan kaldırmak için hazırlıklara başlayan Mekkeliler, yıl boyunca Mekke’nin civarındaki kabilelerden asker toplamaya girişmiş ve sonuç olarak iki bin paralı toplamayı başarmışlardır. Hazırlıklarını tamamlayan Ebu Süfyan liderliğindeki üç bin kişilik Mekke ordusu 624 yılının 21 Mart’ında harekete geçerek Uhud’a ulaştı.
Müşrik ordusunun haberlerinin gelmesinin ardından Medine’de, Resulullah’ın da ileri sürdüğü savunma savaşı yapılması yönündeki görüş, yapılan istişare sonucunda Bedir Savaşı’na katılmayanların şehir dışında savaşma fikrinin kabul edilmesiyle değişti. Yaklaşık bin Müslüman’ın bulunduğu İslâm ordusu, yolda ayrılanlar olmasından dolayı yedi yüz kişiyle Uhud’a vardı. İki ordunun savaş düzeni aldığı sırada Resulullah’ın savaş alanının gerisindeki tepeye okçuları yerleştirdiği ve onlara geri dönenleri çevirip arkadan gelebilecek saldırıları püskürtme görevi verdiği bilinmektedir.
Savaş başladıktan sonra muharebenin şiddetiyle Mekke piyadeleri geri çekilince, savaşın kazanıldığı zannıyla ve ganimet toplama kaygısıyla okçuların tepeyi boşaltmasının ardından süvarilerin İslâm ordusunun gerisinden başlattığı taarruz, Müslümanlar arasında kargaşaya neden oldu. Bu sırada Resulullah’ın öldürüldüğü yolundaki iddia, kargaşanın büyümesine ve Müslümanların geri çekilmesine neden oldu. Uhud Dağı’nın eteklerinde Resulullah’ın etrafında toplanan Müslümanlar bir parça düzeni tekrar sağlamayı başardılar.
Uhud ile ilgili ayrıntılar kaynaklarda yer aldığından dolayı savaş esnasında yaşananlarla, muharebe öncesi ve sonrası hakkında söylenenler, bu bilgiler etrafında şekillenmiştir. Ancak savaşın seyri ve sonuçlarıyla alakalı yorumlar birbirinden farklı olmuştur. Müslümanlar açısından yenilginin nedenleri meyanında söylenenler çeşitlilik arz etmektedir. Genel kanı, Müslümanlar arasında dünya malına tamah etme hastalığının artması ve buna bağlantılı olarak Resulullah’ın emrine rağmen okçuların yerinden ayrılması, Uhud Savaşı’ndan zihnimize kazınan en önemli çıkarım olmuştur. Dolayısıyla inandığımız hedeflere ulaşmak yolunda dünya malına meyil ve emre itaatsizlik başarısızlığın önemli nedenleri olarak görülmektedir.
Bununla birlikte konuyla alakalı ayetler durumu daha net bir şekilde önümüze koyar. Bedir Savaşıyla kıyaslandığında vaziyetin çok da olumsuz görünmediğini ve yaşananların altında yatan gerçeği “Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 140) ayetiyle bizlere ulaştıran Allah (c.c), Uhud’un ciddi imtihan alanı olduğuna işaret etmektedir.
Devamındaki ayet-i kerimede de savaş alanında yaşananların inananları günahlardan arındırmak için olduğunun ifade edilmesi, yenilgi gibi görünen durumun aslında bir imtihan olduğunu, zaferin Müslümanların olması durumunda imtihanın bir değerinin kalmayacağı vurgulanmıştır. İmtihanın boyutunun “Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” (Âl-i İmran, 142) ayetinden açıkça anlaşıldığı kadarıyla yüce Allah müminlere hitabında onlara ilâhî bir yasasını yani nihaî başarının iyilikler uğrunda gösterilecek özverilere bağlı olduğunu hatırlatmakta, Allah yolunda cihad etmeden ve cihadın gerektirdiği yaralanma, acı, ağrı gibi sıkıntılara katlanmadan, hatta canını feda etmeyi göze almadan ve buna katlananlarla katlanmayanlar ayırt edilmeden cennete girmeyi düşünmemeleri gerektiğine işaret buyurmaktadır. Dolayısıyla inananların karşılaştıkları sorun ne olursa olsun mücadele etmeleri gerektiği, bununla ilgili olarak her türlü fedakarlığı göstermeleri cennetin anahtarı olarak sunulmuştur.
Uhud’da yaşananların Allah’ın izniyle ve inananların samimiyetini sınamak için olduğunu bildiren ayet-i kerime (Âl-i İmran, 142), zafer ve başarının elde edilmesinde samimiyetin önemi belirtilmiştir. Diğer yandan savaş esnasında Resulullah’ın öldüğü iddiasının yayılmasının akabinde yaşananlar farklı bir konuya dikkatimizi çekmektedir. “Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.” (Âl-i İmran, 142), ilahî hitabı Resulullah’ın Allah’ın kulu ve elçisi olduğu gerçeğini bir kez daha vurgulayarak, hepimiz gibi ölümlü bir insanoğlu olduğunu hatırlatmaktadır.
Ancak burada asıl vurgulanan husus, İslâm nizamının kurulması ve yaşatılması sürecinde herkesin bir görevi olmasına rağmen birilerinin eksikliğinin bu ülkünün yaşamasına engel olmadığıdır. Dolayısıyla büyük davaların yürütülmesinde herkesin bir vazifesi olmasının yanı sıra kimsenin vazgeçilmez olmadığını, önemli olanın samimiyet ve Allah (c.c)’a teslimiyet olduğunu unutmamak gerekmektedir.
Uhud bu anlamda gerek yaşandığı çağa gerekse günümüze ulaşan mesajlarıyla inananlara önemli dersler vermiştir. Savaş sonunda Mekkelilerin Medine’ye saldırı planlarından emin olmak için gerekli tedbirler alınmıştır. Ebu Süfyan’ın bir yıl sonra Bedir’de tekrar savaşmak için meydan okumasını kabul eden Resulullah, İslâm ordusuyla birlikte bir yıl sonra Bedir’de beklemiş ancak Mekkeliler savaşa cesaret edemediği için gelmemişlerdir.