KAPAK-Teknolojinin Gölgesinde: Samimiyetin İzini Sürmek

KAPAK-Teknolojinin Gölgesinde: Samimiyetin İzini Sürmek

Modern dünya ve samimiyet desem, siz ne dersiniz bilmem ama samimiyet kavramı için 21. yüzyılın bir dönüşüm noktası olduğu kesin. Bizler kendi bağlarımız arasında sıkışıp boğulmaktan kurtulduk artık. Duygularımızı bastırmıyor, açık açık hissettiklerimizi söyleyebiliyoruz. “Tabular yıkılıyor, insanlar her zamankinden daha samimi” diyenler var. Bir de, tüm dünyaya anlık olarak ulaşabildiğimiz bu çağda birbirimize yaklaştıkça uzaklaşıyoruz. “Samimiyete rastlamak, altı çizilerek okunmuş kitaplara rastlamak kadar zor” diyenler de var. Peki; gerçekten bu teknoloji ve hız çağında “samimiyet” hala yaşıyor mu, yoksa insanlık tarihinin sayfalarında nostaljik bir şekilde kayıp mı oldu?

Bu soruyu cevaplamak için önce şunu cevaplamak lazım: Nedir kardeş bu samimiyet? Bir kelimeyle açıklamak mümkün müdür bilinmez ama TDK “içtenlik” demiş, sonra da “açık yüreklilik”, “senli benli olma durumu” diye ekleme yapmış. Yani, araya hiçbir şey girmeksizin; iç ile dışın bir olması, düşüncelerle davranışların örtüşmesi diyebiliriz. Mesela içten bir nasılsın sorusu, saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadığımız muhabbetler… Halbuki elle tutulur hiçbir şey geçmez ya bu uzun sohbetlerin ardından, karşılıksızdır yani. Hani, “aramızdaki samimiyete binaen söylüyorum” deriz, olumsuz da olsa olumlu da olsa içimden geçen bu, demek değil midir aslında? Maskesiz bir şekilde, bir şeyleri örtmek için uğraşmadan, roller arasında kaybolmadan kendimiz olmamızdır samimiyet. Gerçi samimiyeti sadece insanlar arası ilişkilerimize hapsetmek büyük bir haksızlık olur.

İnsanın önce kendisi ile samimi olması gerekir. İnanç, düşünce ve değerler ile davranışlar arasında uyum olduğunda kişi kendisi ile samimi olur. Peki ya aksi bir durum olduğunda? Mesela, yalan söylemenin doğru olmadığına inanan biri yalan söylerse neler olur? İçsel huzursuzluk. Yok mu bu hissin bir bilimsel ismi derseniz, tam burada sosyal psikolog Festinger’in ortaya attığı terimi vereyim ben sizlere: Bilişsel dissonans, bir insanın düşündükleriyle yaptığı şeylerin birbirine zıt olduğu anlarda ortaya çıkan rahatsızlık hissine verilen isim. İnsanın kendisine karşı samimiyetsiz olduğu zamanlarda çalan bir alarm gibi de düşünebiliriz. Peki, bu alarmı susturmanın yolu nedir? İnsan nasıl hal dünyası ile zihin dünyasını eş kılar, nasıl kaçınır bu iç huzursuzluktan? Aslında cevap basit: Önce kendini tanımak, sonra sahici ilişkiler kurmak.

Siz de takdir edersiniz ki; inanç, düşünce ve değerlerini yani kimliğini bilmeyenin, öz-samimiyete sahip olması beklenemez. İnsanın kendini tanıması içinse kendine ait düşüncelere sahip olması gerekir. İşte burada, modern dünya, samimiyet arayışımızda büyük bir engel çıkarıyor önümüze: Sosyal medya ile bozulan öz-algılarımız. Kendimize oluşturduğumuz pek çok sanal kimlik arasında kayboluyoruz. Akımlar, beğeni kaygısı, “en iyi versiyonumu paylaşmalıyım” baskısı derken gerçek versiyonumuzun kim olduğunu dahi unutuyoruz. Dahası, farkına varmadan düşünce nakline maruz kalıyoruz; başkalarının düşüncelerini içselleştiriyor, kendi düşüncelerimizden uzaklaşıyoruz.

Şimdi diyebilirsiniz ki, bir kavramı bu kadar genişletmek ne kadar mantıklı? O zaman biraz da basit ve herkesin anladığı türde samimiyetin ne olduğuna bakalım. Modern dünya, bizi sadece kendimizden değil, başkalarından da uzaklaştırıyor. Sosyal medyada onlarca kişiyle etkileşimdeyiz, çevremizde pek çok insan var, ama konuşmalarımız muhabbetten çok diyaloglara dönmüş durumda. Yalnız kalmamak için bir araya geldiğimiz insanlar var hayatlarımızda.  

Türk Dil Kurumu her yıl bir milyon kişinin oylamasıyla yılın kavramını seçiyor ve tahmin edin, bu yılın kavramı ne? “Kalabalık Yalnızlık.” Oylamaya değer bulunan diğer kelimeler arasında “merhamet,” “yabancılaşma,” “algoritma,” “yozlaşma,” “yapay zekâ” ve “dijital yorgunluk” var.[1] Kavramların her biri kısaca diyor ki: Kurduğumuz yüzeysel ilişkiler artık bize yetmiyor. Modern dünyada kendi kabuğumuza çekilmişiz ancak artık kendi kabuğumuza sığamıyoruz. Bunalıyoruz, daralıyoruz. 

Eğri oturup doğru konuşalım, dünya varoluşsal bir krizin tam ortasında ve içinde biz de varız. Sadece Amerika’da 38 milyon insan tek başına yaşıyor, ülkemizin nüfusunun yarısına denk bir sayı.[2] 2023 verilerine göre Türkiye’de ise son 10 yılda, yalnız yaşayanların sayısı %77,2 oranında artmış durumda ve 5,2 milyon insan yalnız yaşıyor.[3] Dünya genelinde insanların %30’u depresyon tanısına sahip. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, her yıl küresel ölçekte 720.000’den fazla kişi intihar ediyor.[4] Bu yaklaşık olarak her 40 saniyede bir intihar gerçekleşiyor demek.

Belki de en büyük problem şu: Birbirimize gerçek benliklerimizle mi yaklaşıyoruz, yoksa onay alacağını düşündüğümüz versiyonumuzla mı? İşte bu yüzden, insanlarla olan samimiyet de ancak öz-samimiyetin bir uzantısı olarak var olabilir. Kendi içindeki düğümü çözmeyen biri, başkalarıyla da derinlikli bağlar kuramaz. Samimiyet, içten dışa doğru inşa edilir.

Samimiyetin ne olduğunu hatırlamamız lazım. Gelin biraz Asr-ı Saadet’e gidelim. Hatırlarsınız, Esad bin Zürare (ra) ve yanındakiler bir Kur’an öğreticisi istemişlerdi kendilerine. Rasulullah (as) hiç tereddüt etmeden Musab bin Umeyr’i (ra) çağırmıştı. Bir senede Yesrib’i Medine kılmıştı ya hani Musab (ra). Düşünsenize, toplumun liderlerinden birisi, kılıcını kuşanmış ve size doğru geliyor. İçinizden ne geçerdi? Musab, Sâd bin Muaz’ın (ra) gelişini görünce sadece şunu dile getirdi: “Allah’ım, ihlasımı arttır. Allah’ım, sana olan samimiyetimi arttır.”

Ne kadar güçlü bir samimiyet değil mi? Sâd bin Muaz (ra), Musab’ı öldürmeye gelmişken, samimiyetinde can buldu. Musab gibi olabilseydik birbirimize… Hepimiz içten bir “nasılsın” duymayı arzuluyoruz, ama hangimiz o soruyu soruyoruz? Kelimelerimiz karşımızdakine ulaşmıyorsa, hangimiz kendi samimiyetini sorguluyor?

Boş olan her anımızı yutan bir eğlence sektörünün varlığında, samimiyeti yeniden bulabilmek için bir boşluk bırakmamız gerekiyor. Sürekli odağımızı talep eden her şeyden şöyle bir başımızı çevirip, kısa bir süre de olsa kendimizle baş başa kalabilirsek, her şey düzelebilir. Umutsuz olmak bizlere yakışmaz. Bir küçük boşluk, “samimiyetsizsiniz”i “samimiyet sizsiniz”e dönüştürebilir.

Evet, belki modern dünyada bizler hep birlikte yalnızlaştık. Belki yalnızlığımız asrın felaketi, belki samimiyetin müjdecisi, nasıl bakmak isterseniz. Bizler gözlüğü başımıza takmış halde gözlüğün nerede olduğunu arıyoruz. Elimizi atsak tutacağız. Şimdi asıl soru ise: Yerini öğrendiğimiz halde aramaya devam mı edeceğiz?

 


[1] Trt Haber, “Türkiye’de Günlük Sosyal Medya Kullanımı Ortalama 2 Saat 44 Dakika,” TRT Haber, February 7, 2024, https://www.trthaber.com/haber/bilim-teknoloji/turkiyede-gunluk-sosyal-medya-kullanimi-ortalama-2-saat-44-dakika-835186.html.

[2] Rhitu Chatterjee, “Americans Who Live Alone Report Depression at Higher Rates, but Social Support Helps,” NPR, February 15, 2024, https://www.npr.org/sections/health-shots/2024/02/15/1231585339/depression-cdc-study-loneliness.

[3] “Nüfus İstatistikleri Portalı,” accessed January 22, 2025, https://nip.tuik.gov.tr/?value=HanehalkiTipi.

[4] World Health Organization: WHO. (2024, August 29). Suicide. Retrieved January 22, 2025, from https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/suicide?utm

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.