KAPAK- Tebliğde Kur’anî Kavramlar

Tebliğ
Sözlükte “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamındaki teblîğ, kelâm ilminde “peygamberlerin yükümlü olduğu görevi, onların vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir. Günümüzde tebliğ kelimesi daha çok da’vet mefhumu yerine kullanılmaktadır. Da‘vet kelimesi terim olarak özellikle “İslâm’a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı” anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İslâm’a çağrı” (es-Saff 61/7), “imana çağrı” (el-Hadîd 57/8), “Allah yoluna çağrı” (en-Nahl 16/125), “Allah’ın kitabına çağrı” (Âl-i İmrân 3/23), “hakka çağrı” (er-Ra‘d 13/14), “hayra çağrı” (Âl-i İmrân 3/104), “kurtuluşa çağrı” (el-Mü’min 40/41), “hayat kaynağına çağrı” (el-Enfâl 8/24), “esenliğe çağrı” (Muhammed 47/35) gibi mânalara gelen ifadeler, da‘vetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir faaliyet olduğunu, dolayısıyla hem gayrimüslimlere hem de Müslümanlara yönelik olabileceğini göstermektedir.
Buna göre tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, inzâr, tebşîr, emri bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker gibi terimler de sözlük anlamları itibariyle da‘vetten farklı olmakla birlikte uygulama ve gayeleri bakımından aynı veya yakın mânaları ifade etmektedirler. Bu sebeple da‘vet ve tebliğ başta olmak üzere bu kavramlar sık sık birbirinin yerine kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber “Allah’ın davetçisi” (dâiyallah) olarak nitelendirilmiş (el-Ahkāf 46/31) ve ona yüklenen da‘vet vazifesi “da‘vet et” (ادع) emri yanında “tebliğ et” (بلغ), “hatırlat” (ذكر), “ikaz et” (أنذر) gibi daha başka kelimelerle de ifade edilmiştir.
Ayrıca pek çok âyette Hz. Peygamber’in görevinin ancak “belâğ” olduğu zikredilmektedir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/20; el-Mâide 5/92; er-Ra‘d 13/40). Tebliğ ile aynı kökten olan belâğ lafzı bütün bu âyetlerde “da‘vet” mânasını ifade etmekte, öte yandan İslâm dinini yaymanın yegâne yolunun da‘vet ve tebliğ olduğunu göstermektedir. (Mustafa Çağrıcı, “Da‘vet”, TDV İslâm Ansiklopedisi)
Kur’an-ı Kerim’e göre ilk davetçi; Allah’a ilk davet eden, Rasul-i Ekrem efendimiz (sav)’dir. Allah Teâlâ buyurur ki: “Ey Peygamber, biz seni hakikaten (bir şahit, bir müjdeci ve bir korkutucu ve Allah’a, O’nun emri ve tesiri) ile bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 45)
Kur’an-ı Kerim, Rasul-i Ekrem (sav)’e Allah’a daveti ve bu davete devamı ve bundan dönmemeyi tekrar tekrar emretmiştir.
“…Sen (insanları) sadece Rabbine davet et. Çünkü sen, şüphesiz dosdoğru bir hidayetin ta üzerindesin.” (Hacc, 67)
Rasulullah (sav), Yüce Rabbinden kendisine yakin gelinceye kadar Allah’a davete devam etmiştir. Davet ve tebliğ bütün nebilerin ortak görevi olup hepsi de vefatlarına kadar Rabbimizin yoluna insanlığı davete etmişlerdir.
İnsanları îmâna, hakka ve sâlih amellere davet etmek, kötülüklerden uzaklaşmalarına yardımcı olmak, en hayırlı vazifelerdendir. Zira bu, onları ebedî kurtuluşa çağırmak demektir. Cenâb-ı Hak bu ulvî vazifenin değerini şöyle haber verir: “(İnsanları) Allâh’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kişiden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
Nasihat
Nasîhat kelimesi “başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret” mânalarında kullanılmaktadır. İslâm âlimlerine göre nasihat farz-ı kifâyedir. Hz. Peygamber, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarından birinin de yüzüne karşı nasihatte bulunması veya gıyabında onun iyiliğini istemesi olduğunu belirtmiş (Tirmizî, “Edeb”, 1; Nesâî, “Cenâʾiz”, 52), özellikle kendisine nasihat edilmesini isteyenin bu talebine karşılık verilmesini emretmiştir.
Kur’an-ı Kerim’deki ayetler incelendiğinde davet ve tebliğde olduğu üzere bütün nebilerin ümmetlerine nasihatçi oldukları görülmektedir. “Ben size öğüt veriyor, sizin iyiliğinizi istiyorum.” (A’râf sûresi, 62) “Ben sizin için emin bir nasihatçiyim.” (A’râf, 68) gibi ayetler, Nuh aleyhisselam ve Hud aleyhisselam’ın kendilerini nasihatçi olarak vasfettikleri ayet-i kerimelerdir.
Nasihat; iyiliğinizi ve hayrınızı arzu ediyorum, samimiyetle kurtuluşunuzu istiyorum demektir. Nasihatin üç şartı olduğu söylenir: Müslümanların uğradığı musibetlere kalben üzülmek, Müslümanlara nasihat etmekte bıkıp usanmamak, insanlar gerçekleri bilmeseler ve hatırlatmayı hoş görmeseler bile onlara kurtuluş yollarını göstermek.
Emri Bil Ma’ruf Nehyi Anil Münker
Ma’ruf mefhumu, irfan kelimesinden gelen bilineni, münker ise tasvip edilmeyeni ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de mezkur şekilde ifade edilen (Âl-i İmran 103) bu kavram, iyiliğin hâkim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi, bu şekilde faziletli bir toplumun oluşturulması ve yaşatılması için gösterilen faaliyettir. Bu faaliyetin farz olduğu hususunda ümmetin alimlerinin icması vardır.
Emri bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker, fert ve toplum hayatına din, akıl ve vicdan tarafından benimsenen değerlerin ve yaşama tarzının hâkim kılınması; dinin, aklın ve sağduyunun reddettiği her türlü kötülüğün önlenmesi yolunda ferdî ve toplu gayretleri, siyasî ve sivil önlemleri ifade etmektedir.
İnzar ve Tebşir
İnzar, sonuçta zararına olacak herhangi bir işin yapılması durumunda insanın karşılaşacağı muhtemel “tehlikelerin bildirilerek uyarılması” anlamında bir kavramdır. İnzar, insan eğitimi açısından Kur’an’ın önemle işlediği bir davet üslubu ve eğitim metodudur. İnzarın, Kur’an’ın öngördüğü model insanın özelliklerinden olan takva kavramıyla yakın ilgisi bulunmaktadır.
Tebşir; sevindirici bir haber vermek, bildirmek, tebliğ etmek, dine çağırmak” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da ve hadiste yer alan ifadelerden tebşîrin mutlak şekilde hayrı ve iyiliği çağrıştırdığı, fakat aynı kavram şerle kayıtlandığında muhatabın hassasiyetle uyarıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim “Onları can yakıcı bir azapla müjdele” meâlindeki âyetler iman edip sâlih amel işleyen kulların cennetle müjdelenmesini gerektirdiği gibi aksi davranışlarda bulunan kimselerin azapla uyarılmasının gerektiğini ortaya koymaktadır.
Peygamberlerin müjdenin yanı sıra uyarma görevlerinin de bulunması, tebşîr ile inzârın dine davet konusunda birbirini tamamlayan iki yöntem olduğunu göstermektedir. Zira insanda dengenin sağlanması ve korunabilmesi için bu kavramların birlikte kullanılması icap eder. Allah’ın kullarına hitap etmesi sırasında tebşîr ve inzâr ile sağlanan dengenin benzeri, insanın Allah’a yönelik davranışlarında havf ve recâ şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İmanın hakikatinin bu kavramlar arasında yer alması insanın da iki yarı çember biçiminde tasavvur edilen dairenin ortasında bulunduğunu hatırlatmaktadır. Kişinin kendi hayatında ve toplum içinde olumlu fonksiyonlar icra edebilmesi tebşîr ve inzâr yarım dairelerinin birleşmesini zorunlu kılar. İnzâr bir itici güç olarak insanı arkadan sevk ederken, tebşir de önüne çıkabilecek engelleri aşmasını sağlar. İmanın birey ve toplum temelinde fayda sağlaması için inzâr ve tebşîrin etkili rol oynaması gerekir.