KAPAK- Tebliğ; Nasıl Ulaşalım?

“Tebliğ ve davet” Arapça iki kelime. Sonraları İslami iki kavram olmuştur. Kelimeler, farklı olsa da kullanım anlamları aynıdır. Hatta irşat da buraya dahil edilebilir. Allah, Rasûlü’ne, risalet görevi verdikten sonra Allah’ın Rasûlü anlatmaya başlamıştır. O, müşrik ve gayrimüslimleri sadece imana davet etmiştir. “La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah.” ifadesiyle insanları tevhide çağırmıştır. “La” diyen insanlar her şeyi reddediyor, akabindeki ifade ile de olana, Allah ve Rasûlüne teslim oluyor.
İslami bilgiye, birikime sahip Müslümanların tebliğ yapmak en temel görevlerindendir. Ama her bilimin bir girişi, bir usulü vardır. Tebliğin de usulü vardır ve bunun bilinmesi şarttır. Ha “Kalpten kalbe giden bir yol vardır, bilinmez.” Biz ona karışmayız. Alıcının özelliği yolları farklılaştırır. Ancak bilmenin gerekli olduğu yerlerde de bilmek şarttır. Çünkü bu mücadele gönüllerin fethi içindir.
Tebliğ budur. Allah Rasûlü bunu yapmıştır. Peki, insanları İslam’a çağırmanın yolu, yolları nedir? Tebliğde üç unsur öne çıkıyor. Üç unsurun önünde ise tebliğin insanların seviyesine (eğitim, kültür, inanış, yaşantı, kavrayış…) göre yapılması esastır. Sertlik ve yumuşaklık da zaman ve mekana göre değişir.
“(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl, 125) emri tebliğle ilgili değişmeyen kuraldır. Eğer kavrayış seviyesi yüksekse hikmetle çağır. Hikmet, akıl ve ilimle Allah’ı bulmak olduğu için onların akıl ve ilim seviyesini yakalamak gerekir. Şair mi, filozof mu, yazar mı, müspet bilimci mi… buna göre hitap etmeyi bilmek gerekir.
Bazılarının öğüte ihtiyacı vardır. Onlara insani özellikleri en güzel şekilde yansıtacak öğütler ver. Kavmî, dinî, nesebî, ahlâkî, hayatî… takıntıları, hastalıkları varsa onları güzel öğütle çağırmak gerekiyor.
Ayetin sonunda “en güzel şekilde mücadele et.” buyrulmakta. Yani mücadele etmeyi de bilmek gerekir. “Olmuyor” deyip pes etmemek gerekir. Bunun için de cesur olmalı, tehdit edenin tehdidinden, kınayanın ayıplaması ve kınamasından çekinilmemelidir. Abdullah bin Mesud’un Kabe’de Kur’an’ı kim okur sorusuna zayıf cüssesiyle her seferinde “ben” demesi tebliğdeki mücadele ve imandaki cesaretin örneğini oluşturur. Allah ondan razı olsun.
İnsan fıtratının zayıflığının farkında olan Allah Rasûlü İslam’ın öğretilerini insanlara olabildiğince sade ve basit bir üslupta sunmuştur. Nitekim O, Mu‘az b. Cebel ve Ebu Musa el- Eş‘ari’yi Yemen’e gönderirken “Kolaylaştırıcı olun, zorlaştırıcı olmayın, sevdirici olun, nefret ettirici olmayın.” buyurmuştur. Rahmet peygamberi insanlara sevgi diliyle yaklaşarak, İslam’ı gönüllere nakşetmeye çalışmıştır. Allahu Teala da Kur’an’da “Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın etrafındakiler dağılırdı.” (Âl-i İmran, 159) buyurarak Allah Rasûlü’nün yumuşak tavrını ortaya koymuştur.
Mücadelenin güzel olması, tebliğde üslubun öneminin vurgulanmasıdır. “Mücadele ve güzel” kelimelerinin beraber kullanılması dikkat çekici. Mücadele etmeli ama üslup ve yaklaşım güzelliğini terk etmemelidir. Hz. Cafer ve hicret edenlerin Habeş Kralı Necaşi karşısındaki duruşu ve tebliği önemli bir örnektir. Cafer (Allah ondan razı olsun), Necaşi’nin sorularını çok net bir biçimde cesurca cevaplıyor. Bu cevapları yalanlayamayan Mekke temsilcisi, “Sizin peygamberinizi de reddediyorlar.” deyince Necaşi konu hakkında bilgi istiyor. Cafer, cevap olarak Meryem suresini okuyor ve hiç yorum yapmıyor. Kararlılık, cesaret ve dik duruş Hz. Cafer’in Necaşi karşısındaki halidir ve çok etkili olmuştur. Bu hal, Habeş Kralı Necaşi’nin hidayetine vesile olmuştur.
Muhatabın konumunu, seviyesini, bilgisini iyi tespit etmelidir. Bu tespit, yaklaşım ve usulü kolaylaştırır.
Tebliğe muhatap olan insanlar karşısındakinin seviyesine de dikkat eder. Bu sebeple tebliğci de kendi durumunu, seviyesini bilmekle mükelleftir. Bir biyoloğa İslam’ı tebliğ edenin o alanda, psikoloğa tebliğ edenin o konuda bilgi sahibi olması yerinde olur. Denklik her alanda önemli bir unsurdur.
Şaire, söz ustasına Kur’an’ın bu yönleri etkili olmuş ve müşrikler kendilerine Kur’an dinlemeyi yasaklamışlardır. Çünkü dinleyen tutuluyor, meftun oluyor, etkileniyor.
Zengin, paraya düşkün olana İslam’ın ticaretle ilgili hükümleri, İslam ekonomisi, zenginliğe verilen değer, zekat ve sadakasını veren zenginle ilgili müjdeler dile getirilebilir. Allah Rasûlü’nün uygulamaları da bu yöndedir. Allah Rasûlü her fırsatta Mekkelileri İslam daveti aleyhine kışkırtan Ebû Süfyan’a dahi güzel muamelede bulunmuş, aralarındaki düşmanlığın güzelliğe dönüşmesi için, ona dönemin meşhur ve kıymetli hediyesi olan Medine hurması göndermiştir.
Kıyamete kadar “Üsve-i Hasene olan Allah Rasûlü hayatı boyunca her yerde, herkese ama herkese imanı, İslam’ı anlattı tebliğ etti. Panayırlarda, hac mevsiminde, Kabe’nin avlusuna oturdu, Taif’teki tebliğinin engellendiği, kendisine işkence edildiği kara günlerden sonra Mekke yolunda, karşılaştığı ilk insana tebliğ yaptı. Hz. Peygamber zengin, fakir, güçlü, güçsüz ayırt etmeksizin muhatap olduğu her kesimden insana insan olması hasebiyle değer vermiştir. O azılı düşmanlarına dahi hoşgörüyle, merhametle yaklaşmış, hiç kimseyi görmezden gelmemiştir. İslam’a karşı sert tavırlarıyla bilinen Benî Hanife kabilesi lideri Sümame’yi esir aldığı zaman ona eziyet etmeyi tercih edebilecek bir konumda olmasına rağmen, alemlere rahmet olan Allah’ın sevgilisi böyle yapmamış, aksine ona karşı iyi davranılmasını emretmiştir. Bu güzel davranış Sümame’yi çok etkilemiş olacak ki, İslam ile şereflenmiştir. Demek ki tebliğde insanlara şefkatle, merhametle yaklaşılmalı, kendisine eziyet edenlere dahi güzel muamelede bulunulmalıdır.
Zamanının aklı ve gönlü karışık büyük, küçük müşrikleriyle, insanlarıyla karşılaştı, onlara İslâm’ı anlattı. Kur’ân okudu. Anlamını açıkladı, düşündürdü. Hâliyle, sözüyle ve her şeyiyle dâimâ tebliğde bulundu.
Sahabe-i kiram Mekke’den, Medine’den ayrılmışlar ve Hindistan, Çin, Maçin, Malezya, Endonezya’ya kadar tebliğ veya ticaret maksadıyla gitmişler, aylarca, yıllarca orada kalmışlar, sözleriyle, halleriyle, yaşantılarıyla tebliğ yapmışlardır. Bugün saydığımız yerlerdeki Müslümanlar (Allah onlardan razı olsun) onların dünyaya emanetidir. Afrika’nın her yerine gidenler, ta Güney Amerika’ya ulaşıp anlatanlar Allah’ın has kullarıdır. Şimdi dünyanın her yerine çeşitli amaçlarla gidip sadece Müslümanlık görevini yerine getirmek maksadıyla tebliğ yapanları da unutmamalıyız.
KİM, asıl adı Kültürlerarası İletişim Merkezi, aynı zamanda bir vakfın kısaltılmış adı. Kendilerini şöyle tanıtmışlar:
Biz, “Kültürlerarası İletişim Merkezi” olarak 2010 yılından beri İstanbul’a gelen, İstanbul’da yaşayan, öğrenim gören veya çalışan gayrimüslimlere İslam’ı tanıtmayı gaye edinen bir düşünce ve aksiyon kuruluşuyuz.
Evet, İstanbul’da tarihi camileri ziyarete gelen turistlere İslam’ı anlatmak için kurulmuş bir organizasyon. Merak edenler sitelerine gidip ayrıntılı bilgi alabilirler. Başka dilleri, İslam’ı, camiyi bilen insanların gönüllülük esasına dayalı bu çalışmalarından Allah razı olsun.
Diyarbakır İl Müftülüğüne bağlı görevli ve gönüllüler, tarihi Ulu Camii’nde açtıkları stantta gayrimüslimlere İslam’ı anlatırken camiye uygunsuz kıyafetlerle girenlere de tesettür kıyafetleri hediye ediyorlar. Bu çalışma daha sonra genişlemiş ve camiye gelen isteklilere İslam anlatılmış. Beş dilden devam eden bu çalışma da takdire şayan ve zamana uygun bir metot. Bu çalışma daha ilk günlerde beş kişinin hidayete ermesine vesile olmuş. Allah razı olsun. Bu çalışma İstanbul’daki camilerde de Diyanet tarafından uygulamaya konulmuş.
İzmir‘in Selçuk ilçesindeki tarihi İsa Bey Camii‘nde imamlık yapan şehit babası İbrahim Taşdemir, ibadethaneyi ziyaret eden yabancı turistlere 15 dildeki Kur’an-ı Kerim kitapçıklarını hediye ederek İslam‘ı anlatıyor. İstanbul bağlantılı çalışan imam da geri dönüşlerden memnun.
Turistlere tebliğ nasıl olmalı? Yanlış turizm politikaları sonucu, turisti sadece getirdiği dövizle değerlendiren anlayış tedbirsiz, hiç terbiye olmadan, ders almadan teşvike devam ediyor. Ahlaklı toplumlarda turizm ahlaksızlık getirir. Olaya hep ekonomik bakanlar “turist döviz getirir, ahlak götürür.” sözünü dikkate almadan “yeter ki gelsin” diyor. Onlar da hiçbir sınır tanımadan geliyor. Neyse bu ayrı bir yazı konusu. Şu anda turist geliyor ve Müslüman olarak bunlara nasıl tebliğ yapmalıyız?
1. Genç turistler macera için geliyor ve her türlü ahlaksızlık var. En önemlileri de uyuşturucu ve fuhuştur. Bu sebeple onların bu özelliklerini reddetmek bir ahlaki tebliğdir. Müslümanlar niçin fuhuş yapmıyorlar, uyuşturucu kullanmıyorlar sorusunu onlara sordurmalıyız. Cevabı da İslam olarak verir ve sebepler açıklanırsa değişenler olabilir.
2. Alışverişte, yeme içmede, davranışta, ticarette dürüst olmak, bunu fark ettirmek sebebini Müslümanlığımıza bağlamak bir tebliğdir.
3. İbadetlerin tam yapılması, camilere sahip çıkılması, ezanların ses ve musiki açısından mükemmel olması da tebliğdir.
4.Onlarla merhabalaşmak ve gözlemledikleri camiyi, ezanı, örtüyü, sakalı, ibadetleri, davranışlarımızı açıklamak gerekir.
Bunları çoğaltabiliriz ama topun patlaması için “ÖNCE BARUT”u temin etmeliyiz.
Bütün bunları yapabilmek yani turistlerle her türlü iletişim için DİL bilmek temel şarttır. Eğer onların dilini bilmiyorsanız yukarıdaki maddelerin hiçbiri gerçekleşemez. Bu sebeple İslami hizmete talip olanlar olarak Müslüman çocuklara, gençlere yabancı dil öğrenme yolunu açmalı, onları teşvik etmeliyiz. Sosyal bilimlerde yüksek lisans, doktora için Batı ülkelerine yönlendirmeli, her türlü desteği vermeliyiz.
SORU: İslami vakıflar, dernekler, cemaatler, oluşumlar seçkin gençleri yurt dışına mastır yapmaları için teşvikle, maddi destek vererek gönderip takip ederek, onları çok yönlü tebliğde istihdam etmeyi düşünüyorlar mı?