KAPAK – Süleyman Yavuz – İman Kaynaklı Bir Kardeşlik

KAPAK – Süleyman Yavuz – İman Kaynaklı Bir Kardeşlik

Bütün insanlar olarak bizler, bir tek Yaratıcı olan Allah’ın (cc) kullarıyız. Çünkü “Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahîm’dir.” (Bakara, 2/163) ayetinde belirtildiği üzere, bizim hepimizin ilahı, Bir Tek olan İlah’tır. Kur’an-ı Kerim bu düsturu şöyle ifade buyurmaktadır: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp bilişmeniz için sizi milletlere, sülâlelere ayırdık. Kuşkusuz ki Allah’ın katında en değerli/en üstün olanınız, takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurât, 49/13).

Bu ayete ilk muhatap olan ve onu ümmetine tebliğ eden Allah Resulü (s.a.s.) de, ümmetine: “Ey insanlar! Şunu bilin ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Bundan dolayı ne Arab’ın Acem’e (Arap olmayana) ne de Acem’in Arab’a, ne beyazın siyaha ne de siyahın beyaza, takva dışında herhangi bir üstünlüğü yoktur.” “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 361; V, 411; Tirmizî, “Tefsîr”, 50) buyurarak bunu bir daha vurgulamıştır. Şu hâlde “takva” üstünlüğü dışında bütün müminler eşittir ve kardeştir.

Ebû Zer (r.a.) bir gün tartıştığı Bilal-i Habeşî’ye (r.a.), siyah tenli olan annesini söz konusu ederek, “Kara kadının oğlu” diye hakaret etmişti. Buna çok gücenen Bilal (r.a.), meseleyi Allah Resulü’ne (s.a.s.) aksettirince Sevgili Efendimiz, Ebû Zer’e, “Sende hâlâ cahiliye izleri var.” buyurmuştu (Buhârî, Îmân, 22, Itk, 15, Edeb, 44; Müslim, Eymân, 40). İlk Müslümanlardan olmasına rağmen, on beş yıl kadar kendi kabilesi içinde yaşadığı ve Medine’ye oldukça geç geldiği için bu konudaki eğitimi tam olmayan Ebû Zer’i Allah Resulü (s.a.s) uyarmıştı. Ama ilk günden beri İslam’ı hücrelerine kadar hisseden Bilâl’e bu sözler çok ağır gelmişti. Çünkü kardeşlikte bu yoktu.

Medine’ye hicretten sonra, hem buraya göç etmiş olan muhacirlerin garipliğini kaldırmak, hem de Medineli olmalarına rağmen birbirleriyle uzun yıllardır savaş hâlinde bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine gerçek kardeşliği göstermek maksadıyla gerçekleştirilen “muâhât”, dünya tarihinin kaydettiği en gerçekçi toplum projesi sayılmalıdır. Daha düne kadar ötekini nasıl yok edeceğinin planlarını kuranlar, ertesi gün varını yoğunu pay etmenin ve hatta ötekine daha fazla vermenin telaşına düşmüşlerdi.

Bu davranışın İslam’daki adı “Îsâr” idi ve bunu yapanlar Kur’an’ın: “Kendileri muhtaç olsalar bile, başkasını kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 59/9) ayetinde tarif edilmişlerdi. Sahabe-i kiram, îsârın nasıl yaşanacağını Allah Resulü’nde görmüşlerdi. Sehl b. Sa’d’ın anlattığına göre bir kadın dokuduğu kumaşı (bürdeyi) Resûlullah’a (s.a.s.) getirip verdi ve: Bunu giyesin diye kendi ellerimle dokudum, dedi. Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Peygamber (s.a.s.) onu aldı, izâr olarak (belden aşağısına) giyinip ashabının yanına geldi. Kumaşı gören bir sahabe, Hz. Peygamber’e: Ne kadar da güzelmiş! Bunu ver de ben giyineyim, deyince Resul-i Ekrem: Peki, dedi. Orada biraz oturduktan sonra evine döndü. Kumaşı katlayıp o adama gönderdi.

Ashap, o sahabeye: Hiç de iyi yapmadın. Peygamber’in (s.a.s.) böyle bir kumaşa ihtiyacı vardı; üstelik sen, Hz. Peygamber’in, kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bile bile o kumaşı istedin, dediler. Bunun üzerine o şahıs şunları söyledi: Vallahi ben o kumaşı giyinmek için değil, kendime kefen yapmak için istedim. Hadisin râvisi Sehl b. Sa’d’ın dediğine göre o kumaş bu zatın kefeni oldu (Buhârî, Cenâiz, 28, Büyû’, 31, Libâs, 18, Edeb, 39).

Hz. Peygamber’den bunun gibi daha yüzlerce örneğini gördükleri îsârı onun sahabesi de uyguluyordu. Bir adam Peygamber (s.a.s.)’e gelerek, ben açım, dedi. Allah’ın Resulü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da: Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok, dedi. Hz. Peygamber bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resul-i Ekrem’in öteki hanımları da: Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Allah Resulü (s.a.s.) ashabına dönerek: “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.

Ensardan biri: Ben misafir ederim, ya Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına: Evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Hanımı: Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi. Sahabe: Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahabe Peygamber’in (s.a.s.) yanına gitti. Onu gören Resul-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.”(Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 10, Tefsîru sûre, 59, 6; Müslim, Eşribe, 172.)

Kardeşliğin, Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) dilinde nasıl ifade buyrulduğunu konuyla ilgili hadisler çerçevesinde şöyle özetleyebiliriz: Hz. Peygamber, Müslüman toplumun yapısını örneklendirmek üzere, iki elinin parmaklarını birbirine kenetleyerek: “Müminin mümine karşı durumu, birbirlerini sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” buyurmuştur (Buhârî, Salât, 88).

Bu hadis, bizim her birimizin İslam binasında birer yapıtaşı (kerpiç, tuğla, briket, taş…) olduğumuzu, birbirimize omuz vermemizi ve orada bulunmamızla o binanın sağlam olacağını ifade etmektedir. Çürük bir tuğla, diğer tuğlalara da etki edecek ve binayı da zayıflatacaktır. Bu zayıflama ve çürümenin yaşanmaması için her bir mümin, diğerinden haberdar olmalıdır: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir tek vücuda benzerler. Vücudun bir organı hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da uykusuzluk ve ateşlenmek suretiyle bu hastalığa ortak olurlar.”(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66).

Öyle ki yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanlar bir tek vücut olduklarını bilmeli ve kendi mahallesinde, şehrinde, bölgesinde ve ülkesinde yaşayan Müslüman kardeşlerinin dertleriyle ilgilendiği gibi, aynı zamanda Gazze’deki, Yemen’deki, Afganistan’daki, Myanmar’daki, Doğu Türkistan’daki, Çin’deki, velhasıl nerede olursa olsun diğer Müslümanların içinde bulundukları acıları ta yüreğinde hissedebilmelidir.

Efendimiz (s.a.s.), içinde özellikle “kardeşlik” vurgusu bulunan hadislerinde buyuruyor ki: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58).

“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların güvende olduğu kişidir.“(Buhârî, Îmân, 4, 5, Rikâk, 26; Müslim, Îmân, 64-65).

“Birbirinizle hasetleşmeyin. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki; takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka Müslümana haramdır.”(Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 32).

“Bir kimse, bir müminden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o müminin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Mümin kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır.” (Müslim, Zikr, 38).

Gayet açık bir şekilde ifade buyurulan bu hususlara hassasiyetle uyan ve gereğini yapan Müslümanlar, elbette ki ancak “kardeş” olacaklardır. Yapılmayanlar oranında da kardeşlik zedelenecek, belki de yok olacaktır. O hâlde Kur’an’ın öngördüğü ve Allah Resulü’nün (s.a.s.) de oluşturmayı arzuladığı Müslüman kardeşler toplumunu gerçekleştirmek için her bir Müslüman, üzerine düşen şeyleri yapmalıdır.

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.), Müslüman fertlere, yekdiğerine nasıl “bakması” gerektiği hususundaki hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Sizden biriniz kendisi için arzu ettiği şeyi din kardeşi için de arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”(Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72).

Sadece bu hadisin bile yeterince anlaşılması, kardeşlik için kâfi olacaktır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.